Köşede bugün yine İdil Biret var
Bu yazıda İngiliz müzik yazarı ve eleştirmen David Nice’ın 2016 İstanbul Müzik Festivali sırasında İdil Biret’le yaptığı uzun söyleşiden birkaç bölüme yer veriyoruz. “Bugün hayatta olan piyanistler arasında İdil Biret’ten daha zengin ve daha büyülü bir yaşamı olan biri var mıdır?” sorusuyla başlıyor yazısına.
Bildiğimiz gibi, İdil Biret doğumunun 75. yılı nedeniyle olağanüstü üç resital verdi 44. İstanbul Müzik Festivali’nde… Bu resitallerden 20. yüzyıl müziğine ayrılmış olanı hayran bir şaşkınlık içinde izleyen David Nice, o konserin hemen ardından piyanistimizle evinde söyleşme fırsatı bulmuş. Onunla söyleşen tüm müzik eleştirmenleri gibi, söyleşinin sonunda sanki aydınlık ve sihirli bir dünyanın içine girmiş de çıkmışlık duygusuna benzer bir duyguyu o da yaşamış: “Bugüne dek büyük bir yorumcuyla geçirdiğim saatlerin en büyüleyicisi” diye niteliyor İdil Biret’in evinde geçen süreyi.
İdil Biret’in resital programları çok ince düşünülmüş programlardır. 20. yüzyıl bestecilerine ayırdığı program Nice’ın ilgisini çekmiş, bu programı nasıl oluşturduğunu soruyor sanatçıya önce. İdil Biret, “Ligeti ve Boulez çalmak geliyordu içimden ama dinleyici için ağır olur diye, Fauré’nin de 20. yüzyılda yaşayıp beste yaptığını; Stravinski’nin Petruşka’sını dinleyicinin daha kolay anlayacağını, folklorik ezgilerin benzerliğini düşündüm. Birinci dansın teması pekalâ bir Türk ezgisi olabilirdi. İkinci bölüm, dinleyici için oldukça zor bir parça olan Gaspard de la Nuit (Ravel) ile başladı.” diye yanıtlarken David Nice soruyor:
“(Gaspard dela Nuit’nin üçüncü parçası) Scarbo belki hem dinleyici, hem de piyanistin daha fazla yoğunlaşmasını gerektiriyor.”
“Scarbo’ya baktığınızda, ince fark çoğunlukla piyano, iki piyano, üç piyano arasındaki farktır. Sonra birden bir patlama olur. Olağanüstü bir parça. Çok şeytanca, diyebiliriz.”
David Nice, yapıtın Ondine bölümünü dinlerken İdil Biret’çe bir çalışın ayrımına varmış:
“Bugüne dek Ondine’deki sağ el figürasyonunun hiç böylesine net çalındığını duymamıştım. Farklı sesleri dengeleyerek böylesine bir inceliğe ulaşmak kolay olamaz” diyor İdil Biret’e. Biret’in yanıtı şöyle:
“Çok karmaşık. Burada besteci çok zekice pedal kullanımını belirtiyor. Sesin çok net olması gerekiyor- su damlası gibi. Le gibet’yi seviyorum, ama yine dinleyici için kolay değil.”
“Eğer kendinizi verirseniz, medidatif ve yoğun bir yapıt.”
“Ravel’in Le gibet’yi çaldığı bir kayıt var, o iyi fikir veriyor. Sonra Prokofief’in yedinci ya da sekizinci sonatı yerine dinleyici için daha kolay olan ikinci sonatı vardı programda. Sekizinciyi ve ne yazık ki çok fazla çalınmayan dördüncüyü çok severim.”
“Dün akşam sizi dinlerken şöyle düşündüm. Hiç beklenmedik cümleler ve sıkıştırmalar vardı ama hepsi çok işitilir ve anlaşılırdı. Bazan insan, işte yeni bir konu başlıyor, diye düşünüyor. Ama hepsi birbirine bağlıydı. Ve her parçada ses öylesine farklıydı ki, bir piyanistten beklediğiniz tam da buydu: her stile duyarlı olması.”
Ardından, gelecek resitalin tümüyle Bach’a ayrılmış olmasını konuşuyorlar. İdil Biret, “Bach’ı piyanoda çalmanın öyle farklı yolları var ki, ama ben polifoninin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Fügleri çok seviyorum, olağanüstü buluyorum onları, bütün sesler arasındaki farkı aynı anda ortaya çıkarabilmeye zorlamasını çok seviyorum” diyor.
Müzisyenler de sporcuların ısınma hareketleri benzeri alıştırmalarla başlar çalışmaya. Nice, ilginç bir soru yöneltiyor Biret’e. Günlük çalışmalarına başlarken neler çaldığını soruyor. Biret’in “iyi bir alıştırma” olarak nitelediği Liszt’in Trancendental Etude’lerinden “Feux Follets” yanıtını duyunca hepsi (Biret, eşi Şefik Büyükyüksel, Nice ve rehberi Bali) kahkaha atıyorlar. Biret bu eserin ayrıca hoş bir parça olduğunu söylüyor. Liszt’in bu etüdlerinin ikinci versiyonunu çaldığını, Feux Follets’nin ikinci versiyonunda büyük bir değişiklik olmadığını, ama “Chasse-neige”in başlangıcının daha ilginç olduğunu, doğrudan melodiye girmektense bu bir çeşit resitatifle başlama değişikliğini çok çarpıcı bulduğunu, bunun “piyanist için çok güç ama müzikal açıdan daha iyi” olduğunu anlatıyor. Ayrıca akor çalarak başladığını, “ve elbette Chopin ve Brahms etüdleri ” çaldığını söylüyor.
Sıradaki ikinci programında yer alacak olan Schubert’ten de söz ettikleri söyleşide İdil Biret Wanderer Fantasie için şöyle söylüyor: “Schubert’in öteki yazdıklarından öyle farklı ki, neden böyle bir parça yazma gereğini duyduğunu merak ediyorum. Son derece virtüozite gerektiriyor, elin altına doğal olarak gelmeyen bölümler var, ne yapacağınızı düşünmeniz ve bir şey bulmaya çalışmanız gerekiyor, çünkü bazen gerçekten problematik oluyor.”
Schubert’in, konserde çalacağı la majör sonatı için de şöyle ilginç bir yorum yapıyor: “Oktavlarla gelişen bir bölüm var, yalnızca bir köprü, tematik olarak çok önemli değil, birinci bölümdeki anlamı çok değiştirecek bir şey değil, ama bakıyorum ki çoğunlukla çok yüksek çalınıyor. Daha yumuşak çalınmalı, çok fazla vurgulanmamalı. Neden böyle çalındığını bilmiyorum.”
David Nice, piyanistimizin yapıtları irdelemesinden etkilenmiş olmalı: “İyi bildiğiniz belirli parçalara yaklaşımınız yıllar içinde değişti mi?” diye soruyor. Aldığı yanıt şöyle:
“Uzun zamandır çalmadığım bir eseri yeniden çalışımda her şeyi en baştan çalışırım. O zaman, dikkat etmezseniz gelişebilecek kötü alışkanlıkları fark edersiniz. Busoni’nin de (böyle yaptığını) okudum. (……)Bunun sonu yok, çünkü her zaman daha önce farkına varmadığınız bir şeyleri bulmaya ve görmeye çalışıyorsunuz. Ya da parçanın mimarisi içinde size önemli gelenlerin aslında ikincil olduğunu fark ediyorsunuz.”
Nice, daha sonra Biret’e seçkin öğretmenleriyle çalışmalarını soruyor. İdil Biret de Nadia Boulanger’nin, Mlle Bonnville’in, Alfred Cortot ve Wilhelm Kempff’in neleri vurguladığını anlatıyor.
“Çoğu İngiliz dinleyici gibi ben de Biret’in tüm piyano repertuarını kapsayan Naxos ve diğerleri için yaptığı sayısız kaydı biliyordum, ama 20. yüzyıl bestecilerinin başyapıtlarından oluşan muazzam programı ezberden çalması şaşırtıcıydı” diye düşünen yazar, piyanistimize bu konuyu sorduğunda İdil Biret omuz silkiyor: “Bazan tuzaklarla dolu karmaşık bir parçayı orkestrayla çalarken nota kullanmanız gerekir. İşi sağlama almak daha iyi. Gösteriş yapmaktansa iyi yorumlamak gerekli. Benim için önemli olan yapılan işin düzgün yapılması…”
Söyleşi, beyin ve kas belleği konularından sonra İdil Biret’in piyanoda ağırlığı öğrenişiyle sürüyor. Biret, “tekniği geliştirmenin sonu yok” diyor, ağırlığını piyano üzerinde “vinç gibi” kullanmaktan söz ediyor.
Boulez sonatlarının kaydından konuşuluyor. Söz, İdil Biret’in Brahms senfonilerinden yaptığı piyano transkripsiyonlarına geliyor. Çocukluğundan beri Brahms’a hayran olup senfonilerini ezberlemiş olan sanatçının Brahms’ın 4. ve 3. Senfonilerinin transkripsiyonunu tamamladığını öğreniyoruz. Birinci senfoninin ise olanaksız olduğunu, bunun için birkaç kola daha gereksinim duyulacağını söylüyor. Aşağıdaki açıklamayı okuyunca, İdil Biret’in farkını bir kez daha anlıyorsunuz: “Notalardan transkripsiyon yapmak eksik kalıyor, çünkü konser salonunda senfonileri dinlerken tüm armonileri ve yazılmamış her tür sesi duyuyorsunuz.Yazılı notalar üzerinden gerçek bir transkripsiyon yapmakla duyduğum, yazılı olmayan öteki sesleri yazmak arasında ikilem yaşadım. Gerçekten zordu ve hâlâ tam emin değilim”diyor.
İdil Biret daha sonra, bir soru üzerine, çalmayı ve dinlemeyi en çok sevdiği bestecilerden söz ediyor.
Son olarak, en çok nereyi evi olarak gördüğü sorusuna, Brüksel ve Paris’te de evi olan sanatçı, Moda’daki evinden görünen manzarayı çok sevdiğini söylüyor. “Ev”i, kitaplarının ve notalarının olduğu, yürüyebileceği, yüzebileceği yer olarak tanımlıyor.
İki saatlik söyleşinin sonunda “Sizin çok doyumlu, mutlu bir kişi olduğunuz izlenimini edindim” sözlerine gülerek,“İnsan fazla rahat olmamalı, bu iyi bir şey değil. Ama kişilik olarak iyimser olduğumu söyleyebilirim. Bu her zaman iyi bir şey. Hiçbir şey yüzde yüz iyi ya da kötü değil, gerçek her zaman ortalarda bir yerde” karşılığını veriyor.
Röportajın tümüne http://www.theartsdesk.com/classical-music/theartsdesk-qa-pianist-idil-biret-75 adresinden ulaşılabilir.