Şu günlerde hep sözü edilen 65 yaş üstündekiler, iyi anımsarlar: Cep telefonunun akla bile gelmediği, bilgisayarla internetin bilinmediği, belki ülkemizde televizyonun bile olmadığı devirde, okuryazar her eve gazete girerdi. Gazeteler yalnızca haber kaynağı değildiler; okurlarını oyalamak, eğlendirmek, eğitmek gibi işlevleri de vardı.
Ben 1970’lerde Cumhuriyet gazetesinde Melih Cevdet Anday’ın, Behzat Ay’ın romanlarını okuduğumu anımsıyorum. Elbette bir romanı bir gazete sayısına sığdırmak olanaksızdı. Romanlar birbirini izleyen bölümler halinde arka arkaya her gün yayınlanırdı. Bir gün okumaya fırsat bulamazsanız gazeteyi saklar, ertesi gün iki bölüm birden okuyabilirdiniz. Bazı okurlar gazetelerin o sayfalarını kesip biriktirirlerdi bile. Süreli yayınlarda arka arkaya yayınlanan, her biri bir öncekinin devamı olan bölümlerden oluşan bu yazı dizilerine “tefrika” denirdi.
Romanların tefrika edilmesi (her gün bölüm bölüm gazetede yayınlanması) Batı’da başlayan, IXX. yüzyıl ortasına doğru artan bir uygulama… Bizde de roman türünün ortaya çıkması ile gazetelerin yaygınlaşması aynı tarihlere rastladığından romanların tefrika edilmesi romanla yaşıt … Bir çok ünlü edebiyatçının romanları önce gazetede tefrika edilip sonra kitaplaşmış. Örneğin, Halit Ziya Uşaklıgil’in, Halide Edip Adıvar’ın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun sevilen kitapları önce gazete sayfalarında buluşmuş okurlarla. Gazeteler hem telif, hem de çeviri romanlar yayınlamışlar.
Gazetelerde tefrika edilen romanların tümü kitaplaşma şansı bulamamış; bazılarının yazarlarının adları unutulup gitmiş. Bu konuda araştırma yapan, Özyeğin Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ali Serdar kitap olarak yayınlanmamış 239 roman bulunduğunu ortaya çıkardı.
Tefrikaların okurun merakını canlı tutacak bir takım özellikler taşıması istenince yazınsal kaygılar geride kalabilmiş. Tefrikaya duyulan ilginin gazete okurunu artırması üzerine yalnızca edebiyatçıların yapıtları tefrikalaştırılmamış, salt tefrika olmak üzere popüler romanlar da yayınlanmaya başlamış. Popüler romanların tefrikasının yaygınlaştığı, yazınsal değeri olanların artık pek tefrika edilmediği bir ortamda, Aziz Nesin’in tefrikayı “gazete romanı” olarak nitelerken belki de biraz küçümsediğini düşünebiliriz.
Tefrikanın çağdaşı, radyoda yayınlanan Arkası Yarın’ı da unutmamak gerek… Radyo yayıncılığında devlet tekelinin sürdüğü yıllarda, yerli yabancı ünlü yapıtlar radyo oyunu biçimine dönüştürülüp devlet tiyatrosu sanatçılarınca seslendirilerek bölüm bölüm her akşam yayınlanırdı.
Benim yaşıtlarım tefrikanın son dönemlerini gördüler. Arkası Yarın biraz daha uzun yaşadı. Televizyonun yaşamımıza katılması, dizi izlemek gibi yeni alışkanlıklar ortaya çıkardı. Bunlar arasında, Kaynanalar ve Aşk-ı Memnu gibi TRT’nin ilk televizyon dizileri vardı. Özel kanallarla birlikte bir dizi furyası başladı. Bundan 20 yıl kadar önce yapılan uluslararası bir araştırma Türkiye toplumunun bir televizyon toplumu olduğunu, televizyon izlemede pek çok ülkenin önüne geçtiğini gösteriyordu. Bugün ise internet toplumu olduk. Zamanımızın çoğunu internet ortamında geçiriyoruz. Ağustos 2019 verilerine göre, Türkiye’de 16-74 yaş arasındaki her dört kişiden üçünün, toplam nüfusun %74’ünün internet erişimi bulunuyor. Toplam nüfusun %64’ü aktif sosyal medya kullanıcısı… Internet kullanarak geçirilen süre günde ortalama 7,5 saat!... Televizyon izlemekle geçirilen ortalama süre ise artık 3,5 saatten az… (Mobil cihazlarla internete erişim %94! Cepten web’e ulaşma oranı %75…) Yaşı daha ileri olanlar televizyon izleme alışkanlıklarını da bir ölçüde korurken daha genç olanlar hem haber ve bilgi almak, hem de eğlenmek için internet ortamını yeğliyorlar. 65 yaş üstünde sosyal medya kullanımı düşük; en çok sosyal medya kullananlar 25-34 yaş arasında… 13-17 yaş arası gençlerin sosyal medya kullanımı, büyükanneleriyle büyükbabalarından çok fazla değil! Sosyal medya kullanımında erkekler her yaş grubunda kadınlardan daha fazla…
Bu rakamlar şu günlerde daha da değişmiş olmalı: hepimiz sosyal medya üzerindeki paylaşımlarda müthiş bir artış gözlemliyoruz. Dünya nüfusunu tehdit eden bir virüs, yaşam koşullarımızı değiştirdi; alışkanlıklarımızı da değiştiriyor. Uzun erimde yaşama bakışımızı gözden geçirmemize olanak veren bu duruma ayak uydurmamız gerekiyor. Bir çok işyeri “yakın temas”tan çekinildiği için çalışmasına ara verdi ya da evden çalışmaya geçti. Basımevleri de çalışmaya ara verenler arasında. .. Demek ki, birkaç ay yeni kitap göremeyeceğiz. Bir çok arkadaşım internet üzerinden bile kitap siparişi vermeye çekiniyorlar. Gerçi, bu arada pek çok internet sitesinden konser, opera, bale vb izleme olanağı ortaya çıktığı gibi ücretsiz olarak kitap indirilen siteler de var. Olumlu düşünürsek, araştırma yapmak, yazmak, çizmek, yaratıcılıklarını değerlendirmek isteyenlere gün doğdu, bile denebilir…
Güncel sanatsal etkinlikleri toplu ortamlardan evlere taşındı, sanatçılar evlerinde çektikleri videoları paylaşıyorlar. Sanattan Yansımalar gibi sanatsal olayları izleyen bir siteye şöyle bir yenilik -duruma uyarlanma önerisi- sunuyorum. Yazdığım bir yaşamöyküsünün bu ortamda “tefrika” olarak yayınlanabileceğini düşünüyorum. Üstelik bu tefrikanın her bölümünde bir ya da birkaç müzik parçası da paylaşabiliriz. Müziksiz yaşamöyküsü olur mu hiç? Her dönemi yansıtan müziklerle zenginleşir tefrikamız.
Neden bir yaşamöyküsü?... Giderayak, hem belleğimizde kalanları gençlerle paylaşmak, hem de kendi kuşağımızdan olanlarla ortak geçmişimizi anımsamak- belki tartmak, tartışmak- iyi olur, diye düşünüyorum. Gerçi anlatacağım yaşamöyküsü bizlerin de tanık olmadığı daha eski bir dönemi kapsıyor ama bizlerin özlemlerinin, kavgalarının kaynaklarına gidiyor.
Epeyi uzun bir zaman dilimine yayılmış araştırmalarım sonucunda ortaya çıkardığım bu yaşamöyküsünde ünlü birinden söz etmiyorum. Öteki yazdıklarımı izlemiş olanlar benim zaten hep unutulmuşları, az bilinenleri ve sesi çıkmayanları anlattığımı saptamışlardır. Bu benim için bilinçli bir tercih değildi; böyle olduğunu neden sonra kavradım.
Sözünü ettiğim yaşamöyküsü, imparatorlukların yıkıldığı, dünya düzeninin değiştiği, Doğu ve Batı bloklarının kurulup pekiştiği bir dönemde geçiyor. Bu dönemde siyasal aktör olarak yer alan kişinin yaşamı Çarlık Rusya’sının başkenti Gümüş Çağ Şehri Petersburg’un, petrolün başkenti Bakü’nün, küçük mücevher Tiflis’in görkemli salonlarından; kartallarla şahinlerin yuvası olan Kafkas sıradağlarının dik yamaçlarıyla derin vadilerinden; Hazar Denizi kıyısındaki 6000 yıllık Derbent şehrinden; Rus işgalinden kurtulmuş yıkıntılar içindeki Trabzon’dan; işgal İstanbul’undan; Çılgın Yıllar’ın Paris’inden; Anadolu bozkırından; Cumhuriyet’in başkenti Ankara’dan geçmiş… Siyasal düşünceleri nedeniyle hücrelerde tutulup idamının istenmesi de var bu yaşamda, çağımızın gördüğü ilk büyük göçün içinde yer almak da, Türkiye Cumhuriyeti’nin demiryolu seferberliğine katılmak da… Sayısız tanıklıkları arasında İspanyol gribi de var, Erzincan depremi de… Elbette aşk da var, acı da… Ama yazdıklarımı yaşamöyküsü olmaktan çıkarıp piyasa romanına yaklaştıracağı için kahramanların aşklarını da acılarını da köpürterek vermekten kaçındım. Buna karşılık, az bildiğimiz tarihsel olaylara epeyce yer verdim.
Ne dersiniz, bu yaşamöyküsünü tefrikalaştıralım mı?
MİNA TANSEL
24 Nisan 2020, Ankara
Editörün Notu:
Mina Tansel'in KAFDAĞININ ARDINDAN BİR BEY OĞLU
kitabını hergün bir bölüm olmak üzere tefrika etmeye
SANATTAN YANSIMALAR'ın 7. kuruluş yıldönümü olan
1 Mayıs 2020 Cuma günü başlıyoruz.