Bu kez köşede sanat değil, sanatseverlik var.
Konser, opera, tiyatro gibi etkinlikler şehir yaşamının olmazsa olmazları… Ülkemizde ise, bir şehri şehir yapan kültür sanat etkinlikleri, ne yazık ki, ancak birkaç kentimizde yaşayanların yararlanabildikleri bir ayrıcalık…
Eskişehir’e birkaç saatliğine gezmeye giden bir yakınım, “güzel bir kasaba gibi” demişti. Ben de binaların dış görünümüne, caddelerinin genişliğine, trafikteki araba modellerine göre bir kentin değerlendirilemeyeceğini; Eskişehir’in çok sayıda müzeye evsahipliği yapmanın dışında kendi senfoni orkestrası, konser ve tiyatro salonları olan bir şehir olduğunu anımsatıp ülkemizde başka kaç “büyükşehir”de bunların bulunduğunu sormamız gerektiğini söylemiştim. Ne yazık ki, pek çok kentimizin bir şehri şehir yapan bu ölçütlere uymadığını, aslında köyün doğal güzelliğinden de yoksun olduklarını; kocaman, genellikle de plansız, biçimsiz yerleşim yerleri olmaktan öteye geçemediğini görüyoruz.
***
Sanat kutsaldır: insanı yüceltir, Tanrı’nın yüceliğine inancı pekiştirir. Konser salonları, opera binaları kişiye sanat tapınağında olma duygusu verir. Sanat yapabilmek gibi sanata erişebilmek de bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalığa kavuşanlar, kutsal bir ortamda bulunmanın gerektirdiği saygıyı, özeni gösterirler. İzlediğimiz yapıtları yaratanlarla o yapıtları bize en iyi biçimde aktarabilmek için uğraşıp didinmiş sanatçılar, en üst düzeyde saygıyı hak ederler.
Sanatçılar yıllarca süren eğitimlerden geçip sahneye çıkarlar. İzleyicilere ise, bildiğim kadarıyla, dünyanın hiçbir yerinde “izleyici olma kuralları”nı öğreten bir okul yok. Klasik müzik konseri, opera, bale, tiyatro izleyicileri bu kuralları kendilerinden önceki dinleyicilerden göre göre öğrenirler. 1940’ların ilk yarısında Ankara’da bu tür gösteriler başlayınca yönetmenlerle orkestra şefleri izleyicilere de nasıl davracaklarını öğretmek zorunda kalmış.
İzleyenlerle sanatçıların etkinliklerden mutlu ayrılmaları için, mevsim açılırken, bazı noktaları anımsamak iyi olur.
Giyim kuşam, temizlik: Müzisyenler, sahnede bakımlı ve düzgün görünümlerle yer alırlar. Hem sanatlarına, hem izleyicilerine saygıları gereğidir bu. İzleyiciler de sanatçılara, onların yaptıkları işe ve başka izleyenlere saygı gereği bu konuya özen gösterirler. Örneğin, şapka takan hanımlar, yüzyıllardır başkalarının sahneyi görüşünü engellemeyecek büyüklükte şapka seçerler.
Salonda yerini almak: İzleyiciler, orkestra üyeleri sahneye çıkmadan önce, konserin başlamasından en az 15 dakika önce salondaki yerlerini alırlar. Geçmişte Ankara’da ve İstanbul AKM’nde gösterilerin başlamasından 10 dakika önce kapılar kapanırdı. Geç gelenler yerlerine oturmak için ara verilmesini salon dışında sessizce beklerlerdi. Bu konuyla ilgili şu sıralarda Internet’te dolaşan bir anı var: Atatürk’ün bir oyunu izlemeye geleceği duyulur. Sanatçılar heyecanla bekleşirler, ancak perdenin açılmasına çok az bir süre kala henüz gelmemiştir. Yönetici ve yönetmen Muhsin Ertuğrul’un oyun başladıktan sonra hiçbir seyircinin alınmamasına ilişkin emri vardır. Saati gelince oyun başlar. Atatürk, soluk soluğa gelir; fuayede bir koltuğa bırakır kendini. “İçeri girmeyecek misiniz?” diye soranlara “Oyun başladı; ara verilince girerim” der. Dediğini de yapar. Perde arasında onun yerine geçip oturduğunu gören Muhsin Ertuğrul oyunculara birinci perdeyi yeniden oynamalarını söyler…
Şimdilerde salonlarımızda koltuk sıraları arasındaki boşluklar genellikle yetersiz; yine de eğer kendi beden yapılarıyla sıra araları elveriyorsa, izleyiciler daha önce yerlerine oturmuş olanların önünden geçerken sırtlarını değil, yüzlerini dönerler. Sıkışık sıralardan geçmek zorunda kalındığında oturanlar yerlerinden kalkarak geçişi kolaylaştırırlar; geçenler verdikleri rahatsızlık için özür dilemeyi, teşekkür etmeyi unutmazlar.
Salonda sessizlik: Önce başkemancı Konzertmeister, daha sonra orkestra şefi, en son -eğer varsa- solist sahneye çıkarken alkışlanır. Orkestra üyeleri, şimdilerde önlerinde Konzertmeister olmak üzere sahneye çıkıyorlar. Konzertmeister’i alkışlamak orkestrayı alkışlamak sayıldığı için yalnızca o yerine oturana değin alkışlamak yeterlidir; tüm orkestra üyelerinin yerini alması bitene değin alkışlama zorunluluğu yoktur.
Bu süre içinde –müzisyenler yerlerini alırken- zorunlu olan tek şey sessizliktir: herkesin kendi yanındakiyle fısıldaşması bile uğultuya yol açar; sanata, sanatçıya saygısızlık edilmiş olur. Kimsenin o son dakikada yanındakine söylemesi zorunlu bir şey olamaz, olmamalıdır.
Salona, açık hava sinemasına gider gibi, içeceklerle ya da yiyeceklerle girilmez. Bunları tüketirken ya da elde tutarken bile çıkacak sesler sanatçıları da başka izleyicileri de rahatsız eder. En önemlisi ise yiyip içerek sanatçıları izlemek sanata saygısızlıktır. Ara verilip dışarı çıkıldığında, yiyip içme olanağı vardır; yarım saat, 45 dakika bir şey yiyip içmeden durmak güç değildir. Bir an için, orkestrada flüt çalan sanatçının kendi çalmadığı sırada iskemlesinin yanından şişeyi alıp su içtiğini, kemancının arada kucağındaki torbadan çerez atıştırdığını düşünelim. Bunlar nasıl olmayacak şeylerse aynı şeyleri izleyicinin yapması da aynı ölçüde olacak şey değildir.
Konser sırasında sanatçılarla başka izleyenleri rahatsız eden, dikkatlerini dağıtan bir konu daha var: Aksırıp tıksırmak… Bu rahatsızlığa yol açmamak için, konser öncesinde hastalandığını anlayan kişi biletini ya bir başkasına verir, ya da yakar.
Cep telefonları: Bu konuda utanç verici bir anım var. Bir konser sırasında, önceden kapattığımı sandığım telefonum çalmaya başlamaz mı? Kapatmak için çantamdan çıkarsam o sırada açığa çıkacağı için sesi daha da yüksek duyulacak! Mantomu iyi ki vestiyere bırakmamışım! Kat kat çantamın üstüne kapatıp sesi boğmaya çalışıyorum. İşin kötüsü, orkestranın da en alçak sesle çaldığı bölüme rastladı! Sussa artık şu telefon, çalması kesilse!... Yer yarılsa da içine girsem!... Hâlâ anımsadıkça rahatsız olduğum bu olay bana ders oldu: Daha konser salonuna girmeden telefonumu kapatmaya başladım. Klasik müzik konserlerinden, opera, bale, tiyatro gösterilerinden önce izleyici cep telefonunu kapalı tutma konusunda uyarılır.
Cep telefonları artık yalnızca konuşmak için kullanılmıyor, “şu anda ben” türü paylaşımlara olanak tanıyor. Ne yazık ki, bazı izleyiciler konser sırasında bu paylaşımlardan uzak duramıyorlar; bazan ileti bile gönderip alıyorlar konser ya da gösteri sırasında. Rock konserleriyle pop müzik konserlerinde güçlü ışık gösterileri olduğu için bu tür paylaşımlar, sahneden sesli kayıtlar, sesli iletiler kimseyi rahatsız etmeden yapılabilir; ama klasik müzik konserlerinde karanlıkta oturan dinleyici çevredeki telefonlardan yayılan ışıktan rahatsız olur. Her müzik türünü canlı izlemenin yolu başka… Klasik müzik izleyicisi telefonunu sessize almaz, konser boyunca kapalı tutar.
Alkış: Bu konuda da gençlik yıllarından bir utanç anım var. Bir oda müziği konserinde, sanat çevrelerinde tanınan bir kişiyle yanyana düşmüştük. Daha önce dinlemediğim bir yapıtın üçüncü bölümünün sonunda sanatçıların coşkusuna coşkulu alkışlarla karşılık verdik birlikte. Arka sıralardan da bize katılanlar oldu. Oysa, dinlediğimiz yapıt dört bölümden oluşuyormuş!... Bir klasik müzik yapıtı, ancak son notasından -eğer varsa son notadan sonraki boşluktan- sonra alkışlanır; bölüm aralarında hiçbir zaman alkışlanmaz. Yoksa, sanatçıların dikkati dağılır; dinleyenler için de büyü bozulur. Yapıtı tanımayan izleyiciler, salona girmeden önce çoğunlukla ücretsiz olarak alabilecekleri programda yapıtın kaç bölüm olduğunu görebilir; konser sırasında dikkat ederek yanlışa düşmezler. Ayrıca, konser programlarına artık önceden İnternet ortamında erişilebilir; programdaki yapıtların çeşitli yorumları o ortamda bulunabilir. Bunlara karşın yine de yapıtı tanımayan izleyici, müzisyenler coşkulu bir bölümün ardından durakladıklarında alkışı basacağına orkestra şefinin kendilerine dönmesini, müzisyenlerin duruşlarındaki selam anlatımını bekler. Geç alkış erken alkıştan yeğdir.
Bu durum, opera ya da balede değişebilir. Alkış için perde ya da sahne sonunu beklemek gerekmez. Örneğin, bir aryanın sonunda tenor; bir solo ya da ikili dansın ya da grup dansının bitiminde dansçı ya da dansçılar alkışlanabilir.
Konser sonu alkış konusuna gelince, ülkemiz izleyicisi, ne yazık ki, biraz cimridir. Gelişmiş ülkelerde dakikalarca alkışlanan seçkin sanatçılar bizim ülkemizde kısa bir alkışla sahne arkasına gönderilir. Oysa, sanatçının gıdası alkıştır.
Klasik müzik konserlerinde, operada, vb beğendiğini göstermek için ıslık çalınmaz. Bu tür sanat gösterilerinde ancak kötüler ıslıklanır! Böyle ıslıklama içinse gösterinin sonu beklenmez.
Salondan çıkış: Sanatçılar selam verirken ayağa kalkıp salondan çıkmaya yönelmek sanatçıya karşı yapılan büyük bir ayıptır. Sahne boşalmadan ya da perde son kez kapanmadan salondan çıkılmaz.
***
Bu yazıda en çok kullanılan sözcük “saygı” oldu; çünkü bir sanat gösterisinde ister sanatçı ister izleyici olsun tüm katılanların ortak duygusu budur: sanata ve birbirine saygı…
***
Güzel bir sanat mevsiminin paylaşılması, sanata erişme ayrıcalığının herkesçe kullanılması dileğiyle…
Mina TANSEL
8 Ekim 2017