Öğretmen, Yazar, Yönetmen; tiyatronun Duayeni Erhan Gökgücü
Erhan Gökgücü (1939-2020), birçok oyuncunun, tasarımcının tanınmasına neden olan oyunların yönetmeni, bazılarının da yazarı, bir çok başarılı oyuncunun öğretmeni olarak adını yazdırdı tiyatro tarihimize. Hepsi bir yana yazıp yönettiği Giordano Bruno ve yönettiği Getto ve daha bir çok oyunu başlı başına değerlendirmelere, üzerine tartışmalar açılmasına değer tiyatro olaylarıdır.
Başarılı bir yazar, yönetmen hepsinden önemlisi yılların öğretmeni yani mesleğinin duayeniydi ama bir süredir projelerini yaşama geçiremiyordu. Cebinde her zaman projeleri vardı, üzerinde çalıştığı metinleri, tasarımları, oyuncu kastlarıyla neredeyse sahnelenmeye hazır oyunları olurdu hep sanal repertuvarında. Öneriler alıyordu ama inandırıcılığı ve gerçekleştirilme koşulları kabul edeceği gibi değildi. Taviz vererek oyun yönetmek yapacağı bir şey değildi. Hiç kuşku yok koyacağı oyunla tiyatroların son zamanlardaki niteliksiz oyun repertuvarlarına olumlu bir katkı yapacaktı, kendisine iletilen önerilerin gerçekleşmesini sağlayacak koşulların sağlanmamasının nedenini bilebilmek olası değil.
Son zamanlarda Sadri Alışık Sanat Akademisi'ndeki çalışmalarımız sırasında kahve/ sigara/ sohbetten oluşan mola masamıza yeni bir çalışmasının keyfi eşlik ediyordu. Polisiye roman yazıyordu. Sıkca sözettiği kedisi Lüsifer de yer alacaktı romanında.
Romanının yayınlanmasında önce o sürpriz kötü haberle hastanedeydik. Hastalığı da gidişi de sürprizdi bence çünkü doğaya karşı bir umursamazlık halindeydi. Ne sigarasından ne kahvesinden ne de enerjik yaşamından ödün vermeye niyeti olmamıştı hiç.
Erhan Gökgücü idare etmezdi. Yaşam alanında idareten yer alan birşey olmazdı. Öğretmenliği , hayvanları, tiyatroyu ve en önemlisi sevdiğini, Funda'yı ciddiye alır onlar hayatındaki herhangi bir öge olmanın ötesinde yaşamsal değer kazanırdı. Kedilerinden birisi bırakın hasta olmayı küsecek olsa bir bütün gün onun gönlünü almak için çaba harcaması doğaldı ve ertesi gün bunu uzunca konu etmesi de anlaşılırdı. Kedilerinden biri olan Lüsifer hastalanıp hastaneye düştüğünde onu yalnız bırakmayan Funda'ya mı üzülsün 'üzüldü, yoruldu, uykusuz kaldı diye' yoksa sokaktan kurtardığı işkence mağduru Lüsifer 'e yapılan yanlış tedavinin sorumluluğuna mı paydaş olsun bilemezdi. Öğrencilerinin gereksinimi için saat sınırlaması bilmez, her birini ayrıntılı tanır, yeteneklerini ve bilgilerini geliştirmek için düşünür, katkı vermek için çaba harcardı. Gerçek tiyatrocular ya da olmaya istekli olanlar onun uzun yorucu provalarının bir şans olduğunu bilirdi. Gerekçelendirerek isterdi . Öğrencinin - oyuncunun- adresi önemli değildi Konsevatuvar mı, kurs öğrencisi mi ya da oyun yönettiği kurum ödenekli mi, özel mi, yoksa amatör mü? Ayrımı olmazdı. Kendisi kadar önemseyen ciddiye alan öğrencisi ya da oyuncusu -ki çoğu kez öğrencisi olurdu, nice zamandır öğretmendi_ kazanırdı. Sahnelediği, yazdığı oyunları ödüller alır, uzun uzun sahnede kalır, yazılara haberlere malzeme olurdu. Tiyatro alanında aldığı otuzdan fazla ödülünden daha çok ÇYDD nin Aziz Nesin adına düzenlenen Giardono Bruno ile aldığı yazar ve yönetmen büyük ödül ve Hasan Ali Yücel yazar ödülünün kendisini onurlandırdığını belirtiyor özgeçmişinde.
Tiyatro çevrelerinin yaygın kabulüne göre sanatçılığı tartışılır kişilerin ilgi alanında da çok emeği vardı: Sivil toplum kuruluşlarında yer almaktan kaçınmaz, uzun tartışmaların, savaşımların içinde taraf olurdu. Tiyatro alanında hem yönetmen hem yazar olarak bunca önem kazanmış olmasına karşın ödenekli tiyatroların yönetimi ve kurumlaşması konusunda da düşünce üretip paylaşmaktan geri durmazdı. Artık tarihe karışan tartışma programlarının konuşmacılarından biri olurdu hep.
Duayendi ve gençti. Enerjisi çevresini sarardı. Tiyatroda yazarlığının da önüne geçirdiği yönetmenliğinde yöneteceği oyunu ayrıntılarla dokur, metin, oyunculuk, tasarımlar için düşünür, dener, tartışır afişinden başlayarak son oyun gününe dek bu uğraşısı günlük yaşamının temelini oluştururdu. Bunların her biri için uzun tartışmalara girmesi sıkça görülen bir alışkanlığıydı. En iyisi, en güzeli, en doğrusuydu amacı, idare edip sahneye bırakmazdı metni, oyuncusunu ve tasarımcılarını. Bu yapısı bazen onu zor bir adama dönüştürürdü. Ama her zaman pek örneği kalmayan zarif bir beyefendi gibi yaşadı. Keşke hep yanımızda yöremizde olsaydı, oyunlar yönetseydi, izlediği oyunlar üzerine görüş belirtseydi, öğrencilerini eğitmeyi sürdürseydi, uzun uzun tartışsaydık.
Erhan Gökgücü'nden polisiye roman"Muz Kabuğu Cinayeti"
Erhan Gökgücü'nün son kitabını onu yolcu ettikten sonra okudum. "Muz Kabuğu Cinayeti"(*) isimli polisiye romanı sevgili Funda Gökgücü'nün gönderisiyle elime aldığımın ertesi günü bitirmiştim. Bir tiyatro adamının yazdığı öyle belliydi ki yarattığı karakterler sanki o yirmidört saat içinde benimle oturup kalkmışlar, söyleşip etmişler kadar tanıdıklarım olmuşlardı. Bunca inandırıcı insanlar yaratıp onları çok hoş bir dramatik aksiyonla merak içinde koşuşturup bir cinayetin aydınlanması için telaşa sokup 'hah işte tamam' dediğinizin ertesi sayfada 'hay allah değilmiş' diye yanıltıp yani baştan sonunu tahmin etmek ne kelime son sayfalarında bile sürprizle yürüyen bir polisiye. Yıllardır keyifle seyretmekte olduğum polisiye filmlerden sonra bundan böyle polisiye roman okumayı düşünüyorum artık. Evini ziyaret ettiğimde Bertolt Brecht'in çalışma odasında masasına oturmamı istemişti görevli. Saygıyla çekinerek benimkiyle aynı marka daktilosundan başımı kaldırdığımda odasının tavana yakın yüksek raflarındaki polisiye kitapları görüp şaşırmıştım. O kitapları bazen tekrar tekrar da olsa okuduğunu söylemişti görevli.
Sevgili Erhan'ın bir tiyatro yönetmeninin zekayla gelişen yaratıcılığının bir göstergesiydi demek ki polisiye roman yazarlığı. Romanın baş kahramanı dedektif Cevahir hafif derbeder, sigara bağımlısı, keyifle içkisini içen son derece zeki, kültürlü, biraz bohem ve hatta uçarı bir adam. Cevahir dedektifliğe devam etse keşke diye düşündüm. Bunun ilk ve son olması doğru değil, bence Cevahir'in başkaca maceralarını okumalıyız. Erhan kitabının ön kapağında kendisine destek veren eşi Funda Gökgücü'ne teşekkür etmiş. Öyle sanıyorum ki bu destek onların birlikte üretme alışkanlıklarının içerdiği kapsamda, bu nedenle Cevahir'in devamına ilişkin dileğim umarım uygun adrese gidiyordur.
GÜLŞEN KARAKADIOĞLU
17 Ocak 2021, Ankara
(*) Bilgi Yayınevi Mart 2020