Çocukluğumdan bu yana kedilerle yakın oldum hep. Bugünlerde de iki güzel gri kedi var yakınımda. Bunlar günlerini oturduğum apartmanın bahçesinde geçiriyorlar, komşu binanın bodrum katını yatak odası olarak kullanıyorlar, beslenme ve gün boyu görece sıcak bir yerde dinlenme sorumluluklarını da ben üstlendim.
Bugünlerde bu güzelliklerin ayak izlerini arabamın ön ve arka camında görmeye alıştım. Olağandı, çünkü arabada yiyecekleri var ve onlara servisi edeceğimi iyi biliyorlar. Bir süre sonra tavandaki yumak yumak tüylerinden anlaşıldı ki üzerinde oturmak için de beğenmişlerdi arabayı. "Olsun ne yapayım" diyordum ki, gören komşularım haber verdiler; kediler ön patilerinin tırnaklarını arabanın kabriyo bölümünde yani açılıp kapanan kumaş bölümünde törpülüyorlardı. Kazım'ın Zilli'sinin koltuklarımda bıraktığı tırnak izlerini düşününce bu duruma bir çare aramam gerekti. Uzmanına sormak üzere arabayı aldığım Kartaş'a gittiğimde Genel Müdür Muharrem Yazıcı Tofaş'ın 50. yılı nedeniyle basılan bir kitap armağan etti. Kitap ilginçti, merakla karıştırdığımda son 50 yılın sanayileşme sürecine ilişkin çok somut bilgilere ulaşırken Adalet Ağaoğlu'nun bir romanından, Bertolt Brecht'in de bir şiirinden alıntıyla karşılaşmak hoştu.
Brecht,
"İnsanoğlu sür bizi
Seni öyle sarsmadan taşırız ki
Suda zannedersin
Kendini
Seni öyle sessiz taşırız ki,
Sürdüğün araba değil
Gölgesi zannedersin" diyordu.
Dünyayı siyaseten algılamadaki ustalığını sanatıyla örtüştürmekteki başarısıyla Brecht'in dediği gibi bazen fark ettik nereye- nasıl sürüklendiğimizi. Bazen de büyük sarsıntıyla, sancıyla, yıkımlarla aşabildik o sürüşleri.
Ülkemin sanayileşmesinin demokratikleşme süreciyle koşutluk içindeki kültürel alt yapısı (ya da üst) ne kadar incelenesi bir alandır.. Sanayileşmenin aydınlanmada, kültürel, sanatsal alt yapının nitelik kazanmasına değer katan önemi açıkca ortada dururken bildiğim kadarıyla hayli yoksul bir araştırma perspektifi, eksik bir yöneliştir. Kendi dinamiğiyle sanayileşen batılı ülkelerde görmeye alıştığımız gibi, burjuvazinin kültürel sanatsal üretime katkısı ülkemiz için de vazgeçilemez, özlenen, gereksinilen bir gerçeklik.
Son yıllarda yaşadığımız demokratik kırılma noktalarında sıkça gözümüze çarpan bir durum saptaması değil mi bu! Kitlelerin özellikle gençlerin çağdaş yaşam talebini uzaktan ilgisizce seyreden mi kendimizden hissettiğimiz, riskleri görmezden gelen ve kendince -ve gereken özenli mesafeyi koruyarak- ilgisiz kalmayan mı? Doğrusu kalkınacaksak, bir işçinin ülke ekonomisine sağladığı ekonomik katma değer kadar başkaca (bilim-sanat-eğitim gibi) değerleri de sorumluluk alanında sayması saygıya değer bir tutum. Böyle olduğunda demokratik yaşam biçimine kayıtsız kalınamıyor ve ne yazık ki bu, ülkemiz gibi eksik demokrasilerde bir anlamda özveri anlamına geliyor.
"Tofaş'ın 50 Yıllık Yolculuğu "na ilişkin kitabı karıştırırken öğrendim ki ülkeme getirilen ilk araba gümrüğe geldiğinde , yasal düzenlemede yeri olmayan bu aleti nasıl isimlendireceklerini bilemeyen gümrük görevlileri çareyi osmanlıca "otomatik" sözcüğünü uygun görüyorlar. Ve böylece otomobil, 1904 yılında ülkeme ilk girişini "zat-ül hareke" adıyla yapıyor.
Benim ilk zat-ül harekem, ablamın biraz da sen oyna dercesine verdiği 24 yaşında bir volkswagen (vosvos -tospağa diye bilinen) keyfartdı. O yıllarda kadrosunda yer aldığım AST'ta küçük bir çocuk halindeki Doğa Rutkay'ın "anne ne olur Gülşen'in kırık dökük arabasına binelim" diye ısrarcı olacak kadar beğendiği bir ilginç konumdaydı! Silecekleri birbirleriyle sorunları varmış gibi tuhaf çalışır, zaten iki tane olan kapının biri açılmaz , gaz pedalı sıkça sorun yarattığı ve yaşı nedeniyle yedek parçası bulunamadığı için amatör yedeklemelerle yürümeye çalışan bir araçtı. O yıllarda Hacettepe Üniversitesi'nde olan arkadaşım Michael Fritsche'nin " acele bir yere uğramam gerek" yalanıyla arabadan kendisini dar atttığını, sonra ortak arkadaşımız ressam Leyla Onat'a "katastrof bir araçtan ve şoför" ünden canını zor kurtardığından söz ettiğini hatırlıyorum. Yurtdışına gideceğim sırada arabanın minik arka camına "satılık" yazıp, Ergin ve Gönül Orbey ziyaretimden dönerken peşime takılan polis aracını atlatmaya çalışıp, tabii atlatamayıp "yine" karabasanıyla sağa çekip; "buyrun" dediğimde;" arabanız satılıkmış" sözlerinin yüzümde oluşturduğu aşırı memnuniyetin pazarlıkta önüme engel olmasını da hatırlıyorum.
Sonraki binek araçlarım artık otomobil sıfatına daha uygun Tofaş'lı arabalardı ve sonuncusu ilk folksvagınıma en benzeyeni. Anlaşılan onu küçük gri kedilerle paylaşmayı kabul edeceğim....
Gülşen Karakadıoğlu
18 Şubat 2019, Ankara