"Maden" ve "Demiryol" gibi iki filmle bir sinema yönetmeni/senaristi/yapımcısı vardı bu ülkede . (*)
İkide bir madenlerde, demiryollarında insan öldürmeyi adet edinmiş bir ülkede o filmler çekildiği yıllarda gösterildiği perdelerde kaldı... Sanki bu filmlerden zaten çok varmış da bunları da unutabilirmişiz, bir kıyıda bırakma hakkımız varmış gibi. Duyarsız mıydık yoksa onları anımsamamızı engelleyen olup başka bir çekince mi vardı. Soma'nın madeninde, Tekirdağ'ın raylarında gündemin sahiplerinden biri olarak o filmlerin hatırlanamamasında başkaca etkenler mi vardı.
Yavuz Özkan çok film yaptı ama "Maden" ve "Demiryol" bu ülke sinemasının onur listesinde yerini almıştır. Lafı eğip bükmeden doğrudan söylemiştir. Biraz fazla mı konuşan filmler olmuştur doğrusu tartışırım kendimle.. Daha çok sinemasının diline mi bıraksaydı diyeceğini...Bilmem ama Maden filminden sonra bazı sahneler sık sık geldi aklıma..Çadırdaki kadınların kimsesizliği, madendeki işçilerin o ürkütücü koşullara karşın çadırdaki kadınlarla yaşam sevinçlerini renklendirmeleri, evlerin yoksun ama sevecen, inandırıcı görselliği, Halil Ergün'ün o Anadolu yüzü, inanmaya hazır gözleri, Tarık Akan'ın saf, dürüst, çocuk adam inancı, Cüneyt Arkın'ın bilge işçi ağırbaşlılığı, Hale Soygazi'nin çıkarsız, mutsuz, karanlık gününe bir "belki" olasılığı açan ve sönen yalnızlığı, Meral Orhansoy'un yalın, sade oyunculuğu...Ne bildiğim, ne tanış olduğum yaşam biçimlerinden, tanıklık ettiğim, yaşantı deneyimlediğim yaşanmışlıklardandı bunlar ama beni seyirci olarak ilgilendirmişti. Dahası ilişkilendirmişti maden işçisinin yaşam koşullarıyla.. Ekonomisiyle, yönetimiyle, çalışma koşullarıyla ve önemlisi -hiç ihmal etmeden- yaşam koşullarıyla. İnandırıcı, sade, içtenlikli bir sinema diliyle. İşte bazen keşke daha sınırlı olsaydı diye parantez açtığım o siyasal diyaloglar dışında olanca doğallığıyla... Aşağıda yüzlerce metre aşağıda bir maden ocağında yaşananlar ve yukarıda evlerde, sokaklarda, yazıhanelerde, çadırın sahnesinde, kulisinde... yaşananlar.
O yıllarda Deneme Sahnesi'nde ASİS Sendikası'yla işbirliğiyle yürüttüğümüz bir işçi tiyatrosu çalışması vardı. Çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin uzunca süren gözlemlerim sonucunda bir işçi oyunu yazmıştım. Oyunu o sırada Ankara Cezaevi'nde olan Yılmaz Güney'e götürüp görüşünü istemiştim ve övgüsünü almıştım... Sinemanın gücünün tiyatroyla kıyaslandığında seyirciye daha çok şey iletmesi olanaklıydı tabii bir de işin ardında Yavuz Özkan vardı. Onun gücü, isteği, kararlılığı filme katılan o güzel insanların da katkılarıyla ortaya çıkmıştı "Maden". Dün gece filmi baştan sona izledim yeniden, ardından Tarık Akan'ın bir söyleşisini... Yavuz'u anmak için bir dost sese ihtiyacım vardı, Halil'i aradım... "Eksiliyoruz" dedi o kırık, yaslı sesiyle Halil Ergün, " yine acı yaşadık, bir bir gidiyorlar..."
Yavuz Özkan, bir profesyonel film yapımcısı, senaristi, yönetmeni gibi değil bir kültür kurumu olarak çalışıyordu. Ben film çekerim gerisinden bana ne demedi hiç. Edebiyatımızın bazı örnek eserlerinin senaryolaştırılması yolundaki çalışmalarından birisini önermişti bana, Nahid Sırrı Örik'in "Kıskanmak" isimli kitabını senaryo olarak uyarlamamı istemişti. Tabii ciddiye aldım, bir süre çalıştım ama sonlandıramayacağımı söyledim arayıp, teşekkür ederek... "Belki başka zaman, başka bir çalışmada..." demiştik...
Saygıyla anarak....
Gülşen Karakadıoğlu
27 Mayıs 2019, Ankara
(*) Ertem Göreç'in Vedat Türkali ve Lütfü Akad'la birlikte yaptığı "Karanlıkta Uyananlar" filminden 13 yıl sonra işçi sınıfı ve örgütlenme üzerine yürekli bir çıkıştı Yavuz Özkan'ın filmi.