Ülke gündemimizde ne varsa köşede de o var bugün.
Oyuncu Füsun Demirel, “bir bombacıyı oynamak isterdim” diyince kızılca kıyamet koptu, oynamakta olduğu diziden apar topar çıkarıldı! Çünkü, izleyici, “oynamak istemek” ile “olmak istemek” arasındaki farkı bilemiyordu. Gerçi bir takım ünlü oyuncular kötü tipleri canlandırmaktan “üstüme yapışıp kalır” korkusuyla kaçınırlar ama o korku “herkes beni kötü sanar” korkusundan çok “başarılı olursam bundan böyle bana hep kötü insan rolleri verilir” korkusudur. Kendine güvenen oyuncu çok farklı tipleri canlandırmak ister. Onları canlandırırken de okuduklarından, gözlemlediklerinden,yaşadıklarından, duyumsadıklarından yararlanır. Her gün onlarcasıyla karşılaştığımız maço erkek, meraklı komşu, kurnaz tüccar, sevecen büyükanne gibi tipleri canlandırmak oyuncu için güç bir iş değildir. Giderek hep böyle alışılmış tipleri canlandırmaktan sıkılabilir; kendini sınamak, “aşmak” isteyebilir; onun için bir psikopatı oynamayı çok daha ilginç bulabilir. Psikopatı oynamak istemesi onun psikopat olmak istemesi anlamına gelmez elbette; ama bizim ülkemiz gibi, dizide aldatılan saf kocayı oynayan aktörü sokakta görünce “Abi, biraz gözünü aç, karın seni aldatıyor” diyenlerin sayısının az olmadığı bir ülkede oyuncu ile oynadığı kişinin farklı olduğunu anlatmak kolay değil, anlaşılan. Güleriz ağlanacak halimize yerine ağlıyoruz gülünecek halimize mi demeli?
Teröristi oynamak değil ama teröristleri anlatmak, dünyanın her yerinde ateşten gömlek giymektir bir bakıma. Bu köşede daha önce de söz etmiştim (Özgürlük Dansı, Ağustos 2015), ünlü İngiliz yönetmen Ken Loach Özgürlük Rüzgârı filmiyle Cannes Film Festivali’nde ödül almıştı ama ülkesinde azımsanmayacak sayıda eleştiri oklarını üzerine çekmişti: yalnızca bazı muhafazakâr milletvekilleri değil, bazı sinema eleştirmenleri de onu Birleşik Krallık’a karşı teröristlerin yanını tutmakla suçlamışlardı.
Teröristi yalnızca kurgusal olarak anlatmak değil, belgeselde göstermek de her babayiğidin harcı değil. Teröristi anlatmak, ip cambazlığı gibi: bir yana devrilmeden bu işin işinden çıkmak güç; ama yine de buna kalkışanlar hep var. Örneğin, intihar bombacının “psikopatoloji”sini anlamak/anlatmak için ABD’li, İsrailli yönetmenler belgeseller çektiler. Amerikalı gazeteci Barbara Victor’un -Yaser Arafat’ın Güller Ordusu dediği- intihar bombacısı Filistinli kadınlarla ilgili belgeseli, kadının toplumdaki ezilmişliği boyutunu da bir öge olarak öne sürüyordu.
İntihar bombacılarına ilişkin son belgesel, İslamiyet’i seçen yönetmen Norveçli Paul Refsdal’in Düğme adlı filmi… Refsdal, daha önce Afganistan’da Taliban’ı çekerken başka bir Taliban çetesine tutsak düşmüş, sonradan Maskelerin Ardındaki Taliban (2010) adlı o belgeseliyle ödül almıştı. Bu kez El Nusra’nın intihar bombacıları arasında altı hafta kalarak çektiği belgesel Şubat ayında Batı medyasında oldukça geniş yer buldu.
Burada bir parantez açıp Norveç’in her yıl düzenlediği Uluslararası Belgesel Film Festivali’nin saygınlığını anımsatmak, Norveç’in gözüpek belgeselciler yetiştirdiğine değinmek gerekir. Kuzeyin bu dingin ülkesinden, havadan sudan söz eden değil, günümüzün can alıcı konularının üzerine yüreklilikle giden belgeselciler çıkıyor. Onların son birkaç yılda çektikleri, Endonezyalı ölüm mangalarıyla ilgili Öldürme Eylemi (2012, yön: Joshua Oppenheimer), ya da insansız hava araçlarıyla ilgili (Nevada’daki odalarında bilgisayar oyunu oynar gibi bu hava araçlarını yönlendirenlerle bu araçların vurduğu sivilleri anlatan) Drone (2014,yön: Tonje Hessen Schei) gibi belgeseller dünya kamuoyunda ses getirdi.
Bağımsız yönetmen Paul Refsdal intihar bombacılarıyla ilgili belgeselini Norveç devlet televizyonunun parasal katkısıyla gerçekleştirmiş. 2012’den bu yana 91 gazetecinin öldürüldüğü Suriye’de, El Kaide’nin Suriye kolu olarak bilinen El Nusra Cephesi militanlarıyla birlikte Aralık 2014- Mayıs 2015 arasında toplam 6 hafta geçirerek çekmiş belgeselini. Resfdal, “Gazetecinin %100 kendilerinden yana olmasını beklemiyorlardı, gördüklerini yansız olarak yansıtacağına güvenmek istiyorlardı yalnızca” diyor. Ona iki sınır koymuşlar: binaları dıştan çekmeme, önderlerini göstermeme… Kendini tanıyan militanların arasında bir sorun yaşamamış, onu hep kollamışlar: örneğin Halep’te bir Internet kafede bir grup Çeçen militan onu casuslukla suçlayınca hemen bir din önderi gönderip ortalığı yatıştırmışlar. Esad güçlerinin attığı bombanın ardından oluşan hasarı görmeye gittiklerinde orada bir gencin Esad’ın sivilleri hedeflediğine ilişkin söyleve kalkışması üzerine sözünü kesip, “Hayır, doğruyu söyle, burada hem bizim askeri üssümüz var, hem de siviller yaşıyor” diyerek yönetmene doğruyu göstereceklerini kanıtlamışlar.
Refsdal, basın toplantısında, DAEŞ’in intihar bombacılarını sık sık dalga dalga göreve gönderdiğini, El Nusra’nınsa iki operasyonu arasında ise birkaç hafta geçtiğini, bu durumda intihar bombacılarına 1,5-2 yıl sonra sıra geldiğini belirtiyor. (Besbelli, bu süre belgeselcinin de işini kolaylaştırıyor!!!)
Refsdal’ın belgeseli, üç intihar bombacısını merceğe alıyor. Biri el Britani takma adını taşıyan bir İngiliz vatandaşı: babası Amerikalı, annesi İngiliz… Babası Hollywood’da Braveheart, Indiana Jones gibi filmlerde yönetmen yardımcılığı yapmış. Annesiyle babası boşandıktan sonra bir süre üvey babasının işi gereği Orta Doğu’da bulunmuşlar. Orada okula gitmiş, Arapça öğrenmiş. İngiltere’ye dönünce üniversitede Orta Doğu araştırmaları okumaya başlamışmış... Belgesel çekilirken yeni evli; karısı bebek bekliyor. Arada bir, intihar etmesinin onlara haksızlık olacağını düşünmeden edemiyor. İkincisi Suudî vatandaşı… Bir buçuk yıl önce doğan kızını bilgisayarda seyrediyor. Bir kızı daha var memlekette. Üçüncüsü, ölünce kendisine 72 bakire verileceğini mutlulukla düşleyen Suriyeli bir genç… Asıl amaçlarını gerçekleştirene kadar kendilerine örgüt içinde verilen öteki görevleri yerine getiriyorlar.
Belgeselle ilgili anlatılanlarla tanıtım filmine bakılırsa en çarpıcı sahnelerden biri filme adını da veriyor. Patlayıcı yüklü, tuhaf görünümlü kamyonun sürücü koltuğuna oturan intihar bombacısı gösteriyor: “Şunu çekerek bırakıyorum, sonra bunu çekip bırakıyorum. Hedeften birkaç metre uzaklaşınca şu düğmeye basıyorum. Hepsini cehenneme gönderiyorum. Kendim Allah’a kavuşuyorum.”
Filmi Avrupa’da dört televizyon kanalı hemen satın almış. İlk gösterimi ise Mart ayında Norveç’te yapılacaktı. Bu gösteriminin yansımalarına henüz rastlamadım. Olumsuz eleştiriler de çıkacaktır elbette. Ama yasaklandığına, yönetmeninin yaka paça göz altına alındığına ilişkin bir haber almayacağımız kesin. Norveç ulusal istihbarat örgütünün sözcüsü Martin Bernsen, Agence France Press’e şöyle konuştu: “El Nusra Cephesi ya da DAEŞ’i desteklemek, onlara katılmak, yasalara aykırı. Onlar hakkında belgesel yapmak, onları desteklemek ya da onlara katılmak olarak değerlendirilemez.”