Şefik Kahramankaptan sanat ve kültür adına ne varsa hepsini bir araya getirecek bir portal tasarladığını söylerken aklıma Şair Nigar Hanım’ın evinde düzenlenen toplantılar gelmişti.
Kendi haline bıraksanız, herkesin yalnızca kendi meslektaşlarıyla görüştüğü bir dünyada sanatçıların da durumu pek farklı sayılmaz: müzisyenler müzisyenlerle, şairler şairlerle birliktedir daha çok. Böyle olunca, farklı dallarda üretim yapanların -ister bir salonda, isterse çağımızın olanaklarıyla sanal ortamda- bir araya getirilmesi, “bin çiçek aç”masına yol açacak değerli bir çaba oluyor. Osmanlı’nın büyüklükten çıkıp sanatçıların içe kapanmaya başladığı yıllardı Nigar Hanım’ın Salı toplantılarını düzenlediği yıllar. Bugün ortalığı yine bir umutsuzluk sarmış görünüyor. Dayanışmaya en çok gereksinme duyulan dönemler böylesi dönemler değil midir?
100-150 yıl önce -Rusya da içinde olmak üzere- Batı’nın kültür merkezlerinde sanat dostu, sanatın koruyucusu, varlıklı kadınlar evlerinin görkemli salon kapılarını (portallarını!) genç, yaşlı, yoksul, varlıklı sanatçılarla sanat dostlarına, kültür insanlarına açarlarmış. İstanbul’da da Şair Nigar Hanım, kışın Nişantaşı’ndaki konağında, yazın Boğaziçi’ndeki yalısında sanatçılarla “fikir adamları”nın katıldığı toplantılar düzenlermiş. Her Salı düzenlenen bu toplantılara müzisyenler, yazarlar, şairler, vb dışında yabancı konuklar da katılırmış. Seçkin kişiliğiyle, kültürüyle beğenilen Nigar Hanım’ın geniş çevresinde Osmanlı hanedan üyeleriyle prensler ve prensesler de varmış. Dönemin etkili edebiyatçılarından Recaizade Ekrem, Nigar Hanım’ın nezaketini, zarafetini, letafetini anlatan bir de şiir yazmış.
Öte yandan, dışarıdan görünen Nigar Hanım başka, şiirlerinin anlattığı Nigar Hanım başkaymış:
Nigar Hanım, bir paşa kızı ile bir paşanın evliliğinden dünyaya gelmiş. Gözlerini 1856’da İstanbul’da açmış dünyaya, ama paşa babası Macar olarak doğmuşmuş. 1848 devriminden sonra İstanbul’a yerleşip Müslümanlığı seçmiş, Osmanlı ordusunda Kırım Savaşı’na katılarak Paşalığa yükselmişmiş. Macar asıllı Osman Paşa ile paşa kızı Emine Hanım’ın kızları Nigar, şair olarak ünlenmiş; paşa babasından da, paşa dedesinden de ünlü olmuş.
Doğu, Batı kültürlerinin harmanlandığı bir evde yetişirken Arapça ile Farsça’nın yanı sıra Fransızca ile Almanca da öğrenmiş. Babasının müziğe, annesinin şiire ilgisinden etkilenmiş.
Mutsuz bir evlilik geçmiş başından. Kocası belli bir işi olmayan, eğlence düşkünü bir adammış. Üç çocuğu olmuş. 15 yıl sonra ayrılmış, ama beş yıl ayrı kaldıktan sonra yeniden aynı adamla evlenmiş. Bu kez yedi yıl evli kalmış. Mutsuz bir evlilik, çok bağlı olduğu annesiyle babasının art arda gelen ölümleri onu epeyce sarsmış.
Şair Nigar Hanım, 19. yüzyıl sonlarıyla 20. yüzyıl başlarında kendi iç dünyalarına kaçan ülkemiz edebiyatçıları içinde kendine özel bir yer edinmeyi başardı. Edebiyat eleştirmenlerimizden Fuat Köprülü, onu “edebiyatımızda canlı ve samimi eserler bırakabilen hemen ilk şairimiz” olarak değerlendiriyor.
Nigar Hanım, ince ruhunun derin acılarını şiir kitaplarında topladı. Kitaplarının adları bile duygularını yansıtmıyor mu? “Üryan (Çıplak) Kalp”… “Efsus” (Yazık)… “Niran” (Ateşler)… “Aks-i Seda” (Yankı)… 41 yaşındayken düz yazı olarak kaleme aldığı aşk anlatılarını “Safahat-i Kalp” (Gönül Safhaları) adı altında bastırdı. Girive (Tepe) adlı üç perdelik bir dram yazdı. Bazı düzyazılarını Elhan-ı Vatan (Vatandan Ezgiler) adı altında yayınladı.
1 Nisan 1918’de sanki sevenlerine kötü bir şaka yapar gibi yaşama gözlerini kaparken 64 yaşındaydı. Yaşamı boyunca tuttuğu günlüklerinin ölümünden 50 yıl sonra yayınlanmasını istemişti. Ancak ölümünün üzerinden 41 yıl geçtikten sonra günlüklerinin yalnızca bir bölümü “Hayatımın Hikayesi” adıyla yayınlandı. Sahaflarda çok aramıştım o kitabı. Döneminin Türk toplumsal yaşamına ayna tutan bir belge değeri taşıyan günlüklerinin tamamının yayınlanmasını hep bekledim. Sonra Nazan Bekiroğlu, onun yaşamıyla ilgili bir doçentlik tezi hazırladı da bu unutulmuş şairimiz biraz ortaya çıktı. Bizlere bırakmak istediği günlükleri hala okuyamıyoruz. Zaman zaman kulaklarımıza çalınan bazı eski şarkıların sözlerini onun yazdığını da pek bilmiyoruz. Örneğin, çağdaşı Leyla Saz Hanım’ın bestelediği şu şiirin onun olduğunu…
“Mani oluyor halimi takrire hicabım
Üzme yetişir, üzme, firakınla harabım…”
(Utangaçlığım halimi anlatmama engel oluyor/
Üzme, yetişir, üzme, senden ayrı kalmakla yıkılmış –harap- durumdayım)