Yav bu deprem lafı ne zaman nerede çıktı allahaşkına? Biz buna zelzele derdik. Daha bir yakışırdı olaya. Bir sağa bir sola sallanmak; zel-ze- le… Tam uyuyor işte.
99 depreminde yurt dışınaydım. Ama bu 6,8’lik Bodrum depremi… Resmi açıklama 16 saniye sürdüğü. Ama ben çok daha uzun sürdüğünün canlı tanığıyım.
Adından artçılar beş küsurluk ve en az on saniyelik artçılar. Önceden hasar görmeyen binalarda çatlaklar oluşmaya başladı. Binalar metal ve mental yorgunluk içerisine giriyorlar. Artık ne olacaksa olsun havasına girdiler.
İlk büyük sarsıntıda ne olduğunu başta anlayamadım. Sonra kendimi hava boşluklarına ve türbülansa yakalanmış bir uçak içerisindeymişim gibi hissettim. Bayağı uzun bir türbülanstı. Beş küsurluk depremde ise uykudaydım. Uğultulu bir rüzgarın önüne kattığı bir yelkenli teknedeyim. Yüksek dalgalar üzerinde in çık, in çık gidiyorum. İşte öylesine bir zelzele.
Neyse biz işimize bakalım. Zaten herkes öyle yapıyor. Vur patlasın çal oynasın… Bodrum bu. Özgürlüğün ve vurdumduymazlığın ve de ‘gibi olmanın’ çabası içerisinde olunan bir frekans. Altmışlı yıllardan başlayan ve bugüne dek süregelen ‘rahatlık’ konsepti altında boş ruhların kendilerini yapaylıkla örtme çabasının debelendikleri bir yer.
Aslında Bodrum bir tılsımlı çekim merkezi. Bu, ortasında karadelik olan ve o korkunç çekimine yakalanıldığında diğer ucundan başka evrenlere açılan bir kapı. Bunun farkında ol, olma; karadeliğe girdin mi görürsün Hanyayı Konyayı. Bence bu alemin başka alemlere ya da alemsizliğe açılan yedi kapısından biri. Kireçlenmiş, öylesine durup bekleyen epifiz guddesinin (pineal gland) uyanışı için inşa edilmiş bir kapı adeta. Önünde, layık olmayanları defetmek için bekçilik yapan zebaniler.Yahut danslarını ederekten kapıya ulaşan mutlu çiftleri içeri buyur eden uzun saçları yerleri süpüren zebani melekler…
Bu depremler fırtınasına açıkçası çok kızdım. Çünkü sanki deprem adı verilen bir canavar geliyor beni silkeliyor, hırpalıyor, tokatlıyor ve fakat ben karşılık vereceğim, kendisini beni ettiğinden daha beter edeceğime güvendiğim kendim bir muhatap, rakip bulamıyorum. İşte bu vur kaç yapan, gerilla taktiğiyle çalışan bu görünmez ruhsuz karakterizsizi yakalamayı boynumun borcu bildim kaç kez. Elbet bir gün karşıma ete kemiğe bürünmüş olarak çıkar. Bekliyorum.
Epifiz guddesi çam kozalağı şeklindedir. Bu gudde, Anadolu’muzun kadınlarının büyük acılar karşısında yumruklarıyla vura vura göğüslerini dövdükleri tipten hareketler sonucu uyanır. Şöyle bir silkinip doğrulur ve üzerine yapışmış kireçleri atarak gözlerini bu dünyaya açar ve Alaaddin’in sihirli lambasından çıkan dev gibi hizmete hazır duruma geçer. O bir kapıdır. O kapıdan giren bambaşka alemlere dalar ve böylece bu alemden çıkıp gidenler belki de bir daha geri dönmek istemeyebilirler. Kozalak tarih boyunca hemen tüm batıni (ezoterik, içrek) grupların, örgütlerin de simgesi olagelmiştir.
Sonuç: Bodrum’un girişine koca bir kozalak heykeli dikmek bu sihirli beldeyi en iyi simgeleyen bir eser olacaktır. Bodrum’un heykeltıraşı Rıfat Koçak bunu pekala yapabilir. Dolmabahçe sarayının duvarında, Vatikan’ın ortasında, kadim tanrıların asalarında vs… bu kozalağı görebiliyoruz.
Dostumuz Yalçın Gökçebağ’ın son eserlerini izliyoruz. Bir neşe, bir coşku gelmiş tablolara. İnsan yaşlandıkça içine bir yeistir çöker diye biliriz ama Gökçebağ’ın giderek yaşam enerjisiyle dolup taştığına tanık oluyoruz bu resimleriyle. Acaba ‘ki’ adı verilen gücü Bodrum’un kozalağından mı alıyor? Dibeklihan’daki sergisinden bahsediyorum.
Neyse ki Bodrum var; Gökçebağ ile, birçok kişiyle olduğu gibi, Ankara’da görüşmek pek nasip olmuyor. Eylülde tekrar gelecek; kısmet… Görüşebileceğiz. Sonrası; artık seneye gene Bodrum’da.
İlgi çeken diğer bir sergi ‘kıyılara kaçan kadınlar’ adını taşıyor. Bu bir fotoğraf sergisi. Yıllarca önce sahil kasabalarına kaçıp yerleşen kadınların yıllar sonraki durumları, yaşamları, yaşantıları. Nereden nereyeeee!... Belgesel niteliği taşıyor artık.
Bodrum’a kaçarak sığınmış olan kadınlar ile Bodrum’da yaşayan fotoğrafçı kadınların buluşması da diyebiliyoruz. Fotoğrafçı kadınlar bu sevimli kaçakları bir bir yakalıyor ve kadraja hapsediyorlar. Resimlerin artistik değeri de yüksek.
İlk bakışta şehirlerin kargaşa ve gürültüsünden, hengamesinden bıkmış usanmış, yorulmuş insanların bir nevi kaçışı gibi anlaşılsa da aslında bu kadınlar bence hicret eden kadınlar. Kutsal insanlar yani. Çünkü kendi içlerine göç için, kendi kendilerini yaşamak için, ‘bir ben vardır benden içeru’ denen o ‘ben’i bulmaya gelmiş kadınlar. Sahici olmayı seçenler. Tabii bir yandan, ‘canım kocalarından kaçıp gelmişlerdir’ esprisi de kulağıma gelmedi değil…
Zaten Bodrum’un asıl sırrı da budur ey halkım. Kendini bulma, sahici olma; varoluş frekansına geçme ibadethanesi. Bu, Bodrum’un özüdür. Bakmayın, ‘Ben Bodrum’a giderim, hayatımı yaşarım’ hikayesine. Bu, cahiliyet mensupları tarafından ağızlarına doladıkları klişe bir sözden öte bir şey değildir.
Bu nedenle bu kaçışlı kadınlar birer kahramandırlar. Bodrum’un bu gizemine katkıda bulunmuş meleklerdir.
KUMKUAT Fotoğraf Grubu bu melekleri resimlendirmiş. Tebrikler.
Kumkuat bir turunçgil meyvesi oluyor. Tam da Bodrum’a has, Bodrum’a yakışan bir meyve. Tansiyondan kolestrole her derde deva. Evde saksılarda da yetiştirilebiliyor. Çok lezzetli. Tohumlarından alıp Ankara’ya götürmekte fayda var galiba. Fotoğraf Grubu da bu meyveyi sembol olarak almış anlaşılan; adeta güneyin bu değerli, minik meyvesine koskoca bir anlam yüklemiş. Öyle bir yük ki o meyve minicik sırtında tüm gizemleri taşıyor.
KEV SANAT MUTFAĞI ÇALIŞTAYI SERGİSİ: Ankara’da pırıl pırıl parlayan bir insanlık ve sanat güneşi var. Bu Köksal Holding’in ana merkez binası. İçinde çok sıcak dostlar gezinip durur hep. İlim, bilim ve sanat yuvasında evrensel anlamda hiç durmaz; sürekli devinim halindedirler. Gültekin Köksal ile eşi Pınar Köksal. Pınar hanım, bestekar, fotoğraf sanatçısı, holding yöneticisi, koleksiyoner; daha da çok hasletleri var ama şu anda hepsini toparlayamadım.
Bu holding KEV (Köksal Eğitim Vakfı) adı altında öğrencilere burs veriyor. Merkez binalarındaki salonlarında düzenledikleri sanat sergilerinde de teşhir edilen eserlerin satışından elde edilen geliri burslara aktarıyorlar. Bu etkinliklerin Ankara dışına da taşarak Bodrum gibi bir maviliğe dalacağını düşünmemiştim. Daldılar işte. Dibeklihan’da bir grupla buluştular. Bu grup Alarm Art; sanat eğitimi alarak yüksek öğrenim kurumlarından mezun olan gençleri mezuniyet sonrası iş bulmaları vs gibi konularda desteklemek, önlerini açmak için faaliyette bulunan kahramanlardan oluşuyor.
KEV işte bu grupla ortaklaşa olarak bir çalıştay düzenledi. ’Küçük işler’ niteliğinde meydana getirilen eserler gerçek değerlerinin çok altında fiyatlar üzerinden satışa sunuldu.
Ortakent beldesinin serin rüzgarlı bir tepesinde begonvillerin sağa sola sallanmalarının yarattığı ritmle senkronize bir armoniye bürünen eserler hayalime giriveren bir bale sahnesinin sonunda ‘bis’ sesleriyle süslü bir alkış tufanıyla kulaklarımdan ruhuma doğru kanatlanan bir serüvene sürükledi beni.
Dibeklihan’ın yöneticisi Cenap Tezer ve ailesi bütün bu işlerin mimarı.
Monad Balkan;
14 Ağustos 2017 Bodrum - Yalıkavak