Feryat
(Canvas art gallery, İran cad. Hayat apt. 17/c
Kavaklıdere Ankara)
Müjde, Ankara’da bir sanat galerisi daha açıldı. Temmuzun sıcak bir gününde rastlantı sonucu gördüm. Tunalı Hilmi caddesinde günlük yürüyüşümü yapıyordum; İran caddesine geçerken içerlek bir avlu vardır. Orada bir kafe bulunur yanında da eskiden İş Bankası vardı. Şeytan dürttü bir girip bakayım dedim avluya. Kafenin yanında ‘CANVAS’ı gördüm; ‘art gallery’. İçeri girdim ve gezdim.
FERYAT AYDEMİR - BÜLENT AYTAÇ
Zemin katta bir sergi var; Feryat ‘ın ‘Scream Shot’ adlı resim sergisi (10 temmuz- 1 eylül 2020). Sanatçı Ankara’dan İstanbul’a üç yıl önce göç etmiş. Ankara’nın havası ile İstanbul’unki tabii apayrı. İnsan Ankara’nın ekmeğini yiyince bir şekilde eski kokuya dönüş yapabiliyor.
Resimleri modern tarza ayrılmış zemin kat salonda sergileniyor. Modern derken moderniteyi kast etmiyorum; klasik tarzın aksini genelliyorum. Klasik resim daha henüz Türkiye’de yerleşme dönemindeyken küçüklüğümde klasik veya en fazla empresyonist tarzın dışındaki soyutlamalara modern der geçilir ve hatta alay konusu bile olurdu. Yaptığın resim biraz acemice ve deforme ise, ‘modern resim yapmışsın yav..’ Hele Picasso tam bir mizah konusuydu. ‘Bunu ben de yaparım yav’ diyenler de çok oluyordu. Merhum Kenan Evren de resim yapıyordu, malum. Onun bir keresinde sanırım bir Picasso resmi gördüğünde böyle bir ifadede bulunduğu söylenir.
Feryat’ın resimleri çoğunluk büyük boy. Atölyesi uygunmuş. Az olmakla birlikte küçük ebatlar da var. Fikir edinmek için buraya tablolarından koyuyorum. Başarılı ve ilginç eserler.
Feryat’dan önceki sergi Facebook arkadaşım Bülent Aytaç’a ait. Sergisinin adı, RESONANT. Yani yankı yapan, yansıtan anlamında. Aytaç’ın özgün bir anlatım ve yorum tarzı var. ‘Cezbent’, bu da benden bir sözcük; cazibeli, çekici. Sergisinin ilk halini göremedim çünkü satıldıkça yerlerine yenisini koymuş.:))
ATILGAN BAYAR
Zemin kattan yukarı çıktığımda kulağıma gelen sesleri izleyerek idari ofisi buldum. Ve galerinin sahibi Atılgan Bayar’la tanıştım ve sohbetimiz oldu. Genç bir arkadaş; elli yaşında.. Şimdi bana genç geliyor bu yaştakiler. Oysa ben elli yaşıma geldiğimde vasiyetnamemi bile kafamda hazırlamıştım. Artık yaşlıydım ve bir ayağım çukurdaydı. Devir nasıl değişiyor; algılar nasıl değişiyor. ‘Dönülmez akşamın ufkundayız, Vakit çok geç, Bu son fasıldır ey ömrüm, Nasıl geçersen geç’ … Yahya Kemal’in bu ‘Rindlerin Akşamı’ şiirinden mısraları aklıma geliyor. Ama, nasıl geçersen geç, diyerek irademi (istencimi) boşluğa emanet edip etmediğimi bilmiyorum. Bunu bırakayım dostlar söylesin. Yahya Kemal bu şiiri tabii hissederek yazmış olmalı; o zaman kaş yaşındaydı acaba; kırk mı?
Ofise girdiğimde maskeli maskeli adamlarla karşılaşınca bir an korona hikayesini unutmuş olacağım ki bir eyleme hazırlanmak üzere olan bir mafya çetesinin ortasına düştüm gibi oldum. Sonra baktım ki bende de maske var.
Bu arada şunu söylemekte yarar var; sürekli burnu da kapayacak şekilde maskelenmek zararlı bence. Çünkü karbondioksit alıp karbondioksit veriyorsunuz. Aldığınız oksijen hayli azalıyor. Korona da bu hale bayılıyor. Kapalı ve kalabalık yerlerde, o da fazla kalmamak koşuluyla tabii ki burnunuzu da kapayacak şekilde takacaksınız.
Atılgan Bayar ismi pek yabancı gelmedi. İnternetteki biyografilerinde Zühtü Bayar’ın oğlu diye geçiyor. Zühtü Bayar ise Atılgan Bayar’ın babası diye geçiyor. Duygulandım; baba oğul her ikisi de kabul görmüş ünlü .
Her ikisi de yazar, şair, araştırmacı, tarihçi, koleksiyoner… Neyse, pederinden ayrıca bahsederim. Atılgan Bayar ayrıca tanınmış bir strateji uzmanı. Önemli siyasetçilere başdanışmanlıkta bulunmuş. Şimdilerde siyasetle alakası yok.
Zühtü bey ayrıca eleştirmenliğiyle de tanınıyor. Yeni bir eleştirmenlik tarzı ortaya koyolduğu kabul ediliyor.
MÜSLÜMAN ROMA
CANVAS’a ikinci gidişimde; ‘ Bir sürprizim var diyerek içeri girdiğimde Bayar, ‘sürprizleri çok severim’ deyince çantamdan bir kitap çıkardım. Çok şaşırdı ve sevindi, ‘Monad bey bunu nereden buldunuz?’… Yukarıda söylediğim gibi Atılgan ismi yabancı gelmemişti; internetteki biolarına baktığımda da ‘Müslüman Roma’ diye bir kitabı olduğundan bahsediliyordu. Beynimdeki nöronların birbirleriyle haberleşmesi sonucu kütüphanemde bu kitabın bulunduğu aklıma düştü. Kitapları karıştırınca şıp diye elimde buluverdim. Atılgan Bayar kitabını imzaladı, çantama koydum.
Kitap temmuz 2012’de ikinci baskısını yapmış. Kitapçıda gördüğümde kitabın ismi dikkatimi çekmiş ve almıştım. Yani tam sekiz sene oluyor. Yazarı işte şimdi karşımda duruyor. Hiçbir şey rastlantı değil. Her zaman, fırsat buldukça değindiğim C. G. Jung’un eşzamanlık teorisi burada da işlemiş oldu. Artık kitaptan dolayı mı CANVAS beni çekti buraya getirdi yoksa CANVAS mı kitabı satın almama vesile oldu zamandan geriye giderek. Eşzamanlıkta, adı üstünde her şey ayni zamanda oluyor. Yani arada zaman boşluğu yok. Gelecek, şimdi ve geçmiş aynı anda. Biz, aslında olmayan bir zaman konseptini varmış gibi algılamaya kodlanmışız. Ya da kendi kendimizi kodlamışız. Zaman, sadece kolaylık olsun diye bir nevi ölçü birimi olarak icat edilmiş.
‘Müslüman Roma’; çok çok yıllar evvel düşünmüştüm; Osmanlının Fatih’den sonra Roma’nın devamı olduğunu; son yıllarda ayni düşünceleri tarihçilerimizden de duymaya başladım. Örneğin İlber Ortaylı da buna değinmişti hatırladığım. Roma, dünyanın en uzun ömürlü imparatorluğu. Osmanlı bir devlet iken Fatih’in İstanbul’u almasıyla imparatorluk oldu. Roma’nın tüm kurumları alındı; dolayısıyla Roma’nın bir nevi devamı olundu. Roma, önce pagandı; Konstantin’le birlikte hıristiyan oldu (zaten hıristiyanlığı Antakyalı Pol ile beraber Konstantin kurdu), Fatih’le de Müslüman oldu. Fantezimizi genişletirsek belki Cumhuriyetle de laik ve Türk oldu, diye düşünüyorum. Batı, Fatih Sultan Mehmet’i Roma İmparatoru, Truva Prensi gibi adlarla da andı. Öte yandan yine Batı, imparatorluğumuzu Osmanlı değil Türk imparatorluğu olarak isimlendiregeldi. En fazla, Osmanlı Türkleri dendi. Osmanlı sonuçta bir hanedan ismi. Avusturya Macarisatan İmparatoruğu mesela. Habsburg İmpatarorluğu olarak anılmaz. Habsburg çünkü bir hanedan adıdır. Çin’de de çeşitli hanedanlar geçip gitmiştir. Ama Çin, Çin’dir. Herhangi bir hanedan adıyla anılmaz.
İtalyanlar bir zamanlar, ki hala bilinen bir kelamdır, ‘mamma ‘li turchi’ (anneciğim Türkler!) derlermiş korktuklarında. Yani ‘anneciğim Osmanlılar’ değil, Türkler. Bir de Almanlarındı galiba, Türklerden korunmak için geliştirdikleri dualar var. Bu dualarla ilgili Türkçeye çevrilmiş bir kitap var kütüphanemde; şu anda baktım, bulamadım. Yani Osmanlılar değil Türkler… Belki tabii bilinçaltlarında Tanrının Kırbacı dedikleri Attila da vardır. Sanırım anlatabildim meramımı.
Bayar, Fatih öncesi Roma’nın seküler olduğunu düşünüyor. Çünkü her dinden millet var ve devlet herkese eşit mesafede. Ne var ki Konstantin resmi olarak imparatorluğun dilini Latinceden Grekçeye, dinini de pagandan hıristiyanlığa çevirmiş. Yani kendisini ve halkını böyle tanımlamaya başlamış. Ülkemizde Grekçe konuşan Ortodokslara Rum diyoruz. Onlar da kendilerini böyle tanımlıyorlar. Yunan demiyorlar; Rum, Romalı demek. Zaten dikkat edilirse ben Yunan sözcüğü yerine Grek kullanıyorum. Çünkü Yunan, Anadolumuzun Egesinde yaşamış İyonya uygarlığının adıdır. Has Anadolu uygarlığı olan İyon, Farsçada Yunan olarak sözlendirilmiş ve Türkçeye de böyle girmiştir. Greklere Yunan demek İyonya’mızı ve o bölgeyi Yunan yapmaktır ki yanlıştır. Hamaseten konuşmuyorum. Aslı böyle. Zaten bütün dünya, biz ve Acemler hariç Yunanistan’a Grekya diyor ( Greece, Grichenland, Grece, Grecia… vs)
Tarihimizin eşsiz iki büyük dâhisi Fatih ve Atatürk. Zaten biri İstanbul’u aldığında, diğeri Grekleri İzmir’den geri yolladığında ayni şeyi söylemediler mi; ‘ Truva’nın intikamını aldım!’… Truva’yı Batı hep Türk görmüş fakat sonraları bundan vazgeçmiş. Çünkü kendilerini de Truva’yla ilişkilendirmek istemişlerdir. Ne kadar isteseler de Birinci Dünya Savaşında yenilmemiz üzerine Limni adasının Mondros Limanı'nda demirli Agamemnon zırhlısında 30 Ekim 1918 mütareke (ateşkes) anlaşmasını imzalamışlardır. Agamemnon hatırlarsak eğer Truva’yı at hilesiyle yenen Grek komutanın adıdır. Hiçbir şey rastgele değil. Bu da gösteriyor ki Batı belki bilinçaltı da olsa bizi hala Truvalı görüyor ve Agamemnon’u burnumuza şartlarıyla birlikte dayıyor. Bunları hiç unutmamak lazım.
Truva ve Çanakkale… Çanakkale geçilmez, geçilmemeli.
Bu kadar tarih yeter.
ZÜHTÜ BAYAR
Atılgan Bayar’ın annesi ressam Bengi Türkoğlu. Babası da yukarıda belirttiğim gibi özellikleri olan bir kişi. Ayrıca da bir Nazım Hikmet uzmanı. Yani Bayar böyle entelektüel bir ortamın ürünü. Sağlam bir ‘background’. Zühtü Bey ayrıca tanınmış bir eleştirmen. Eleştirileriyle yeni bir tarz ortaya koymuş. Marksçı görüşle edebiyatımıza bakıyor. Roman yazarı olarak da ‘Filler Mezarlığı’ hayli ses getirmiş. Osmanlının sanat ve duygu dünyasını en iyi yorumlayan bir tarihçi olarak görüyor kendisini İlhan Berk. Merhum İsmet Bozdağ ile tanışmış ve kurulan dostluğumuzdan onur duymuştum ki o da Osmanlıyı çok iyi tahlil etmiş bir yazardı. Tıpkı yakın dostu yazar Kemal Tahir gibi.
Türkiye’nin önde gelen bilim kurgu yazarlarından da olan Zühtü Bayar 2011 yılında İstanbul'da vefat etmiş.
ERMENİ RESSAMLAR
Galerinin üst katındaki salonda Osmanlı’nın Ermeni Ressamları adlı resim sergisi bulunuyor; 12 Haziran- 30 Ağustos 2020. Atılgan Bayar tarihçi ve koleksiyoner kimliğiyle özel bir koleksiyon ortaya koymuş. Ve sergiliyor. Koleksiyon işi sevgi işidir, emek işidir, sabır işidir ve de bilgi işidir. Paris, Uruguay, Mısır ile Anadolu müzayedelerinden ve antikacılardan toplamış resimleri. Müslümanlar resim yapmadıkları için Türk resmi olarak nitelendiriyor Ermeni ressamlarının eserlerini Bayar. Bu bakımdan sanat tarihimizde onlara önemli bir yer veriyor. Müslümanlar arasında ise Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa gibi öncüler ve 1914 kuşağı (Çallı Kuşağı) olarak adlandırılan grupta Hüseyin Avni Lifij, Nazmi Ziya gibi isimler de vardı.
Sergilenen eserlerin ressamlarının isimlerini saymama olanak yok çünkü liste uzun. Resimler tabii klasik tarzda; ne var ki modern diye tanımlanan resimlere de rastlanmıyor değil. Bu da büyük bir sürpriz. Çünkü o tarihlerde hakikaten böyle sıra dışı düşünmek bir mesele.
Ermeni ressamların cami ve tezyinat (süsleme) da yaptıklarını söylüyor Bayar.
İLKELER ve DİĞER ETKİNLİKLER
CANVAS ART GALLERY İSTANBUL, üç yıl önce İstanbul, Nişantaşı’nda kurulmuş.
Başkaca, ANTİKA VE SANAT ayrıca VERA MEZAT olarak online müzayedeler yapıyor. (Vera adı çağrışım yaptı şimdi bende; acaba Zühtü Bayar’ın Nazım uzmanı oluşundan Nazım’ın Vera’sı mı diye düşünmedim değil).
Satılan her eser sertifikalanıyor. Garanti sertifikası. Alıcı, sahtecilikten kuşkuya düşerse parası iade ediliyor. Bu önemli. Bayar, Vatikan’daki Türk tarihiyle ilgili belgeleri inceleme çalışması da yapmış. Bu nedenle Roma’da da bir süre yaşamış.
Galeri sorumlusu Ferda Duraner hanım. Hayli deneyimli, bilgi birikimli, çeşitli önemli organizasyonlarda direktörlük yapmış etkin ve etken ve zarif bir kişilik.
Monad Balkan
28 Temmuz 2020, Ankara