Bakırköy, kırklı- ellili yıllar
AYİN
Martılar toplu halde ayindeler. Şışşş, ses etmiyorum. Hem de benim kayamın üzerinde. Çevremdeki minik dalgalar taş kesiliyor; su da katılıyor saygı duruşuna. Elimde pabuçlarım. Su dizlerimin altında.
Ayin bitiyor. Martılar derin meditasyonlarını kanatlarında taşıyarak ufka açılıyorlar. Ufuk kayıp dünyalar diyarı. Ben ise derinimdeki ufka kaybolmaya gidiyorum
Artık kaya sadece bana ait. Zaten hep benimdi. Oltamı sallıyorum. Lapin, çırçır, kaya balığı, horozbina… Birbiri ardına dokunup geçen de var iğneye yakalananı da… Hepsi benim. Deniz, kaya, kendim de kendiminim. Denizin mavisinin, yosunyeşili yeşilinin tonları arasındaki gizli koridorlarda gezinen gizem de ben. Ve birkaç saat süren bir meditasyon. Kayanın yanındaki duvarın tepesinden bir ses, ‘bana da balık tut, sana para veririm’. Eliyle de iki parmağını birbirine sürterek para işareti veriyor.
Ben sokak çocuğu muyum…
Meditasyon kesiliveriyor..
Hoş geldin dünya. Hoş geldin Viyana Gazinosunun öğlen rakılarının garsonları.
BOĞAZ VAPURU
Martılar; Boğaz vapurlarının sahanlığında uzattığımız öte beri yiyecekleri kapıp uzaklaşan martılar. Vapurla ayni hızdalar; havada asılılar diyorum. Nasıl oluyor? Vapurun içinde de uçup aynı yere konuyorlar.
Zıplasam aynı yere düşerim; tekne altımdan kayıp gitmez. Ha tekne ha biz. Dünya da dönüyor, derler. Dünya da ayağımın altından kayıp kaçmıyor. ‘Yavrum insan nerdeyse oraya ait olur’’.
KEDİMİZ
Küçük bir çocuğum; derinleri seviyorum. Sonsuz renkler, yavaş akan hayat, tepede güneş, denizin sofrasında, balıkların şöleninde.
Oltam elimde, ucunda sallanan iki balık. Beşiktaş’a yaklaşıyorum. ‘Beşiktaaaaş!’. Siyahlı beyazlı rengiyle, burnunun ucundaki siyah lekesiyle dünyanın en güzel kedisi. Arkadaşım Oktay’la bizim kedimiz. Bakırköylüyüz ama Beşiktaşlıyız. Beşiktaş takımında devir Baba Hakkıların; Eşref, Ali İhsan, Nusret ; geçilmez savunma hattı. Beşiktaş; doğal camia. Otantikmiş; sonradan entel amcalar söyledi. Futbol başımızın belası. Bir taraftan sokağın ortasında futbol oynarken Aykut’ların evindeki sonuna kadar açık radyodan da Eşref Şefik amcanın sesinden derbiyi dinliyoruz.
Beşiktaş balıklarımı yalayıp yutuyor. Hepsi tek bir an. O an ki tüm anları kapsıyor. Zamanın içinde geziniyorum.
Kedilerine ne isim vermişler, bilmiyorum. O bizim kedimiz; Beşiktaş. Evimizin karşısındaki rum baba oğulun işlettiği bakkal dükkanının yanı başındaki iki katlı ahşap evde tek kedileriyle oturan geleni gideni olmayan yaşlı iki rum kız kardeş. Bu evde doğup bu evde büyümüş bu evde yaşlanmışlar. Arada evlilikleri olmuş mu kimse bilmiyor. Bilen varsa da belleklerinin bir tarafında paslanmış kalmış. Onlar sadece iki kız kardeş. Sadece varlar; sfenks; oradalar.
Beşiktaş’ımız zemin kattaki pencerenin önünde oturur. Ben bir sokak ötesindeysem bile elimde balık yaklaştığımı bilir. Aleste! Beşiktaş’ın ‘be’ hecesini duyar duymaz pencereden hop dışarı. Kız kardeşler bu duruma ne memnun olur ne de kızarlar. Her şey gökten inen doğal veri onlar için; ortalıkta karışıklık, curcuna, kavga döğüş filan olsa da… Tek hareket Beşiktaş ve oltamın ucundaki balık.
ÇAMURDAN ÇOCUKLAR
Beşiktaş’i doyurduktan sonra eve geçerken bir bakıyorum Ekrem Bey sokağı ve oraya açılan sokak başlarında bir koşuşturma, bağırış, çığırış, kahkahalar. Yaklaşınca iki eşek görüyorum; üst üste. Mahalleni̇n çocukları peşlerinde. Kadınlar da var; ‘oha, ohaa!’ di̇ye bağıranlar; eşeklere taş atanlar.. ‘Taş maş atmayın ulaan, sen bunu yaparken sana taş atılsa i̇ster misi̇n?’ N’oluyor, anlamaya çalışıyorum. Eşekler çok rahatsız oluyor, yakındaki bir arsaya sığınıp yeniden üst üste. Benden yaşça büyük bir çocuk, ‘eşekler çocuk yapıyor’ diye fısıldıyor. Öyle çocuk mu yapılır; biz arkadaşlarımızla çamurla oynar, çamurdan adamlar, çocuklar yapardık.
Eşekler, balıklar, kediler insancıklar hep birlikte mahallenin renkleriyiz. Yine evimizin karşısında güllerin insanlarla sosyalleşmek için sokağa fışkırdığı güllerli bahçenin ahşap evinde tek başına yaşayan Diginmenzur hanım. Eşeklerden haberi var mı acaba? O hiç çocuk yapmadı mı?
CAABA
Niko bugün bana kelebek tutmadı. Ona her zaman bizim bahçenin önünde rastlarım; elinde bir kelebekle. Bana gösterir, uzun uzun seyrederim. Sonra kelebeğin o kısacık hayatına dönüp uçup gidişini.
‘Bak, sana kuş getirdim’. Bebekken üst katımızda oturan Cevher ablaya dilimin döndüğü şekilde ‘Caaba’ dermişim. Kuşu sever sonra uçuşunu seyrederdik; hep serçe. Niko da, Caaba da kuşu kelebeği nasıl bulur incitmeden nasıl yakalarlardı… Merak etmedim. Öyleydi işte. Salıverilip uçup gitmelerini seyretmek bir mutluluk.
Cevher hanımın adı Bakırköy halkına benden bir armağan; Cevher Abla herkesin ağzında ‘Caaba’. Bir isim böyle de anılırmış; aykırı şeyleri insanlar bazen kendiliğinden kabullenebiliyor. Zihin değişikliği hareket demek, hayat demek.
İLK UÇUŞ
Bina içerisinde bir çığlık kıyamet. Apartman halkı çoluk çocuk sevinçle, bazen de ‘ah,vah’larla bağrışıyorlar. Elimde iğnenin ucu boş oltam; eve geliyor apartmanımıza giriyorum. Bir kat yukarıdaki kapımızın biraz üzerine kırlangıçlar yuva kurmuş. Kırlangıç bebekler çevrelerinde havada dönenip duran onlara uçmaları için cesaret vermeye çalışan anne ve babalarına yalvaran ürkek gözlerle bakıyorlar. ‘N’olur biz yuvamızda kalalım’. ‘Hayır, uçacaksınız, öğreneceksiniz, dışarı!’ Kaç bebek var bilmiyorum. Biri yuvadan çıkacak oluyor, kanatlarının gücü yetmiyor yere düşüyor. Bir çığlık hepimizde. Anne gelip kurtarıyor. Biz kurtarsak beceremeyiz, nasıl uçuracağımızı bilemeyiz. Üç katlı binanın üst katında işte böyle bir cümbüştür gidiyor. Anne baba kırlangıçlar bağırıyor, bebekleri ağlıyor… Biz heyecandan titriyoruz. Bütün bunlar binanın içerisinde. Kuş bebekler uçsalar aşağıdaki apartman kapısını bulup dışarıda havalara nasıl karışacaklar?
KANDİLLER
Mahallemiz değişmeyen bir dekor. İğneci Madam Kalyopi, erkek kardeşi gözlüklü biraz etine dolgun bir delikanlı; Bebi. Bebi evlerinin önünde hep bisikletinin üzerinde. Hiç mi yürümez. Bisikletiyle hiç mi gezmez. Ama hep öyle, hep öyle. Hep hep böyle kalacak derken komşu tek katlı evde yaşayan Rezzan hanımlar aniden taşınıp yaşamımızdan çıkıp gidiyorlar. Olamaz, ama oldu. Rezzan hanım oğlu Fatin’i, kızı Rengin’i pencere kenarında oturup gelmelerini bekler; ramazan günlerinde de beni. İleride cadde üzerindeki caminin kandillerini Ekrem Bey sokağının köşesine çıkar bekler sonra koşa koşa ‘kandiller yandıı, kandiller yandıı’ diye Rezzan hanımlara doğru koşarım. Rezzan Hanım orucunu böyle bozar.
EVİN BÜYÜSÜ
Beşiktaş’ımızı birlikte sahiplendiğimiz arkadaşım Oktay’la Rezzan hanıma ziyarete gidiyoruz. Evde siyah koca bir piyano. Piyanoyu adeta bir virtüoz ayarında çalan Fatin Abi. Kendine kendi öğretmiş piyano çalmayı. Hem hoca hem kendisinin öğrencisi. E evde piyano var, çalınacak tabii. Hayat bu, bir çalan yaratıveriyor. Müthiş bir piyanist.
Rezzan hanım Fellini’imsi bir karakter. Sesiyle, edasıyla, duruşuyla ve de gizli büyüsüyle. Etkileyici. Doğal. Mahalle arasında bir sıra dışı aile.
Ve, evet ve duvarlarda devrimizin Beşiktaş takımının çerçeveli fotoğrafları. Rezzan hanım öyle böyle değil, bir anlatıyor ki Beşiktaş’ı, o büyülü havada Oktay’la yemin ediyoruz; hayat boyu Beşiktaşlıyız. Kedimizin adı da böylece Beşiktaş.
Rezzan hanımın ne ilgisi olabilir Beşiktaş’la? Kendi halinde orta yaşlarda bir hatun. Futbol bilmez, stadyumlara gitmez… Hatta gazetelerden radyolardan maç da izlemez.
ABİDİN
Rezzan hanımların evi bir süredir bomboş. Evet, taşındılar. Evlerinin içindeki o büyülü gizem yerini terk edilmiş bir hüzünlü hiçliğe bırakıyor. Biz Ekrem Bey sokağının çocukları da mahallede ne kadar kedi yavrusu varsa toplayıp bu hiçliğin ortasına getiriyoruz. Bunlar bizim, kendi kedilerimiz. Tekir, arap, sarman, duman, pamuk…Her gün gidip heyecanla besliyoruz, bakıyoruz, okşuyoruz. Mutluluğun resmini çiziyoruz Abidin.
Ama heyhat, günler birbirini kovlarken bir sabah gelip bir de bakıyoruz o minik yaramaz gözümüz gibi bakıp esirgediğimiz kedicikler… Ağızlarından burunlarından ince beyaz uzun solucanlar çıkmış halde hep birlikte bu dünyada bizi bırakıp gitmişler. Hayat böyle; verdiğini faiziyle geri alıyor. Abidin, durum bu işte.
O eve sonra kim gelip yerleşirse yerleşsin onları görmek istemiyoruz.
Monad Balkan
20 Ekim 2023, Bodrum