Vahit Amca geleli bir süre olmuştu.
Ciciannemle gelincik zamanı gelincik tarlalarında gelincik topluyoruz; gelincik şurubunu seviyorum. Gök mavi, gelincik kırmızı, dallar saplar yeşil. Üstümüz başımız gelinciklerden de kırmızı.
İleride kara trenin istasyonu; raylar Sirkeci’ye… Bakırköy, eski Makriköy, balıkçı kasabası. Avrupa, Sirkeci’de bitiyor; son durak. Garın önünden bir kalabalık; protestocular. Tan Gazetesi baskınına gidiliyor. En önde bayrak taşıyan bir uzun genç; sarkık bıyıklı. ‘Kahrolsun komünistler…’ Cağaloğlu’na vardı varacaklar. Ruhen her şeye karşıt dört beş yaşlarında bir çocuk; ‘yaşasın komünistler’… Ciciannne bir telaş susturuyor. İstasyondan tren ciyaklamaları…Ötede liman ; kargaşa. Deniz suskun.
Kara tren yavaş, yol uzun. Dediler ki Vahit geldi; Bakırköy meydanından binip ininiveriyorsun Sirkeci’ye. Kim bu Vahit? Vahit amca; uçan halı gibi bir şeye bindirip götürüyor. Bir heyecan bende bir heyecan.
Elimde Doğan Kardeş çocuk dergisi, sallaya mallaya mutlu yürüyorum; herkesler bana bakıyor, biliyorum(!). Kulağım ise Vahit amcada hep. Ah bir Sirkeci seyahati olsa… ‘Vahit’le gittik, Vahit’le geldik’ diyenlerden olsam.
Cumartesileri akşam saat beşte Ayşe Abla’nın ‘Radyo Çocuk Kulübü Saati; ‘koşun koşun radyo başına, her cumartesi günü, geçiyor iş başına, radyo çocuk kulübü’ sözlü açılış melodisiyle radyoların başındayız. Mutluyuz, Ayşe Ablayı çok seviyoruz. O da çocukları çok seviyor.
Ve yaşam.
Gelincik tarlalarının kırmızı şiiri. Ebegümeci toplamak çayırlardan. Sebze yemeği.
Yaşam bir hayal; bol bol yemeli. Evren tiyatro. Her şey benim için kurulmuş, kurgulanmış. Gözlerimi kapattığımda sahne kayboluyor, açtığımda tüm dekor ve oyuncular telaşla yerli yerine. Karşımda usta oyuncular; evren ve yaşam. Seviyorum bu oyunu. Oyun değilmiş de hakikatmiş her şey; kanmışım gibi yapıyorum. Yoksa biter oyun. Ben de kaybolur giderim.
Mısır Tarlasında kazanlarda pişen mısırlar; çimlerde oturup dişlemeler. Adı Mısır Tarlası ama sadece mısır yeme açık havası. Yenimahalle’nin oralarda; yeşil bir bayır. Mısır koçanlarını dişleye dişleye tüm yeşillikleri, göğü içimize çekiyoruz. Yaşam bir şiir ağzımızda, elimizde, gözümüzde, kulaklarımızda. Evren müziği dalga dalga kırmızı, yeşil, mavi ve sarı, hepsi bizim. Çok zenginiz.
Yolları gözlüyorum; bir gitsek Sirkeci’ye. Vahit amca, ah Vahit amca. Başımı okşasa, ‘büyüyünce ne olacaksın bakiiim?’ ‘Atom mühendisi olcam’. ‘Oooo aferin, büyük adam olcan desene’. Uzun upuzun bir ömür önümde. Hayat hiç bitmeyecek. Sürekli büyüyeceğim, sürekli büyüyeceğim.
Kurban bayramı da geçti. Bahçemizde her bayram iki koç. Dostlarım. Doyamadan yarenliğimize iki gün sonra komşulara et, bize kavurma. İnsan arkadaşını pişirip yer mi, bilmem. Oluyor işte; arkadaşın gövdenin içinde hep. Kanında akıyor, hücrelerinde dolaşıyor.
Kara tren; üçüncü mevkiden birinciye vagondan vagona, başka başka vagonlara. Üçüncü mevkide oturacak yerler sarımtırak, ahşap. İkinci mevki kompartımanlı, karşılıklı koltuklar yeşil, yumuşak. Birinci mevki açık kahve, koltuklar geniş, başlar arkaya, kollar yanlara yaslanıyor keyifle. Beyler, paşalar; herkes tanıdık. Kibar kibar mahmur sabah sohbetleri.
Bir çocuk varmış; uçurtmasını uçururken havalanmış, göklerde kaybolmuş. Bir şehir efsanesi, belli. Derler ki Alis’in diyarına gitmiş; geri de gelmemiş.
Recai Bey Amca çok yaşasın; uçurtmalarımızın orası burası yırtılıyor; un ile suyu karıştırarak yapıştırıcı imal ediyor, uçurtmalarımız yamanıyor. Göğe karışıp giden çocuktan olmamak; ayaklarımız sıkıca yere basılı. Uçurtmalarımız ise kendi gök maceralarının peşinde. İpini koparan kaçıp kayboluyor. Ardından ağlayan çocuklar.
Vahit amca bütün bunları bilmiyor. Köyümüze yeni geldi. Ben ona her şeyi anlatacağım. Kimse anlatmadı biliyorum; yoksa kesin duyardım. Balıkhaneyi, tekneleri, sakızağacını, incir ağacını, Veliefendi çayırını, at yarışlarını, jokeyleri, Ekrembey sokağının kaldırım taşlarını, Viyana gazinosunun altındaki kocaman kayanın üstünden denize salınan oltaları, Alp’in Hapşırık adlı köpeğini, Miltiyadi Gazinosundan Marmara’ya bakışı, yaz geceleri teknelerindeki gazelleri, mehtaplı rakıları, kavunları, uçsuz bucaksız Marmara’yı ve Marmara’nın bilinmeyen ötesini anlatırdım. Ama o öte dediğim yerde bir tek benim gördüğüm bir kent var. Gündüzsüz bir gece kenti. Loş ışıkları yavaştan yayıla yayıla yüreğimi göz kamaştıran ışıklara boğar. Sokaklarında dolaşıp dururum. Mutlu bir şehir. İnsanlarını bilmem; şehrin kendisi mutlu. Kaf dağının ardındaki sevgili gibi sonsuz sevgiyi paylaşabilmenin sakin sabırsızlığında. Sonsuz ve mutlak bir mutluluk yoktur desem de beni yalanlayan bir mutluluk bu. Sadece kendi kendisi, başka da bir şey olmayan saf bir mutluluk. Değişirse yok olacak bir varlık. Sokaklarındayım. Martha Argerich’in piyanoda tuşları okşayarak gezen parmaklarından akan bir Chopin büyüsü akıp gidiyor.
Vahit amcanın yolunu hep gözlüyorum. Aynı mutluluğu hissedecek miyim?
Herkes gibi ‘Vahit’le gittim, Vahit’le geldim’ diyebilmek. Herkes gibi olmak; anonim olmak. Varlık duygusu anonimlikten mi geçiyor… Yoksa farklılıktan mı? Farklılık yalnızlık mı; dışlanmak varoluş duygusunu yok mu eder? Yok, Vahit amcayla herkes gibi tanışmış olmak beni de herkes yapacak. Gerçekliği iliklerime kadar hissedeceğim. Ama o mutlu kentin bir adamı olduğumu da kimseler bilmeyecek. Sır.
Zehra teyze bana da kahve ikram ediyor misafirliğimizde. Çocuklar kahve içmez! Zehra teyze fincanın tabağına şöyle bir döküyor ustaca, usulca; çocuk dozajı. Lezzet akıyor kişiliğime. Zehra teyzenin kahvesiyle büyük adamlar sırasına giriyorum.
Vahit günü geldi çattı nihayet. Hayallerim cebimde koşa koşa ver elini Vahit. İncecikten bir rüzgar. Kepimi sıkı tutuyorum, uçmasın. Eh işte, Vahit’e bindik. Heyecandan tir tir titriyorum. Acayip bir sevinç. Artık ben de gerine gerine herkeslere ‘Vahit’le gittim, Vahit’le geldim’ diyeceğim. O herkeslerden olacağım.
‘Amca nerede? ; ‘Ne amcası?’. ‘Vahit amca? Etraftan gülüşmeler. ‘Bak amca direksiyonda; o bizi götürecek’. Şoför gülümsüyor. ‘Hadi hele sen bir yerine otur da bakalım’.
Yenimahalle, Zeytinburnu, Kazlıçeşme… Gidiyoruz. Sonunda işte Sirkeci. Sirkeci Garının sol tarafının arkasını hiç bilmemişim. Hep esrarengiz kapkaranlık sokaklar, belli belirsiz soluk sokak fenerleri. Tenhalık; belki bir iki kişi; nereye gittiklerini kendileri de bilmeyen. Taa arkalardan belki mahallenin öte tarafına, hayata kavuşuyor o mahalle. Hep böyle düşlemişim.
‘İşte Vahit’e bindin. Hep istedin; oldu işte’. ‘E peki Vahit nerede, ya amca?’ ‘Otobüsün üstünde yazıyormuş, öyle diyorlar.’ Otobüsün her yerine bakıyorum; Vahit yazısı yok. Bir tek otobüsün tüm gövdesini kaplayan kocaman bir elyazısı: ‘WHITE & co.’
Gelincik tarlasının gelincik şurubu. Tarlada kırmızılar, allar, atlar, şallar, ziller ve güller, Zehra teyze, düş kentler, ‘al topuklu beyaz kızlar’, rengarenk uçurtmalar, ‘ kumsaldaki sarışın kız’…Kahve telvesi.
MONAD BALKAN
5 Ağustos 2023, Bodrum/Yalıkavak