( Vecdi Candemir Sergisi; Dark Art; Çılgın Kafalar;
KOVA Art Space sanat galerisi; Güvenlik cad. 17/A Aşağı Ayrancı Ankara)
Eski bir dost Vecdi. Tanıdığımda böyle değildi; şimdi ak sakallı, ak saçlı.
Uzak diyarlarda saklı ve büyük bir mağarada bir bilge vardır, dere tepe düz gidersin, ulaşabilirsen ; sana belki evrenin sırrını fısıldar. İşte Vecdi. Ressam ve heykeltraş.
KARANLIK SANAT
KOVA Art Space ; Ankara’nın kalbinde, Güvenlik caddesinde. Ara ara bulamazsın bilmezsen. Saklı ufak bir kapı. Merdivenler… Mahzen. Karanlık; Dark. Ulaşılmaz mağara gibi ulaşılmaz bir mekan.
Ulaşıyoruz. 23 ekim 2021 günü. ‘Underground’. Bilincin altına iniyoruz. Karanlık. Üstü ‘on the ground’, bildiğimiz dünya. Daha da üstü ‘over ground’. Bilincin altında değil üstü de değil; bilincin dışı.
Biz gene mahzene inelim. Liverpoollu gençler böyle mahzenlerden çıkıp gelmişlerdi, Beatles mesela. Genelde rock, metal, caz gibi ruhun işe karıştığı spontane eserler bu yer altlarından çıkıyor. Çünkü oralar bilinçaltı. Bildiğimiz fenomenal dünya oralara karışamıyor. Oralarda akıl yok, ruh var. Fenomenal dünya akıl dünyası; düzen. Aşağısı kaos.
Kaos hakiki annedir. Oradan ne çıkacağı bilinmez. Çıkana ‘zuhur’ (belirim) deriz.
Vecdi Candemir, aydedenin görmediğimiz karanlık yüzünden çıkmış ‘dark art’dan bir senfoni yazıyor; sergi bir ritm içerisinde. Bu senfoni içerisinde, caz, metal, rock, macabre art, drog art, horror art, disturbing art, black metal vs, vs. var.
‘Küçükken babam beni lunaparka götürmüştü; orada korku tüneline giren trene binmiştik. Karanlıkta karşımıza çıkan korkunç cisimlerden, yaratıklardan, çığlıklardan, homurtulardan çok çok korkmuştum. Çıktıktan sonra babama, hadi bir daha girelim diye tutturmuştum’ diyor Vecdi Candemir.
İşte korku böyle bir şey, hem bir an önce o ortamdan, ya da rüyadaysanız rüyadan çıkıp kurtulmak için çırpınıyorsunuz ama sonra bir daha, bir daha istiyorsunuz. Bu tiryakilik, bağımlılık gibi bir şey oluyor. Korku filmleri, Alfred Hitchcok’un filmleri boşuna gişe rekorları kırmıyor.
SERGİ AÇILIŞI
Candemir’in sergi açılış kokteyli de korkunun gizemli büyüsüne kapılanlarla doldu taştı.
Güzel, bitmeyen şarap servisi var. Hz. İsa’nın mannası gibi. Bir taraftan atmosferi daha da atmosfer yapan fondaki dark müzik. Baktım son derece sempatik bir genç hanım diskjokeylik yapmış, dolaşıyor… İnsana güven veren haliyle etraftaki korkunç, çığlık çığlığa kafalar, suratlar, kelleler, kan revan içinde tavandan asılı kurukafalarla tam bir tezat (karşıtlık).
Tezat düalistik bir şey. Karşıtınız yoksa siz de yoksunuz. Çünkü varlığınızı karşıtınıza refere ederek anlarsınız; ‘ben benim, varım’ dersiniz. Kadın olmasa erkek, erkek olmasa kadın olmaz. Gerçi şimdi bu düaliteyi ortadan kaldırma eğilimine son hızla götüren bir global güç var, o da ayrı bir konu.
DARK ART SANATÇILARI
Resim tarihinde dark art‘ı da kullanan belli başlı sanatçılar, mesela, Goya, Bosch, Bruegel, Cravaggio, Salvador Dali…
Geleneksel klasik batı müziğine karşı eserler veren üstadlar, mesela, John Cage, Karl Heinz Stockhausen. Underground müziğin öncüleri. Bunlar ana akım, geleneksel ve popüler anlamdaki sanata karşı akımlar. İsyancı… Kurulu düzene, önkabullerle kara bir örtü gibi insanlığın üzerine kapanmış bulutları dağıtmak… Underground müzik popüler kültüre ait müziği hem içerir, hem de ona karşı çıkar. Franck Zappa’nın söylemiyle, ‘ana akım müzik size gelir ama siz yeraltına geçmek zorunda kalırsınız.'
PLUTONYUM
Pamukkale’de (Hierapolis) şimdiye değin yani iki bin yıldan bu yana kapalı tutulan ’cehennem kapısı’ (ölüler diyarı) bu günlerde açılacakmış. Vecdi Candemir daha erken davranarak bu kapıyı KOVA Sanat Galerisi mahzenlerinde ‘underground’da açtı. Pamukkale’ye gitmemize gerek kalmadı. Sağ olsun.
Bu cehennem kapısından içeri giren ölürmüş; bunun istisnası rahiplermiş. Çünkü bu rahipler hadımmış. Hadımlıkla alakasını anlayamadım. Ama öyleymiş. Kapıya ‘Plütonyum’ adı da verilmiş eski Roma zamanında.
Pamukkale’nin altından geçen çok derin bir yarık (belki de bugün fay dediğimiz) varmış; görünüyormuş, bir sis tabakası orada hareket halindeymiş. Biliyoruz, karbondioksit adamı öldürür. Belki de piramitlerin içerisinde yatan firavunların mezarlarına girildiğinde ölüm saçan gizem karbondioksitti. İşte bu kapı tam bu fayın üzerinde inşa edilmiş.
Kurban edilecek hayvanlar bu kapıdan içeri sokulur, böyle öldürülürmüş. Hades’e kurbanlar. Hades’in adı antikitede Pluto. Hades, ölüler kralı. Zeus’un dahi korktuğu ölülere hükmeden kral.
Kapının içerisinden yükselen sis gündüz hava sıcaklığında konsantrasyonunu kaybettiğinden gece yarılar, şafak vakti yüksek konsantrasyona ulaşıyor ve hayvanlar o saatlerde kapıdan içeri salınıyorlarmış.
CANDEMİR VE SANAT
Vecdi Candemir ölü kafaları, can çekişen yaratıkları, yalvaran bakışları meydana getirirken içinden geldiği gibi, spontane bir duyu içerisinde bulunuyor. Çalışırken görmedim ama öyle işte. Gerçi iki üç kadeh devirmeden olmaz, çıkmaz öyle şeyler, cehennemin kapısından girilmez; girince de karbondioksit bile hissedilmez.
Spontanelik ve samimiyet, ikna edicilik, sanatın olmazsa olmazı. Contemporary işlerin çoğunda zorlama, sıkıcılık, karman çorman bir bilicilik, seyirciyi azarlayan , ‘sen bilmezsin, anlamazsın ama ben işte bunu senin gözüne sokuyorum' havası, kendi kendisinin de ne yaptığını çoğunun pek bilmemesi, bir başıbozukluğu sanat diye bellettirme çabası… Öfff sıkıldım.
Nasıl Arşimet ‘evreka, evraka’ diye banyodan fırlayıp sokaklara anadan üryan çıktıysa, Nietzsche ‘nin Zerdüşt’ü de ‘tanrı öldü, tanrı öldü’ feryat figanıyla dolaştıysa, biz de ‘sanat öldü, sanat öldü’ diye banyo küvetinin içerisinden avaz avaz bağırıyoruz; sesimizi duyan yok.
Çalışan, azmeden, seven, kendini veren herkes ama herkes usta ressam, heykeltraş, müzisyen, şair, romancı vs olabilir ama sadece ve sadece ‘USTA’ sıfatını alır. Onun bir üst derecesi ‘SANATÇI’ olmaktır. O da ya Allah vergisi ya da insanın özüne dönebilme yeteneğiyle samimiyeti, dürüstlüğü, kendiliğini, istemeden dahi olsa keşfetmesi, bulması sonucu yarattığı eserlerle vücut bulur. Herhangi bir sanat dalıyla uğraşmayan bir insan da bu cehennem yani kendini bulma kapısından geçerse kendisi bir sanat yapıtı, şiir olur.
Bu sayfaya Pamukkale’deki o yeri, cehennem kapısını da içeren bir betimleme resmi koyuyorum.
SKULLS AND BONES KEKLERİ
Sergide Candemir’in eserlerini içeren bir CD de hazırlanmış. İsteyen alıp gidiyor. Ha bir de bunun yanında ikram edilen şekerleme minik kekler var ki bunların da dizaynını Sanatçımız yapmış. ‘Skulls and Bones’ (kafatası ve kemikler) şeklinde. Hani korsan bayraklarındaki sembol; şu Bush’ların falan mezun oldukları okulda kurulmuş ünlü kulüp ya da topluluk. Bu şekil hatırladığım kadarıyla eski bir mezardan çıkarılan iskeletin duruş şekli. Kişi iki büklüm edilerek iki kolu çapraz şekilde dirseklerinden bükülü çene ve yanaklara yapıştırılmış olarak işkence edilmiş, öldürülmüş ve öylece gömülmüş biri.
İşte böyle, insanın insana yaptığını kimse yapmaz. Hayvan acıkınca saldırır, yer bitirir, ayrılır. İşkence bir akıl işi. Hayvan bu, işkenceden ne anlar. İnsan ise, haset, nefret, kin dolu akıllı bir yaratık. Her şey beklenir.
BODRUM SERGİSİ
Sanatçı, 2014 yılında Bodrum’da bir sergi açmıştı. Orada Hades yoktu. Duvarlara da takılabilen, asılan, masa, sehpa üstüne konabilen objeler sergisiydi. Sergisiyle ilgili bir yazı yayınlamıştım gene ‘sanattanyansımalar’daki köşemde. O yazıdan bir cümlecik çalıyorum (intihal suçu!); ‘Sanatçı, hurdalıklardan derleyip toparladığı işe yaramaz diye attığımız kırık dökük parçaları vizyonuyla birleştirip el becerisinden geçirerek sürpriz tasarımlarını sanat düzeyine çıkararak ürünlüyor.’ İyi cümle kurmuşum. Buna ekleyecek bir şeyim yok. Ya da şöyle diyebilirim: ‘Sanatçı, öldü diye baktığımız çeşitli objelerin tabiata dağılmış parçalarını bir tanrı gibi bir araya getirip reenkarne ettiriyor.' Evet bu tanım daha şık oldu.
MACABRE ART
Serginin adında Dark Art var; ben daha çok Macabre Art’tan esinler gördüm diyebilirim. Dark’dan daha korkunç; Ölüm Sanatı. Bu sanat, ölümün sembolleri ve detaylarına vurgu yapmanın yanı sıra tabiattaki ürkünç, tüyler ürpertici olay ve figürleri de betimliyor.
Edebiyatta, Edgar Allan Poe, Charles Dickens, John Webster, Robert Louis Stevens, Stephen King… Müzikte Schubert’in Ölüm ve Genç Kız adlı yaylı sazlar kuarteti, Camille Saint-Saens’ın Danse Macabre (Macabre Dans; ölülerin dansı) adlı eserlerini sayabiliriz.
Düşünebiliyor musunuz ölüler gece yarısı mezarlarından çıkıyorlar, etraf sessiz, insanlar uykuda, ölüleri rahatsız edemezler; krallar, paryalar, herkes ölü; iskelet, zengin fakir yok; özgürler, aralarında hiyerarşik bağlar yok, dünya hâlinin hiç bir hâli yok, mutlular, sonsuz özgürlük… Dans ediyorlar. Sabaha doğru insanlar gelip rahatsız edecekler diye kabirlerine telaşla kaçışıyorlar.
MUNDUS GÜNLERİ
MUNDUS günleri; bunlar yılın belirli üç günü; ölüler, eski Roma’da Mundus adı verilen ölüler ülkesine açılan Moundus kapısından çıkıyorlar; halk ölülerden bir zarar gelmesin diye onları kızdıracak bir şey yapmaktan kaçınıyor, gelmelerinden memnun olmuş gibi gözükerek onları neşeyle karşılıyorlar, lezzetli yemekler ikram ediyorlar. Böylece ölüleri yatıştırıp kabirlerine dönmelerini sağlıyorlar. Mundus’un açık olduğu günler 24 ağustos, 5 ekim ve 8 kasım. Şubatta da ölülerin kabirlerine dönmelerini kutlamak üzere Parentalia bayramı yapılıyor.
Ölümsüzlüğü arayan Gılgamış sergi salonunda aramızda geziniyor muydu acaba? Ölümü kafasına taktığına göre o da bir macabre.
Ölümle hayat arasında bir çizgi varsa o çizgi sonsuzluk.
ÇIKIŞ
Vecdi’nin eserlerinden daha fazla söz etmeyeceğim. Sayfama yapıtların resimlerini koyuyorum. Bu sayfaya girince siz de Mundus kapısından içeri girmiş bulunuyorsunuz. Sizi KOVA’da ağırlıyoruz. Belki hadımsınız belki de ölü. Ölü olduğunuzu bilmiyorsunuz, biz de bilmedik. Dışarı çıktığımızda ölülüğümüzü hatırlamadık. Sanki hiç ölmemişiz.
Vecdi Candemir’e uzun ömürler dilerim; o henüz 1953 doğumlu. Daha çok eserler verecek, daha çok sergiler açacak, daha çok kendisinden bahsettirecek. Sıradanlıklara göğüs gerecek. Çok usta bir sanatçı. Eserleri tam kıvamında bir ustalık sergiliyor. Doyuruyor. Bileği kuvvetli olsun. Kutlarım.
MONAD BALKAN
29 Ekim 2021, Ankara