2008 yılıydı, kapıma kocaman bir kamyon park etti; elli kadar tablomu yükledik gitti. İzmir Konak Belediyesi, Güzelyalı Kültür Merkezi Sanat Galerisinden bir kişisel sergi açmam için davet gelmişti. Ardından Güzelyalı Kültür Merkezinden eşimle birlikte iki kişilik Ankara- İzmir gidiş dönüş uçak bileti gönderildi. İzmir’de mükemmel bir otelde ağırlandık. Açılış kokteyli fevkalade görkemliydi. Bir tablomu satın alıp sergi sonunda geri kalan tablolarımı da aynı kamyonla Ankara’ya haneme geri gönderdiler.
Mükemmel bir organizasyondu. Organizasyonun yetkilisi heykeltıraş Tülay Çelikel, sanat danışmanı ise ressam Reyhan Abacıoğlu'ydu. Sanata, sanatçıya verilen değerin göz yaşartıcı bir örneğini yaşamımın artı değerleri listesine katmış oldum. Anılar… Yazılmalı ki içinde yaşananlar o dönemin bir aynası gibi yüreklerde saklansın.
Yıllar sonra Abacıoğlu’nu Tülay Çelikel’le birlikte Bilkent’deki bir sanat etkinliğine katıldıkları sırada özellikle gidip buldum; görüşmüş olduk.
Aradan yine yıllar geçti. Bu kez Sanatçımız muhteşem tablolarıyla ARDA Sanat Galerisi'ndeki sergisiyle karşıma çıktı. Koşa koşa gittim. Hem sıcak bir merhaba demek hem de internette izlediğim son zamanlardaki o müthiş resimlerini bir de çıplak gözle seyretmek için. Gerçekten bir göz ziyafeti oldu. Ruhun böyle şeylere ihtiyacı var. Nasıl acıkıp yemek yiyorsak ruhun acıkmasıyla da sanatın sofrasına koşuyoruz.
Ülkemizin sanat alanında giderek çölleşmesi karşısında ruh açlığı zor giderilecek gibi gözüküyor. Dünyanın hali de işin cabası. Bir dijital devrim arifesindeyiz; sancılarını acı acı duyuyoruz. Salgınlar, aşılar, karantinalar, seyahat kısıtlamaları, sokağa çıkma yasakları, hele sadece ülkemize özgü altmış beş yaş yasakları ki bunu asla hazmetmedim ve hakkımı da hiçbir zaman helal etmem, alışveriş merkezlerinin, dükkanların kapanması, dünya ekonomilerinin tepetaklak olması, tedarik zincirlerinin kesilmesi, kıtlık tehlikesinin baş göstermesi… Bütün bunların sonucunda dijital kimlik gibi süreçlere geçme hazırlığı… Böylece kişiliklerin belki de ortadan kalkacağı birer meta haline gelecek gibi olmanın tehlikesi ve Rus-Ukrayna savaşı ile bunun tetikleyeceği alarmik durumlar. Neyse felaket tellallığını fazla uzatmayayım. Ama bunları bu atmosfer içinde dahi sanatçıların büyük bir azimle, her türlü imkansızlıklar içerisinde direnmeleri, vaz geçmemeleri dünyanın en takdir edilecek şeylerinin arasında sayılması gerekir diye düşündüğüm için belirttim. Haksız mıyım? İşte Reyhan Abacıoğlu.
Eski zamanlara bakıyorum ne kadar naif, masum ve samimi insanlarmışız. Samimi, dürüst, küçük şeylerden büyük keyifler çıkaran, mutlu olmanın sadece bir adım ötede olması duygusu; bu duygunun verdiği yaşama azmi, hayaller kurma…
İnsanlık o masumiyetten çıktı geldi bugünlere. Büyümeyen çocuklar olduk. İyi çocuklar, kötü çocuklar, yetenekli çocuklar, dâhi çocuklar, muzır çocuklar, yaramaz çocuklar, uslu, gaddar çocuklar, merhametliler. Ama hep çocuklar. Tabii her insanın içinde bulunan o esas çocuktan söz etmiyorum. O çılgınlık masumiyeti. Ayrı.
İşte Reyhan Abacıoğlu’nun mükemmel eserleri karşısında gezinip dururken aklımdan bunlar geçiyordu. Abacıoğlu kim bilir nasıl fedakarlıklarda bulunarak çalışıp çabalayıp bu işleri çıkardı. Sanatçılar başka işler yaparak hayatlarını çok daha rahat kazanabilecekken ve eserlerinin satılıp satılmayacağını dahi bilemeden kıymetli vakitlerini sanata hasrediyorlar; kimse bunları düşünüyor mu?
Tüccar ressamlar, kopyacılar, zenaatçi ressamlar, ustalar, özentiler, dev aynalılar, samimiyetsizler, orijinallik için kendilerini paralayanlar. Ve postmodern dünyanın, kuralsızlığı kural haline getirdiği ortamın içinde, benliğini yitirip kaybolup gidenler.
İnsanlar kurallardan ne yapsalar kurtulamıyorlar; kuralsızlık kural haline geldiğinde de ortaya bir kural çıkmış oluyor. Kurallar başımızda despot gibidirler. Emredicidirler. Bizi özgürlüğümüze bir türlü kavuşturmamak için çırpınır dururlar. Kurallar da birer varlık; varlıklarından nasıl vazgeçsinler? Türlerini devam ettirmek mecburiyetindeler.
Abacıoğlu tüm bu saydıklarımdan ari, samimi, dürüst, ikna edici; sahici kişiliği doğal bir şekilde eserlerine yansıyan nadir kişilerden. Resimlerinin ardında hayli yüklü ve temeli sağlam ‘background’uyla bilgi, deneyim, algı çeşitliliği, hayalinin sınırsızlığı, duygu derinliği ve kendiliğindenliğiyle hakiki sanatı bize sunan bir sanatçı. Duygu, vizyon, ustalık, sadelik, samimiyet, doğallık, spontanelik ve bilginin harmanlamasıyla açığa çıkan enerji; sinerji.
İzmirli olan Abacıoğlu 1972 yılında İzmir Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü'nden mezun olmuş. O zamandan bu yana sergiler, yurtiçi ve dışı sanat etkinlikleri, karmalar vs koşturup durmuş. Tecrübesi, vizyonu geliştikçe gelişmiş bu günkü zirve haline ulaşmış.
Ben resimde özellikle lekeyi çok severim; nedense leke bana hep heyecan verir. Sanatçımızın resimleri de bu yönden ayrı bir keyif veriyor. Soyut dışavurumcu resimleri çoğu zaman bir soyut şekil halinde ama leke olarak tuvale yansıyor. Bu şeklin içinde dokular oynaşmaya başlıyor. Bunun yanı sıra çeşitli illüzyonlar, bazen monokrom, bazen rengarenk bir cümbüşe bürünüyorlar; kendi aralarında perspektif kuruyorlar. Ahenk içerisinde el ele tutuşup gözümüze bakarak raks ediyorlar. Bazen şekil şekil üstünde ama hep tek bir lekenin versiyonlarını görüyorum. Bunlar kendi aralarında saydam geçişler halinde derinlikler kuruyorlar. Bir harem penceresinin birbirini örten kat kat perdelerinin ardındakiler gibi dışarı bakıp bizi gözlüyorlar. Biz de o perdeleri aralayıp içerdekileri ve içindekileri seyretmeye koyuluyoruz.
Her şey doğal, her şey olduğu gibi, her şey akışkan; kurallar üstüne kurulan bir kuralsız spontane gizem. Büyü.
Arda Sanat Galerisinde açılan sergi 1- 26 Nisan 2022 arasında ziyaret edilebiliyor.
Bence soyutta Abacıoğlu Türkiye’nin en iyilerinden. Nokta.
Monad Balkan
15 Nisan 2022 Ankara