Uğur Çalışkan resim ve heykel sergisini NUROL Sanat Galerisinde açtı; 20 Şubat-14 Mart 2020.
Heykeller çoğunlukla toplanmış nesnelerin bir araya getirilişleri ile kendi malzemesinden de katkılarla ortaya çıkıyor. Daha çok mitolojik karakterler ile sanatçının fantezileri bir araya gelerek armonik bir bütün oluşturuyor.
Evrenin matematik sırları vardır. Bunlar aynı zamanda evrenin ve dahi ötesi yani matriks dışı alemin (ya da alemsizliğin) sınırlarıdır. Bu sınırlar zihnimize algı operasyonu yaparak bir gerçeklik duygusu yaratmadalar. .
Aslında zihnimiz kendi kendisine bir özhipnoz uygulayarak bu alemi yaratıyor; yani bir oyun kuruyoruz; içine girip oynuyoruz. Oyun hakiki olsun diye oyun kurduğumuzu kendimize unutturuyoruz.
Bu simülatif gerçekliğin dışına çıkmak isteyenler bir yol arayıp durur ve belki de bir ömür tüketebilirler. Hiçlik denen aleme (alemsizliğe) geçiş yapabildiklerini ifade eden binlerce yıl önce yaşamış bilge kişiler de vardır. Bunlar bize ucundan ucundan mesajlar vermişler. İnsanoğlu bir türlü içerisinde bulunduğu uykudan uyanamadığı ya da ebedi uykusunda rahat rahat rüyalarını görmekle mutlu olurken bu mesajları alamıyor.
Sanatçılarda da bu gibi çabalara tanık olabiliyoruz. Tabii gerçekten bu yolda oldukları nedeniyle mi yoksa kulaktan doğma birtakım bilgilerden hareketle eserlerine bir anlam yüklemek saikiyle mi hareket ediyorlar… Bilmiyorum. Belki başka sınırlar çiziliyor ve özgürlükler bu sınırlar içerisinde aranıyor.
Neyse… Bu konuya neden girdim; Çalışkan’ın eserlerinde kaos, pi, altın oran, fraktal geometri vs gibi formüller bir raks içerisinde döneniyorlar. Sanatçı birçok şeyin gerçekten ayırdına varmış ve farkındalığını bizlerle paylaşarak hamulesini (yükünü) biraz atmak istemiş.
Modern filozoflar (modernite filozofları değil, zamanın filozofları) Baudrillard, Deleuse, Foucault, Derrida, Lacan vs de içerisinde bulunduğumuz gerçeklik sınırlarında fikirler ortaya koydular. Keza egzistansiyalistler de.
Örneğin Baudrillard, sanal gerçekliğe simülasyon diyor. Yani (bir şeyi ele alıp onu başka, mükemmel bir hale getirmek, ki hiperrealite oluyor,) sonuçta aslını unutmak ve taklidine, simülakrına inanmak…
Oysa aslı dururken aslının yerine geçen şeylere eskiden fetiş derdik. Örneğin kadın yerine çorabını sevmek bir fetiş olayıdır. Aslı yerine onun yerine geçen bir başka şey.
Aynı şekilde 1960’lı yıllarda Metin Erksan’ın ‘sevmek zamanı’ adında bir filmi vardı; orada adam bir kadının fotoğrafına aşıktı. Fotoğrafın aslı olan kadın karşısına çıkınca onunla ilgilenmedi; ona, ‘ben sana değil fotoğraftaki sana aşığım’ dedi.
Benoit Mandelbrot’la fraktal geometri bulundu ve doğanın da evrenin de geometrisinin fraktaller olduğu ortaya atıldı.
‘İnsan matematiği’ ile ‘doğanın matematiği’ farklı. İnsan, klasik, bildiğimiz geometriyle binalar, yollar, vs yapıyor. Oysa doğa başka bir düzene sahip. İnsan matematiği ile doğanın matematiği birbiriyle karşılaşınca insan düzeni bozuluyor. Çünkü yapay bir düzen bizimkisi; simülasyon. İnsanın düzen paradigması doğanın karşısında bozuma uğrayınca ortaya çıkan, bize göre düzensizliğe, kaos diyoruz. Oysa doğada böyle bir kaos yok.
Doğada doğanın kendi düzeni bir şekilde bozulunca doğanın kendisinde kaos çıkıyor. Bunu en iyi kanser hücrelerinde görüyoruz. Sağlıklı hücreler düzgün fraktaller halindeyken sağlıksız hücrelerde fraktaller birbirilerine girmiş karmaşık ve çözülmez bir durum gösteriyorlar. Kaos.
Aslında doğa frakteller halinde kendi kendisini tekrar ede ede farklılıklar yaratmaya çalışıyor. Yani hücreler aynı kalarak şekil ve nitelik değiştirmeden sonsuzca çoğalıyorlar. Aslında esas kanser bu olsa gerek tıp dilinde söylersek.
Böylesi bir tekrardan kaçmak isteyen bazı hücreler, isyankar, varoluşçu, özgürlükçü, dolayısıyla sağlıklı hücreler oluyor; tersten düşünecek olursak. O zaman da kişi hastalanıyor nedense. Özgürlük arayışı hastalık oluyor. Kanser.
Uğur Çalışkan’ın sergisinde kaos başlıca ya da ana tema oluşturuyor. Kendisiyle ettiğim sohbette, o da, insan paradigmasıyla evrenin işleyiş şekli uyuşmadığında (ki genelde böyledir) kaoslandığımızı söylüyor. Ki bu süregiden bir kaos; çünkü insan bir türlü adam olmuyor.
Yukarıda, içerisinde bulunduğumuz matriksin sınırlarının geometriyle çizildiğini belirttim. Matriksten çıkmak için belki de diye düşünüyorum matematik denklemlerin bir açığını yakalayıp dışarı kaçıvermek mümkün. Bunun için dahi bir matematikçi olmak ve kafayı da buna takmak gerek.
Ya da o isyankar hücrelerin içerisinde bir seyahat yapmak.
Sergide sanatçının nü desenleri ve ‘karışık teknik’ tabloları bulunuyor. Ayrı tarzlar. Her bir tarz ayrı olarak bir araya getirilerek sergilenmiş. Çeşitli tarzlarda çalışan sanatçılar daha bir değişik, hoş.
Çeşitlilik her zaman güzel. Fraktal bir tekrarın da dışına çıkılıyor. Kimbilir belki de bu sergi sırasında matriks dışına kaçıvermişiz sanki.
Şimdi ise simülatif ortak dünyamıza dönüş yapmış bulunuyorum. Endişeye gerek yok. Buradayım.
MONAD BALKAN
22 Şubat 2020, Ankara