Sanatın şiddeti şamar gibi iner toplumun suratına. Toplum korkar. Korktuğu bir şeyden nefret eder. Karşı bir şiddete başvurur. Bu yüzden sanat, sanatçılar, sanat eserleri her zaman saldırı hedefi olurlar. Kitaplar yakılır, heykeller yıkılır, sanatçılar içeri tıkılır, resimler bıçaklanır... Konu komşu, çevre hep kuşkuyla, hep mesafeyle bakar sanatçılara. Her an nereden nasıl bir tokat yiyeceğiz diye beklerler. Sanatçı 'öteki'dir.
Korkunun nedeni ne? 'Oturuyorduk, bu da nereden çıktı?'; 'eski köye yeni adet mi?'; 'anarşistler, düzen bozanlar'... Bütün dava ezberlerin bozulması. Ezberlerin bozulması niye rahatsızlık veriyor? Birincisi, kafa tembelliği, ikincisi yeni bir duruma adapte olma zorluğu, üçüncüsü bilinmeyen yeni bir duruma girme, çünkü bilinmeyen daima korkulandır, dördüncüsü anlayamamak; anlayamadığın şey karşısında yabancılık ya da eziklik duyarsın. Yabancılık duygusu ise seni varoluş bunalımına sokar. Ve nihayet kişilik ve kimliğinin sarsılması olayı; şimdiye dek inandığın ve benimsediğin değer ve yaşam tarzlarının alt üst oluşu karşısında geçen yıllarının heba oluşu; kimliğinin sona ermesi. Kişi bu şiddete şiddetle karşı koyar.
Zenaat ile sanat arasındaki ince ayırım da burada yatıyor. Zenaat ezberleri okşayandır; sanat ezberlere balyoz vurandır. Bir eser vurduğu darbe oranında sanat eseri sayılır. Güzel ve fevkalade bir resim ezberleri bozmuyor ise ustacadır; ama zenaattir. Sanat tarihi ezberleri bozan ustaların tarihidir. Ve bu sanatçıların çoğunu da toplumlar ezmiş geçmiştir.
Güzellik de bünyesinde şiddet taşır. Çünkü bu kavram, zamanın ruhuna uyarak değişimler geçirse de, bir yerde utopyadır. Erişilemez. Kişi erişemeyeceği şey karşısında kendisini ezilmiş hisseder. Bu güzellik karşısında 'ben neyim ki!' der. Ve burada belki de ayırdında olmadan kendi kendisine içinden şiddet uygular. Tabii bunlar psikologların alanı. Ama sanat da bizim alanımız.
Alışılmış mükemmelliklerin karşısında içerisinde bulunduğumuz zamanın bir bıkkınlık içerisinde olduğunu görüyoruz. Artık mükemmel eserler yaratılması yoluna pek gidilmiyor. Çünkü vaktiyle yaratılmış. Diyorlar ki, 'mükemmellik mi arıyorsunuz, müzelere koşun!'. Şimdilerde bir başkaldırı içerisindeyiz. Sanat diye kimse ne yaptığını bilemez durumda. Uyduruk, zorlama, taklit şeyler, akımlar ortaya çıkıyor. Hepsi de aldatıkları kitleleri aldatmalarıyla kalıyorlar. Sonra değerlerinin sıfır olduğu anlaşılıyor. Yani geçmişteki mükemmelliklerin üzerimizdeki şiddeti karşısında içerisine girdiğimiz kaosu anlatmaya çalışıyorum. İnsanlık bu durumdan ne zaman nasıl çıkacak bilmiyorum.
Anladığım kadarıyla mükemmelliğin zamanını doldurmuş şiddeti karşısında, ki bu şiddetin bir nedeni de artık bu mükemmeliğe ulaşmanın olanaksız olduğu; ulaşılsa da bunun bir kymet ifade etmeyeceği çünkü mükemmelin taklidinden öteye gidilemeyeceğinin bilinmesinin yol açacağı bunalım; toplumun bilinçaltını temsil eden sanatçılar 'natamam' (tamamlanmamış, eksik) eserler üretmeye geçiyorlar. Natamamdan kasıt, 'mükemmellikten eksiklik... ' Mükemmellik mi istiyorsunuz, Mozart dinleyin, Da Vinci'ye gidin müzelere...' 'Biz eksiğin şarkısını söyleyeceğiz' diyorlar. Katılıyorum. Mükemmelliği tekrar edip durmaktansa, mükemmelin ötesine de geçilemeyeceğine göre, eksikliklerin mükemmelliğini araştırmak... Belki de buna 'aykırı' demek gerek. Aykırılık arayışları içeerisindeki şimdiki kaotik durum, ki zaman zaman saçma sapan ürünler üretiyor, gün gelecek rayına oturacaktır. Eminim, kozmosun yasası çünkü bu.
monad balkan 16 mayıs 2014 ankara