ULAŞIM :
Edremit Körfezi’nde Çanakkale’nin ilk beldesi olan Küçükkuyu’dan Behramkale'ye (Assos) iki türlü ulaşılabiliyor. İlki, önce kuzeybatıda Ayvacık’a uğrayıp sonra güneybatıdan giden geniş yoldan varmak. Diğeri ise Küçükkuyu’dan Ahmetçe köyü ve Kadırga Koyu üzerinden giden, o bitmesini istemediğiniz güzellikteki 25 km.lik yolu izlemek.
Behramkale’den batıya sırasıyla Korubaşı – Kuruoba – Bektaş – Balabanlı – Koyunevi (Sokakağzı bağlantılı) – Bademli – Kocaköy köylerini geçen bir başka 25 km.lik yol ise sizi Gülpınar'a (Khrysa) götürüyor. Smintheus müzesi hemen köyün yanıbaşında. Anadolu’nun en batı noktası olan Babakale(Lectum, Lekton) ve Bababurnu’na varmak için bir 9 km. daha gitmek gerekli.
APOLLON SMINTHEUS TAPINAĞI ve MÜZESİ (*) :
1785 yılında Fransız Jean Babtiste Le Chevalier (1752-1836), Lectum'dan (Babakale) Alexandria Troas’a giderken bulduğu tapınağı arkeoloji dünyasına duyurur. 1853’de İngiliz Amiral R.N.Spratt bölgede harita çalışmaları yapar, 1866’da İngiliz Richard Popplewell Pullan'ın (1825-1888) ilk kazılarından sonra, 1966’da Hans Weber yeniden araştırana dek tapınak unutulur. 1971-1973 arasındaki sondaj çalışmaları sonrasında yeniden başlatılan kazılar, 1980’den buyana Prof. Dr. Coşkun Özgünel başkanlığında yürütülmektedir.
Helenistik Çağ Anadolu Mimarisi’ne imzasını atan Alabandalı Mimar Hermogenes’in plan tasarımının kullanıldığı yapı, M.Ö.2nci yüzyılın ikinci yarısında Troas Bölgesi’nde İon Stili’nde yapılan tek tapınaktır. Tapınak Akhalılar ile Troialılar’ın arasındaki savaşta Anadolular yanında yer alan Tanrı Apollon’a şükranlarını sunmak için Troialılar tarafından yapılmış olup, frizlerinde ve tamburlarında tüm Troia Savaşı anlatılmaktadır. Apollon, değişik yerlerde “sminthos-fare” kültü olarak ortaya çıkıp, “Fare-Veba Tanrısı” olarak ikinci kimliğine de bürünmekte, “fare” geleceği söyleyip hava tahminlerine de yardımcı olduğundan Apollon için kutsal görülmektedir.
Bugün tapınağın ana giriş cephesinin %80’i özgün parçalarla ayağa kaldırılmış durumda. Güney cephesindeki basamaklar, mermer taklitleri ile yenilenmiş olan tapınakta bu yıl, güney cephesine dikilen sütunlardan kuzeydoğu köşesindeki dördünün birbirlerine bağlanması planlanıyor. Kazıdan çıkarılan kabartmalar, heykeller ve diğer parçalar, tapınak sahasındaki kapalı mekanda (eski zeytinyağı işliği) kazı sezonu boyunca (Haziran ortaları-ağustos sonları) sergileniyor. Yılın diğer zaman dilimlerinde sadece açık alanlar ile o alanlarda sunulanlar gezilebiliyor.
BABAKALE - BABABURNU - LECTU M (LEKTON ) :
Gülpınar’daki tapınaktan, inişli-çıkışlı-virajlı 9 km.lik bir yol ile Babakale’ye ulaşılıyor. Eğimli bir tepenin eteklerinde, artık balıkçı barınağına da sahip olan şirin bir köy Babakale. 38’28’ kuzey enlemi ile 26’03’ doğu boylamındaki Bababurnu (tam o noktada bir de feneri var) Anadolu’nun ve Asya kıtasının en batı noktası. Adı, Coşkun hocanın makalesinde ve Büyük Larousse’da Lectum (Promotorium) iken, Bilge Umar’ın “Türkiye’deki Tarihsel Adlar”ı ile Meydan Larousse’da “Lekton” oluyor.
Çeşitli kaynaklardan derlediğimiz bilgilere göre padişah III.Ahmet fırtınalı bir deniz yolculuğunda buraya sığınır. Köylüler korsanlardan şikayetçi olurlar. Padişahın veziri Damat İbrahim Paşa’yı, onun da akrabası olan Kaymak Mustafa Paşa'yı (1721-1730) görevlendirmesiyle bir kale yapımına geçilir. Paşanın 1730’da Patrona Halil Ayaklanması’nda öldürülüşüne kadar geçen sürede, serbest bırakılmaları taahhüdü ile mahkumlara inşa ettirilen kalenin yanı sıra cami, hamam ve çeşme de yaptırılır, liman ise yarım kalır.
Kalenin kitabesinde öyküsü “Bu yer nefret edilen Frenk korsanların saldırdığı, barındığı bir yer idi. Din düşmanları bu havalideki Müslümanları soyup yağma ediyorlardı. Vezir Kaptan Mustafa Paşa, düşmanları dağın eteğinden kovmak için bu kaleyi yaptırdı. Etrafını surlarla çevirterek Müslüman Türkleri yerleştirdi. Ayrıca hamam, çeşme ve cami yaptırdı. Şair Vehbi kendisini zorlayarak 1155'de (1740), yapılış tarihini hesaplayıp yazdı. Bu kaleyi Allah düşmanın hilesinden korusun.” şeklinde anlatılır. Köydeki caminin kitabesi “1140 Rumi – 1725 Miladi” olarak tarihlenmiştir. Paşa’nın 1730’da öldürüldüğü dikkate alındığında, kale kitabesindeki 1155 (1740) tarihinin, şair Vehbi’nin sonradan hesaplayıp-düştüğü bir tarih olduğu ya da inşaatın paşanın ölümünden sonra tamamlanabildiği düşünülebilir. Kalenin, 2000’li yılların başında geçirdiği restorasyon kanımızca başarısızdır. Kale onarılmamış, âdeta “sıfırdan” inşa edilmiştir.
Yörenin kaya barbunyasının, kalamarının, karidesinin ve de özellikle ahtapotunun ününü bildiğimizden, 20 Mayıs 2015 gecesi “URAN Motel-Restaurant”da konaklamaya karar veriyoruz. “Eski Balıkçı-Sonradan Aşçı” Ahmet Erhan’ın kızarttığı, rakı ile salataya eşlik eden barbunları ile ahtapot ızgarası sıra dışı lezzette. Ahmet Usta kalamar ile karideste de iddialı ve ısrarlı. Ancak, onları bir başka gelişin “bahanesi” olarak erteliyor, üstüne ikram ettiği kendi karışımı olan helva ile akşamı kapatıyoruz. Uran Otel’in konuklarına bir de sürprizi var. Ayrılırken size üzerinde aynen, “Bu sertifika Babakale’yi ziyaret ettiğiniz için verilmiştir. Kendisi gelişiyle bizi onurlandırdı, sevgi getirdi. Burası Asya’nın ve Türkiye’nin en batı noktasıdır. Burada toprak biter ve insanı masallar ülkesine götüren, denizler güzeli EGE başlar. “Asya ‘nın Ucundaki Fener” sevgi ve dostluk ışıklarını tüm dünyaya göndermektedir. Konuğumuz ve biz birbirimizi hiç unutmayacağız. Gittiği her yere onunla selamlar yolluyor ve herkesi sevgiyle Babakale’ye çağırıyoruz.” yazılı hoş bir “Sertifika” da hediye ediyorlar.
Babakale ve Gülpınar, yolları sapa olmakla birlikte, anlatmaya çalıştığım güzellikleri görüp-tatmaya değer yerler. Deneyin, derim.