Yaşları benim gibi yarım yüzyılı aşıp da üç çeyreğe doğru hızla yol alan bizler, bir zamanlarki ilköğrenciliğimizde neler-neler yapardık, kullanırdık ? Anımsayabildiklerimi “ahde vefa” olarak dile getireyim istedim. Bence “Geçmişe Özlem”i diri tutmak, bugünlerin en iyi avuntusu.
Bizim ilkokullarımızda kız-erkek ayrımı olmaksızın bir örnek giyinilirdi. Siyah saten önlük üzerine beyaz yaka takardık. Yakalarımız “Atlı” marka kola ile her hafta başında kolalanır, ancak hafta sonunu buruşarak getirirlerdi. Önlüklerimiz ve diğer giysilerimiz yıkanırken “Öküzbaş” marka çivit (daha eski yıllarda kil) kullanılırdı. Kızların çoğu saçlarına, kocaman ve de bembeyaz kurdele (iki yana örülü saçlarda çift kurdele) takarlardı. Çamurlu ve karlı havalarda “Gislaved” markalı lastik çizme ya da bot içine, el örgüsü yün çorap giyerdik. Erkek ayakkabılarında Sümerbank-Beykoz’un ürünleri yeğlenirdi. Yalnız jimnastik derslerinde ayağımıza geçirdiğimiz beyaz keten ayakkabılarımızı, kavanozuna batırılan kullanılmış diş fırçaları yardımıyla, üstübeç denilen beyaz bir boya ile tertemiz yapardık. (Ortaokul ve lisede kes diye adlandırılan, bilekleri de kavrayan siyah basket ayakkabılarına terfi ederdik). Karatahta başında iken öğretmenimiz ya da bizler silindirik ve dört köşeli beyaz tebeşirleri sonuna kadar kullanırdık. Yazılanların, vurgulanması gereken yerlerinde renkli tebeşir kullanıldığı da olurdu. Ucu keçeli tahta silgilerimiz vardı. Orta Asya’dan hareketlenen Göç Yolları Haritası, neredeyse ilk yarıyılın tüm Tarih-Coğrafya-Yurttaşlık Bilgisi derslerinde karatahtanın demirbaşı olurdu.
Alfabe ve Okuma Bilgisi, en önemli kitaplarımızdı. Kimimiz tahta çanta kullanırdık. Yazı derslerimizde kareli defterlerimize en özenli yazılarımızı yazmaya çalışırdık. Yazı dersi olduğu gün dökülmez hokkalarımıza doldurulan mürekkeplerimizi, annemizin ördüğü hokka kılıflarında dökmeden(!) taşımaya çalışırdık. Divitlerimize taktığımız çeşitli kalınlıklardaki resisto kalem uçlarını, mürekkep şişelerine batırarak kareli defterlerimize en güzel harflerimizi döktürür, defterde kalan ıslak mürekkep kalıntılarını papye(papyebüvar’ın kısacası) ile kuruturduk.
Gövdesi siyah-kapağı yeşil Pelikan dolmakalem ile yazmak bir prestij sorunu idi. Alt tarafından ince kurşun uçların doldurulduğu, çevrilerek kullanılan kurşun dolmakalemler o sıralarda ortaya çıkmış, tükenmez kalemler henüz gözükmemişti. Kurşun kalemlerimizin kiminin bir uçları da silgili olur, yanlışlıkları düzeltmede bu silgiye baş vurulurdu. Kutumuzda kırmızı ya da kırmızı-mavi kalemlerimiz kesinlikle bulunurdu. Yazı dersinin olduğu günler okula, daire biçimli mürekkep silgilerimiz ortalarındaki deliklerinden geçirilen iple boyunlarımıza asılmış olarak, gelinirdi. Tüm bu kalemler ile silgi ve kalemtraşımız, “A.W. Faber-Castell” kalem kutularımıza yerleştirilirdi. Herkesin kalemtraşı olmazdı, olmayanlar öğretmenden aldıkları izinle çöp kutusunun başında kalem açmakta olan arkadaşımızın kalemtraşından yararlanırlar, belki de böyle bir kaçamakla tahtaya kalkmaktan kurtulurlardı. Bazı sınıflarda öğretmenin masasında herkesin kullanabildiği bir masa kalemtraşı olurdu.
Yatay çizgili, çizgisiz, kareli ya da sarı yapraklı defterler kullanırdık. Bu defterlerimiz mavi ya da kırmızı kaplama kağıtları ile kaplanır, üzerlerine yapıştırılan aynı renkli etiketlere “adımız-soyadımız-okul numaramız-sınıfımız-şubemiz” yazılırdı. Tasarruf ve Yatırım Haftalarının da etkisiyle herşeyimiz gibi kurşun kalemlerimizi de idareli kullanır, kısalan kalemlerimizi ya kamış uzatıcılara geçirerek ömürlerini uzatır ya da pergellerimize takardık. Daha çok ortaokul ve sonrasında ahşap ya da metalik iletki, gönye, pergel, cetvel gibi yardımcı ders aletlerimiz vardı. Delgeç ve zımbalar pek okula getirilmezdi. Dosya kağıdı kullanılması gerektiğinde esericedit denilen büyük boy yazı kağıtları tane ile satın alınırdı (Pelür ve karbon kağıtları ile, daktilolar ile not çoğaltacağımız yüksek öğrenim yıllarımızda tanışacaktık, keza çoğaltım işlerinde devrim yaratan daksil ile de). Saklanması gereken yazılı belgeler karton dosyalarda korunurdu.
Okula sırt çantalarımız, kulplu ya da kulpsuz el çantalarımız, hatta daha eskilerde tahta çantalarımız ile giderdik. Ortaokul ve lise yıllarında kimi arkadaşlarımız cep takvimlerinde (Ece markalısını, kullandığım için özellikle anımsarım) günlük tutarlar, anı ve şiir defterleri elden ele gezdirilerek tarihe not düşülürdü. Okulların o günlerdeki adıyla “müsamere salonları”nda kimi günler 8-16 mm.lik makinelerde, daha çok sağlıkla ilgili öğretici filmler ya da özel gün(10 Kasım gibi) filmleri gösterilirdi. 10 Kasım’larda Atatürk tüm gün boyunca anılır, 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim günleri resmi tatil olduğundan düzenlenen törenlere bizleri temsil eden arkadaşlarımız katılırlardı. Aşı günlerinde, arada bir kaynatılan aynı enjektörden, aklımda “tifo-tifüs-tetanos(ya da kolera)” gibi kalmış olan karma aşı ile aşılanırdık. Ayrıca, omuzda iz bırakan BCG (Verem) taraması da yapılırdı (Çiçek aşılarımız okul öncesinde çoktan yapılmış olurdu). Aşının ertesi gününün tatil olması keyifli, aşının kolumuza verdiği ağrı ise can sıkıcıydı.
İlkokulda iken aylık olarak yayınlanıp, sınıf öğretmenlerinden edineceğimiz Sınıf Bilgisi, Hayat Bilgisi gibi yardımcı dergilerin gelmesini heyecanla bekler, dağıtıldığında yutarcasına okur, konuları sınıfta işlenmeden çok önce hatmederdik. Kızılay Kolu pazıbentli arkadaşlarımız ay başlarında, Kızılay ve Çocuk Esirgeme Kurumu gibi kuruluşlar için 5 ve 10 kuruşluk pullar karşılığında yardım toplar, listelerine kaydederlerdi. Pazartesi sabahları ve Cumartesi öğleleri(o zamanlar hafta tatilleri Cumartesi günlerinin ortasında başlardı) Bayrak Törenleri’nde bir müzik öğretmeninin yönetiminde İstiklal Marşı seslendirilir, And içilirdi. Ortaokullarda İş Bilgisi derslerimiz vardı. Bu derslerde erkekler alçı hamuruyla heykel yoğurmak, cilt yapmak, kıl testeresi ve minik matkaplar eşliğinde kontrplak parçalarından dekoratif nesneler oluşturmak gibi işlerle uğraşırlardı. Kızlar ise kasnakta kanaviçe işleme, bebek zıbını ve mutfak önlüğü dikme, patik örme, çorap yamama, bohça ve kundak süsleme gibi beceriler edinmeye çalışırlardı.
Marshall Yardımları ve NATO’ya girişimiz ile birlikte, öğrencilere ücretsiz olarak süttozu içirilmeye ve turuncu peynirler yedirilmeye başlanmıştı. Süttozu paketlerinin üzerine, kol bileklerindeki Türk ve ABD bayrakları ile tokalaşan iki el resmedildiğini anımsıyorum. Ama balıkyağı da içirildiyse, pek çıkaramadım. Cumhuriyetin ilk yıllarında kız öğrencilerin de taktığı okul şapkasını, ender de olsa bizim zamanımızda da kullanan arkadaşlarımız vardı. Düz ortaokul ve liselerde sarı, sanat okullarında yeşil, ticaret okullarında kırmızı şapka şeritlerinin arasına, daha sonraları mor renkli imam-hatip okulu şeritleri de eklenmişti. İlk kez 12 Aralık 1939’da başlatılıp, her yılın 12-18 Aralık günleri arasında Artırma ve Yerli Malı Haftalarımızı kutlardık. Evlerden getirilen taze meyveler, kuru incir ve üzümler, pestiller, kuruyemişler ile kimi tekstil örnekleri okulun en büyük salonundaki vitrinlere ve masaların üzerine yerleştirilip sergilenir, hafta sonunda da birlikte yenilirdi. Hafta boyunca okulun koridorlarına haftayla ilgili döviz ve sloganlar asılır, taklar kurulur, şiirler okunur, piyesler oynanırdı.
Çoğunun tümden unutulduğunu sandığım yukarıda saydıklarımın, acaba hangileri günümüze kalmıştır ya da kullanılmaktadır ?
Savaş Sönmez
23 Şubat 2017