Ayvalık’ın, sayıları çok azalsa da varlıklarını halen sürdüren “at arabacıları”ndan adını alan bir meydanı vardır. At arabacıları yerlerini, sadece Ayvalık’ın ünlü Perşembe Pazarı’nın kurulduğu günlerde giysi satanlara bırakırlar. At Arabacıları Meydanı o gün, tezgahlarıyla-satıcılarıyla-alıcılarıyla-yağmurdan ve güneşten koruyan rengarenk tenteleriyle –gürültüsüyle çok hareketli bir kimliğe bürünür. İşte bu meydanın ayakkabı satıcılarına doğru daralan kesimindedir Arif Buz’un kuaför dükkanı ve üst katındaki resim atölyesi.
Ayvalık-Altınova doğumlu Arif Buz, erkek berberi çırağı olarak başlar meslek yaşamına. Sonra 16 yaşında iken kadın berberliğini öğrenmek için İstanbul’a Beyoğlu’na, ustasına, Mina Samancıoğlu’nun bıraktığı dükkana gider. Çalışma aralarında boş kaldığında gazete kağıtlarına resim ve karikatürler çizmektedir. Dükkana zaman zaman uğradığında bu çizdiklerini görüp beğenen Mina, bir gün ona dükkandan çıkan hurda boruları taşıtmasına karşılık vermek bahanesiyle bir resim seti hediye eder. Arif Buz bir tabaka duraliti kestirerek oluşturduğu parçalara, kartpostallardan esinlenerek yağlı boya tablolar yapmaya girişir. Artık gazetelerin boş sayfalarından duralite, karakalemden yağlıboyaya geçmiştir bu ilk alıştırmalarıyla. Hiçbir resim eğitimi almamış, kitaplar okuyarak ve kataloglar edinip günlerce inceleyerek kendi kendini yetiştirmiştir. Yani alaylıdır.
Buz’un 35 yıldır yaşadığı At Arabacıları Meydanı’nın çapraz köşesinde Çağdaş Çayevi vardır. Kuaför dükkanı ile bu çayevi arası, Buz’un yaşantısının eksenidir. Öylesine ki dükkana müşteri geldiğinde çoğu kez kahveden çağırırlar onu, ya da birlikte çalıştıkları eşi Cemile Buz az öteden sesleniverir. Yıllardır kahvenin bir köşesinde oturduğu yerden; meydandan gelip geçen insanları, simitçiyi, seyyar satıcıları, bisikletliyi, motosikletliyi, annesinin eline yapışmış çocukları, davul-zurna çalanları, halay çekenleri, baston desteğiyle yürümeye çalışan yaşlı ya da engellileri, ayakkabı boyayanları, alışverişten dönen kadınları, kahvede oturan-çay içen-karşılıklı konuşanları-düşünenleri-dinlenenleri-boş boş oturanları – yorgunları-bezginleri, köpekleri, kedileri, hele hele atları ve at arabalarını genellikle küçük küçük kartonlara çiziyor. Ama çizimlerindeki “esas oğlan”, türlü duruşlarıyla resmettiği atlar ile yakında yokolacağını sandığı at arabaları (ve de arabacıları). “Yardımcı oyuncular” ise, insanların-hayvanların-meydanın “çaresizliği”. Yıllardır her köşesini neredeyse ezberlediği meydanı gözü kapalı bile çizebildiğini söylüyor Arif Buz.
Onun karakterleri, kendi deyimiyle “kalbi-cebi-duyguları” kırık olan kişiler. Bu “kırık” kişileri, kendileri gibi “kırık çizgiler” kullanarak aktarıyor. Adeta kişilerin, hayvanların, sokağın ve meydanın çaresizliğini resmediyor. Karakterlerini “bir yığın çarpık kemik yapısı” olarak görüyor. Ona göre, insanların kemikleri gibi duyguları da, yaşamları da çarpık. Buz, izlenimcilerden etkilenmiş, Pisarro ve Utrillo vazgeçemedikleri. Ayvalık’tan yolları geçtiği halde, rastlaşamadıklarına hayıflandığı Orhan Peker (Ayvalık Belediyesi, sanat galerisine onun adını vermiş) ve Fikret Mualla (empresyonizmden ekspresyonizme geçerken Mualla’nın karakterlerinden beslenmiş) ise bizimkilerden, çok saygı duydukları.
Ayvalık’a yolunuz düştüğünde gezmelerinizi Arif Buz ile kesiştirin. Kuaför dükkanının – Atölyenin – Çayocağının duvarlarında, meydanın ve kentin tarihine not düşülmüş, “Neo-Mualla” tablolarını izleyin, hatta edinin.
SAVAŞ SÖNMEZ
25 Mayıs 2017