Önceki günlerde TV kanallarının birinde Alejandro Amenabar’ın, unutulmaz Ramon Sampedro rolünde Javier Bardem’i oynattığı “İçimdeki Deniz” filmini bir kez daha izliyorum. Hemen ertesi gün bir başka kanal “İspanya’da Ötanazi Yasallaştı” altyazısını geçiyor. Bunlara yıllardır kaşınan krematoryum sorunum da eklenince; “Ya tutarsa !” diye göle maya çalmaklığım, kaçınılmazlaşıyor.
Bildiğiniz gibi “Ölmek Hakkı” ya da “Yasal Öldürü” olarak tanımlanan ÖTANAZİ, “ölümünün kaçınılmaz olduğu ve tıp biliminin verilerine göre iyileştirilmesi olanağı olmayan veya dayanılmaz acılar içinde olan kişinin, tıbbi yollarla öldürülmesi ya da tıbbi yardımın kesilerek ölüme terk edilmesi hali”dir. Doğrulukları sorgulanabilecek, kuşkulu internet bilgileri arasında hiç dolaşmaksızın, sadece elimdeki az sayıda gazete kesiklerine göz attığımda 2.4.2002 tarihli gazeteden, ötanazi hakkının ilk Hollanda’da yasallaştığı bilgisine ulaşıyorum. Onu bir yıl arayla Belçika izliyor. 6.2.2015 günlü Cumhuriyet’te bu hakkın Lüksemburg, İsviçre, Kolombiya, Kanada’nın yanı sıra ABD’nin bazı eyaletlerine de (Montana, Oregon, Vermont, Washington) bulaştığı haberi yer alıyor. Bu bilgiler eski olabilir, yazılı kaynaklardan geliştirilip güncelleştirilmelerinde yarar var, sanırım.
İşte tam burada “Ötanazi, bizde de bir hak olarak neden tanınmasın ?” sorusu akla geliyor. Evet, Türkiye’de de;
-tedavisi olanaksız bir hastalık ya da bir kaza sonucu bilinçsiz kalınması,
-dayanılmaz ve önlenemeyen acıların çekilmesi,
-hastanın bilinci yerinde iken rızasının (ya da sağlıklı iken vasiyetinin) alınması,
durumlarında hastanın yaşamına, doktor kontrolunda neden son verilemesin ? Neden bu işin kuralları, “Tıp ve Tıp Etiği-Toplum Bilim-Hukuk” uzmanları tarafından oluşturulacak özel bir kurulda tartışılıp kararlara bağlanamasın ?
KREMATORYUM, “ölü yakma fırını” anlamına geliyor günümüzde, 2. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanya’sının “diri Yahudilere-Romanlara-Engellilere” uyguladıklarından farklı olarak. 20.12.1990 günlü Cumhuriyet’te o tarihlerde “gazetenin ifadesiyle Mezarlıklar Genel Müdürü” olarak görev yapan Veli Demirhan’ın, “Başkentte giderek artan mezarlık sıkıntısına çözüm bulmak amacıyla, laik bir toplumda yaşandığına vurgu yaparak, Hıristiyan ve Ateist vatandaşlara da hizmet verilmesi gerektiğine” değinmesi, bugünlerle kıyasladığımızda ne kadar çağdaş bir öneri.
Bu kez Türkiye’de, öldüğünde gömülmek yerine, yakılmayı isteyebilecek bir vatandaşın bu isteğinin nasıl karşılanacağı sorunu ortaya çıkıyor. Nisan 2005’te İstanbul-Merter’de Green Park Otel’de düzenlenen Avrupa Cenaze Hizmetleri Federasyonu toplantısında başkan Jean Neveu, krematoryumun insani bir hak olduğundan söz ederek, önce Türkiye’de hayatını kaybeden turistlerin yakılması için yapılacak krematoryumların, daha sonra Türkler’e de hizmet edebileceğine değinmiş. 9.8.2005 günlü Cumhuriyet’te Ece Başay’ın yazısından edindiğim bilgilere göre, 1930 tarihli Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun 224-225-226’ncı maddeleri uyarınca, belediyelere talepte bulunulduğu ya da izin alındığı sürece krematoryum açılabiliyor, kişinin vasiyet etmesi ve ölüm nedeninin cinayet ya da “gayrıtabii” nedenlerle olmaması durumunda cesedi yakılabiliyor.
L. Gencer'in külleri Boğaz'a bırakılırken.
Ancak 2000’li yıllar boyunca kimi özel kuruluşların, krematoryum açma istekleri tutucu belediyelerce olumlu karşılanmamış. Bu durumda Türk vatandaşı olup da yakılmak isteyenlere sadece yurt dışında yakılma seçeneği kalıyor (2008’de isteği üzerine İtalya’da yakılıp, külleri İstanbul Boğazı’na savrulan sevgili Leyla Gencer ile 2020'de İngiltere'de vefat eden, Londra'da yakılan Ruşen Güneş gibi) ki bu süreç hem bayağı uzun ve de çok maliyetli. Peki o zaman, çok daha çağdaş belediyelerle yönetildiğimiz günümüz Türkiye’sinde de, “öldüğünde yakılma hakkı” neden tanınmasın ?
Şimdi de diyorum ki, ötanazi ve krematoryum konusunda benim gibi düşüneceklerle birlikte bir çekirdek oluştursak. Aklı eren bir arkadaşımız internet ortamında bir e-mail grubu yapılandırsa. İşbölümüyle ötanazi ve krematoryumun yasal olduğu ülkelerdeki yasal mevzuatın özüne ulaşsak. Bunları Türkçeleştirip grubumuza çevrimiçi iletsek. Aramıza katılacak Tıp-Tıp Etiği-Hukuk-Toplum Bilim uzmanlarının da katkılarıyla ÖKO (Ötanazi Krematoryum Oluşumu)’nun, taslak bir altyapısını yazışmalar yoluyla hazırlasak. Sonra da bu işlerin hukuki çerçevesini oluşturma çabalarına girişsek.
Bu çağrıma kulak verip de böyle bir girişimde gönüllü olarak görev almak isteyenler, ne gibi katkılar sağlayabileceklerini bana [email protected] adresinden ulaşırlarsa, ben bu oluşum için öncülük ve koordinatörlük etmeye hazırım. Kim bilir, bizler deryaya bir taş atarak belki de torunlarımızın olsun bu hakları elde edebilmelerine yardımcı olabiliriz.
SAVAŞ SÖNMEZ
31 Aralık 2020, Artur