2008 sonlarında büyükelçi olarak bulunan sınıf arkadaşım sevgili Şule Soysal’ın, 12. Siyah Geceler Film Festivali kapsamında düzenlediği Türk Filmleri Günleri sırasında gezi takvimime alıp, elimden geldiğince bilgi topladığım TALLINN’e sonunda gidiyorum. Haziran’ın son-Temmuz’un ilk günlerinin, geceleri 23.30-03.30 arasında sürdüğünden büyük kısmı aydınlık olan 66 saatini “eşim-kızım-oğlum-damadım”la, benzer süreli Vilnius ve Riga konaklamalarımız sonrasında birlikte Tallinn’de geçiriyoruz.
1.1.2019 verilerine göre 1.323.824 kişilik ESTONYA’nın 1/3’ünü barındıran UNESCO Dünya Mirası bu başkentinin nüfusu 453.033 kişi. Bu süre boyunca Tallinn’in sadece, yaklaşık “600 metrex1000 metre” boyutlarında-oval biçimli “Eski Kent”inin açık havasını dolaşacağız, zaman yitirmemek için müzelere uğramayacağız, kültürel etkinliklere katılmayacağız.
Tallinn binalarından 49'unun kapılarının toplu posteri Tallinn'in simgelerinden OMAASI(Little Red House)
Vardığımız günün akşamı yemek için eski kentin Nunne caddesi tarafından (Eston alfabesindeki üstten-alttan işaretli kimi harflerinin yazılışını klavyemizdeki harflere göre yapacağız. Keza daha genişçe ve uzun yolları cadde, diğerlerini sokak olarak adlandıracağız.) hemen çıkışında, kalacağımız yere yakın, eski ahşap evleri-antikacıları-yeme / içme mekanları-tarihi endüstriyel çevresi ile son yılların gözde semtlerinden olan Balti Jaam Market yöresine gidiyoruz. Tallinn Tren Terminali’nin çevresinde terk edilmiş eski taş binalardan birine yerleşen F-hoone adlı otantik restorana, mutfak hizmetlerini sonlandırmadan 1-2 dakika önce ucu ucuna yetişiyoruz. Pazar günleri 22.00’de kapandığını orada öğrendiğimiz restoranın “mekan keyfini” yeterince yaşayamadan, bira eşliğinde patlıcan ağırlıklı yemekler atıştırıyoruz.
İlk günkü turumuza Niguliste sokağındaki Turizm Danışma Merkezi’nden kent haritası ve diğer kent broşürlerini edindikten sonra, XIII. Yüzyıl yapısı St.Nicholas Kilisesi (Niguliste Museum) ile başlıyoruz. 2.Dünya Savaşı sırasında bombalanıp yeniden inşa edilen, org konserleri için çok elverişli bir akustiğe sahip olan bu kilise, kimi Ortaçağ (medieval sözcüğünü çok duyacağız) dinsel objelerinin sergilendiği bir müze aynı zamanda.
Belediye Meydanı
Binanın aşağı yanından geçen Harju caddesi bizi 150 metre kadar ötedeki Raekoja plats ja raekoda (Belediye Binası ve Meydanı)’na götürüyor. Halen tören binası ve müze olarak kullanılan 1404 yapımı Avrupa’nın en eski belediye binası olan 600 yıllık bu Gotik yapı, meydanın en gösterişlisi. Hayli geniş meydanın dört yanını, hepsinin alt katları “yeme-içme” mekanlarına ayrılmış, hangisine bakacağımızı şaşırdığımız, birbirinden güzel tarihi yapılar oluşturuyor. Meydanın bir köşesindeki, 1422 yılı itibariyle üçüncü sahibine tarihlenen Raeapteek (Eczane), halen faal durumda. Eczanenin bir bölümü hediyelik ve antika eşya reyonu, bir bölümü ise eski eczacılık gereçlerinin ve tezgahlarının sergilendiği müzecik (Bu arada bir vatandaşımızın Türkçe olarak “B-12 var mı ?” sorusuna yanıt alamadığı eczacıyla anlaşamamasına hayretle tanık oluyoruz.).
Bir alttaki Pühavaimu sokakta, dış cephesine XVII. Yüzyılda eklenen ünlü mavi saatiyle, barok kuleli Puha Vaimu Kirik (Kutsal Ruh Kilisesi) yer alıyor. Vene ve Müürivahe caddelerini birleştiren ve bir yanında da aynı adlı kiliseyi (Püha Katariina Kirik) barındıran St.Catherine Geçidi (Katariina Kaik), yer yer kemerli ve abbaralı çok sevimli bir Ortaçağ Yayayolu. Müürivahe caddesinde hediyelik eşya satıcıları, keten ve merinos ürünleri, amber yani kehribar dükkanları (amber ve amberden yapılan nesnelerin binbir çeşitliliği-kimilerine göre çok güzelliği-kimilerine göre çok pahalılığı, ayrı bir yazı konusu olabilecek kadar geniş) ile gezmediğimiz Tiyatro ve Müzik müzesi var. Eski şehri dolaştıran lastik tekerlekli ve iki vagonlu mavi tren, az ileride Viru caddesinin ucundaki çift kuleli Viru Kapısı önünden, 25 dakikalık turu için 25 dakikada bir kalkıyor. Raaskaevu ve Dunkri sokaklarının kesişme noktasında Kedinin Kuyusu konumlanmış. Bir zamanlar Tallinn’in başlıca su kaynağı olan, zamanla diğer kuyuların kurumaması için sığır, koyun, “daha çok kedi”nin atılarak kurban edildiği bir sunağa dönüşen, XVII. yüzyıl ortalarında ise tamamen terk edilen, İstanbul’daki Alman Çeşmesi’nin minik benzeri olan bu kuyuyu fotoğraflıyoruz. Öğlen atıştırması için yine Balti Jaam Market’i seçiyoruz. Burası her türden et-süt-deniz ürünleri ile sebze ve meyvenin satıldığı ve yenildiği, “üstü kapalı-yanları açık” sevimli bir pazaryeri.
Eski Tallinn, Pikk, Vene, Lai, Viru caddeleri ile bunları “asimetrik-sarmal-keyfince” kesen daracık-kısacık sokakların iki yanına sığıştırılmış “çok renkli-az katlı-birbirinden sevimli ve de yaşlı yapılardan oluşan bir “lego-kent”. Tüm sokaklarına mutlaka girin. Kaybolmak gibi bir kuşkunuz olmasın. Zira dönüp-dolaşıp, hep tanıdık yerlere çıkıyorsunuz.
Öğleden sonramıza, şehrin adını aynı adlı kalesinden alan Toompea kesimindeki “seyir terasları”na tırmanarak başlıyoruz. İlk durağımız St.Mary the Virgin Katedrali. Estonya’nın en eski Gotik ve Barok unsurlarını bir arada barındıran bu yapının 1780 tarihli görkemli orgu özellikle görmeye değer.
Lai caddesindeki bir diğer dini yapı, adını Rus Çarı III.Alexander’dan alan Aleksander Nevski Katedrali, 1894-1900 yılları arasınsa tamamlanmış bir Rus Ortodoks tapınağı. Buradan 300 metre uzunluğundaki müzeler kompleksine geçip (Kiek in de Kök, Danish King’s Garden, Bastion Passages, Short Leg Gate, Carved Stone Museum, Maiden’s Tower, Marshall Tower) her birinin kendilerine özgü öyküleri olan bu yerlerin sadece dış yüzeylerinden etkilenip fotoğraflamakla yetiniyoruz. Bölgedeki son durağımız Toompea Kalesi ile Pikk Hermann Kulesi. 1211’deki Danimarka istilası öncesinde ahşap bir yapı olan kale 700 yıl boyunca yayılmacılara hizmet etmiş. Kalenin, şehrin bir kesimini de kuşatan ve 3 kilometre uzunluğunda olduğu söylenen surları arasında 26 tane savunma kulesi varmış. XVIII. Yüzyılda “pembe barok” kısmı eklenen yapı bugün Parlamento Binası olarak kullanılıyor.
Turumuzu Pikk Caddesi 16 numaradaki Maisa Mokk Kahvesi(kohvik) ile sonlandırıyoruz. Pikk ve Olevimagi caddelerinin kesişme noktasındaki bu dört katlı kahve 1864 açılışlı. Kahvenin kavşağın köşesine rastlayan girişinde bademezmesinden yapılan biblo güzelliğindeki şekerlemeler(marzipan) boyanıyor ve satışa sunuluyor. Pikk’den girişi, cam tavanı tablolarla süslü, tezgah ve camekanları hayli eski olan pasta salonuna açılıyor. Üst katlardaki diğer salonlarına geniş açılımlı bir merdivenle çıkılıyor. Her ürününün çok lezzetli olduğu kuşku götürmeyen Maisa Mokk’un, “fıstıklı-ballı-vişneli cheesecake” lerini özellikle hiç unutmayacağız.
Akşam yemeği için benim üstelememle eski kentin olmazsa olmazı Olde Hansa’ya gidiyoruz. Olde Hansa’nın önünde kurulu Ortaçağ çadırında Ortaçağ giysili çalışanlar “şekerli badem” kavurup-tadıma sunuyor-satıyorlar. Gotik bir Ortaçağ yapısı olan restoranın iç içe geçmeli salonları mum ışıklarıyla aydınlatılıyor. Tüm dekor ve aksesuarları (masa, koltuk, sandalye, bank, bardak, tabak, merdiven, hatta tuvalet) ile çalışanlarının giysileri hep Ortaçağ (yine medieval) tasarımları. Bu nesnelerin satışa pazarlandığı ayrı bir bölümü de var restoranın. Şarap eşliğinde, o günkü menüden seçtiğimiz “dağ mantarı çorbası-ördek-somon” gibi yiyecekler ve lezzetleri, aile bireylerimce “çok sıradan” bulunuyor. Bir şekilde ünlenmiş her yerin, benzer biçimlerde efsaneleşen sembollerindeki “sıradanlık-aldırmazlık-nasılolsacılık” olarak yorumlanıyor.
Gecemiz, kızımla oğlumun sürprizi olan ve türünü ilk kez duyduğum Whispersister adlı, gizli “kokteyl-bar”da sonlanıyor. İlginç bir raslantı ile 19 yaşındaki İstanbullu Barmen Erinç’in yönetimindeki barın, zahmetle hazırlanan, ilginç adlı-ilginç tadlı kokteylleri, laf aramızda hiç de benim damağıma uymuyor. Nerede su ile rakının o benzersiz karışımı, nerede bu ünlü(!) kokteyller ?
İkinci günümüzün öğleden sonrasına İzlandalı rehber Jonas’ın, ikibuçuk saatlik “Communist Tallinn Tour”u ile başlıyoruz. Estonya, “İsveç-Danimarka-Rusya-Polonya” arasında 1700-1721 yıllarında süren savaşlar sırasında Çarlık Rusya’nın egemenliğine giriyor. 1918’de ilan edilen cumhuriyet uzun ömürlü olamıyor. Estonya, 1940’ta Rusların, 1941’de Almanların, 1944’te tekrar Rusların işgaline uğruyor. Bu sonuncu işgal, 1918 Anayasası’na bağlı yeni cumhuriyetin 1991’de kurulmasıyla sonlanıyor. Katıldığımız tur, bunca uzun süren Rus egemenliğinin bıraktığı izler üzerine.
Komünist Tallinn Turu’muza, aralarında Amor Sineması ve Golden Lion Oteli’nin de bulunduğu, şehrin en önemli iş ve ticaret merkezi konumunda iken, 2. Dünya Savaşı’nda 9 Mart 1944’te bombalanıp yok edilen, daha sonra da restorasyonu uygun bulunmayıp bugünkü park-alana(Greenery) dönüşen Harju Caddesi ve yöresinden başlıyoruz. Turun önünden başladığı Turizm Danışma Merkezi’nin çaprazındaki büyük yapı Ruslar tarafından Artistler ve Yazarlar Evi olarak yapılmış. Hantal görünüşüyle, sevimli Tallinn mimarisine aykırı dört katlı sevimsiz bir yapı. Büyük bir kitapçı ve diğer mağazaların üzerindeki katlarında halen birkaç sanatçıyı barındırmakla birlikte “air.bnb.” kanalıyla kiralanan küçük dairelerden oluşuyor. Rehberimiz Jonas, son Rus işgali boyunca Belediye Meydanı’nda yapılan kazılarda, Rus Arkeologlarının bu kesimin ilk yerleşiklerinin Rus olduklarını saptadıklarını(!) esprili bir dille anlatıyor.
Harju’dan Müürivahe’ye kıvrılan Vana-Posti sokağının ucundaki meydana hakim bir şekilde konumlanmış, Stalin zamanında politik propaganda filmlerinin gösterimi için inşa edilen gösterişli sinema Kino Soprus, bugün Bonbon ve Hollywood gibi kulüplere de kucağını açmış. Vana-Posti cephesindeki duvarı 6 sütunla bölümlenmiş. Sütunların çatıya yakın yüksekliklerine yerleştirilmiş, “Fen-Madencilik-Ziraat-Endüstri-Balıkçılık-Askerlik” sembolü olan taş kabartmalar var.
House of Brotherhood Kanut Guild Hall
Pikk caddesine geçiyoruz. Eskilerden beri Rusya Büyükelçiliği olan binanın az ötesinde, işgal döneminde siyasal suçluların hapsolunup işkence gördüğü KGB Merkezi (KGB Vangikongio-KGB Prison Cells) var. Caddede yürürken bu turun lafzına uygun olmamakla birlikte gösterişleriyle ilgimizi çeken iki bina daha oluyor. Bir zamanların çeşitli dallardaki zanaatkarlarının loncası olan Kanut Guild Hall günümüzde dans tiyatrosu olarak hizmet veriyor. Özellikle kapısı çok şatafatlı olan Rönesans dönemi esnaf loncası House of the Brotherhood of Black Heads ise şimdilerde Tallinna Filharmoonia’ nın konser salonu olarak kullanılıyor. Pikk ve Lai caddeleri arasında 1549-1625 yılları arasında inşa edilen ve adını aynı adlı Norveç kralından alan St.Olaf’s Kilisesi 125 metre yüksekliğindeki kulesi ile o zamanlar Avrupasının en yüksek yapısı imiş. 258 basamakla çıkılan kilise Tallinn’e tepeden bakılan en güzel yermiş. Zaten tur kapsamında olmayan ve sarıp-sarmalanarak onarıma alınmış bulunan kiliseye, bunca basamağı tırmanmayı göze alamadığımız için çıkmıyoruz. Bünyesinde Denizcilik Müzesi’ni de barındıran Kıyı Kapısı ve Şişman Margaret Kulesi’nin (Suur Rannavarav ja Paks Margareeta) abbarasından, liman kesimine geçiyoruz. 1980 Moskova Olimpiyat Oyunları sırasında inşa edilen, ancak olimpiyatın boykot edilmesi nedeniyle kullanılamayan yer altı spor kompleksi, geleceği henüz kararlaştırılamadığından kapalı tutuluyor. Tarkovski’nin 1978 yapımı “Stalker” filmine set oluşturan Radyo Kulesi Rus işgali sırasında yapılmış (Film çevrilirken bacaya, kalın buhar perdesinin ardından seçilebilmesi için eklenen “UN” ibaresi halen yerini koruyor.). Kule ile Enerji Buluşları Merkezi (Energia avastuskeskus) ve eski güç fabrikasında yaratıcı endüstrilerin sergilendiği Kultuurikatel yan yanalar. Bu binaların içlerini dolaşacak vaktimizin olmadığı turumuz, Jonas’ın kente dönüş yolunu tarif etmesiyle, burada noktalanıyor.
Dönüşte yine Maisa Mokk’a uğruyoruz. Sonrasında Tallinn için uzunca sayılabilecek, yaklaşık 1 kilometrelik bir yürüyüşle Estonia caddesindeki Juha Tanava Gourmee’nin pizzalarını yeğliyoruz.
Aklımız Eski Tallinn’in irili ufaklı “Estonya mimarisi-Tiyatro ve Müzik-Sağlık-Estonya Bankası-İkonlar-Denizcilik-Estonya Tarihi-KGB-Savaş-Fotoğraf-Çağdaş Sanatlar-Kukla-Uygulamalı Sanatlar ve Tasarım” müzelerinde kalıyor. Kapalı alanlarını da gezebileceğimiz daha uzun bir başka Tallinn gezisi yapmaya fırsat bulabilir miyiz ? Pek sanmıyorum, ama 66 saatin uyanık kaldığımız anlarında olabildiğince dolaştığımız Eski Tallinn, şimdilik yine de çok doyurucu oldu diyelim.
SAVAŞ SÖNMEZ
23 Temmuz 2019, Ayvalık