Bir eserin ilk seslendirilişi, besteci açısından önemlidir. Buna dünya prömiyeri deniliyor...Daha önce dijital olarak bilgisayarda dinlemiş olsa bile, ilk kez akustik olarak eserini duyar. Sonrakilerde ise şefler ve orkestraları birbiriyle karşılaştırma olanağı bulur.
Eserin, bir ülkede veya bir kentte ilk seslendirilişi ise, dinleyici açısından önemlidir. Daha önce hiç canlı olarak dinlemediği bir müzikle karşılaşacaktır. 21 Kasım 2015 gecesi, Bilkent Senfoni Orkestrası, Fransız vurma çalgıcı ve besteci Emmanuel Sejourne’un “Vibrafon, Marimba ve Orkestra İçin İkili Konçerto”sunu Türkiye ve Ankara’da ilk kez seslendirdi. Solistler besteci Sejourne ile vurma çalgıcı Sylvie Reynaert’di. Orkestrayı bu sezon üçüncü kez Avustralyalı Matthew Coorey yönetiyordu. Programda ayrıca Onur Türkmen’in “Dün, Bugün, Yarın” bale müziğinden orkestra için hazırladığı Prelüd ve Âşıkların Dansı ile Bela Bartok’un Orkestra Konçertosu bulunuyordu.
Vibrafon
Fransız besteci Sejourne’nun üç bölümlü ikili konçertosu “eklektik” özellikler taşıyordu. Daha çok film müziğini andırıyordu. Kendisinin dediği gibi “güçlü, enerjik, ritmik ve hayat dolu” bir müzikti.
Marimba
Kâh popumsu tınlıyor, bazen eskinin cazbandları gibi bakır üflemeliler hep bir arada yükleniyor, bazen de standart Amerikan cazından öykünmeler ortaya çıkıyordu. Vibrafon ve marimbanın unison yazılmış bazı soloları başarıyla seslendirmeleri, solistlerin ustalığını kanıtlıyordu. Bestenin en çok yavaş tempoda ve cazın pek çok özelliğinin duyumsandığı ikinci bölümünü beğendim.
Onur Türkmen’in dört yıldır üzerinde çalıştığı “Dün, Bugün, Yarın” başlıklı iki perdelik balenin birinci perdesinden şef Orhun Orhon’un isteği üzerine hazırladığı orkestra versiyonu ilk kez geçtiğimiz Nisan ayında SCAMV’nın düzenlediği 32. Uluslararası Ankara Müzik Festivali’nde Ankara Gençlik Senfoni Orkestrası tarafından MEB Şura Salonu’nda seslendirilmişti. Eseri bu kez, çok daha profesyonel ve oturmuş bir orkestradan, konser salonu olarak inşa edilmiş bir salonda dinliyorduk. Bu salon akustiği yüksek bir salondur.
ŞEF SALONU TANIMIŞ MI?
Şef Mathew Coorey’in üçüncü kez bu salonda aynı orkestrayla eser seslendirmesine rağmen, salonun bu özelliğini tam olarak anlayamamış olduğunu düşünüyorum. Çünkü orkestraya ve özellikle bakır üflemelilere öyle yüklendi ki, eserin kendi içindeki denge bozuldu. Buna salondan gelen pis sesler de eklendi. Örneğin iki Fransız solist, Türkmen’in eserinin daha ilk ölçüleri arp tarafından seslendirilirken balkonun kapısından içeri dalıp en arka sıraya öyle tangır-tungur oturdular ki, Aslıhan Güngör’in seslendirmekte olduğu, kendi içinde bir kreşendosu olan bu arp girişi güme gitti! Doğrusu Türkmen’in eserini, bu salonda, bu orkestradan ama işin ruhunu kavramış şef Orhun Orhon’un, ya da bu ruhu kavramaya niyeti olan bir başka şefin yönetiminde dinlemek isterdim.
Bela Bartok’un 5 bölümlük bir süit yapısındaki orkestra konçertosunun seslendirilmesinde de, şef yer yer orkestranın gereğinden yüksek, forte çalmasına neden oldu. Bu da uzayan sesler daha tam sönmeden üzerine yeni seslerin binmesiyle yer yer uğuldamaya yol açtı.
Konçerto denilince “Solist nerede?” diye soran çıkabilir. Bu eserde, çalgı grupları bazen de tek tek çalgılar solist görevi yapar. Konçertant özellik buradan kaynaklanır. Gruplar kendi sololarında başarılıydılar.
HATA VE EKSİKLERE DİKKAT
Gelelim, el broşüründeki maddi hatalara. Kapaktan itibaren iki solistin kullandığı çalgılar ters yazılmıştı. Besteci Sejourne vibrafon, Reynart ise marimba çalıyordu. Ama el programındaki biyografilerde ve kapakta tam tersi yazılıydı. Web sitesinde de durum aynıydı.
“Canım ne var bunda, her ikisi de bagetlerle vurularak çalınıyor!” diye düşünenler olabilir. Ama bu konserler aynı zamanda birer eğitim faaliyetidir. Her dinleyici vibrafon ile marimba arasındaki yapı ve tınısal farkı bilmez, gözüyle gördüğünü kitapçıkla tamamlarsa, yanlış öğrenir! Vibrafonu marimba zanneder!
Bir başka hata, konserin başkemancısının broşür kapağında “keman solo” olarak takdim edilmesi. Bu nitelendirme, keman soloların fevkalade önemli ve yoğun olduğu Şehrazad türü eserler için uygun olabilir. Ama çok basit ve kısa birkaç solonun yer aldığı programda başkemancıyı solist olarak sunmak bence yanlış. Bu tür programlarda o kısacık keman solodan çok daha önemli klarnet, obua, flüt sololar yer alabiliyor. O zaman bunlar da kapağa tek tek yazılacak mı? Demek ki bazı kavramları zorlamanın bir anlamı yok.
BSO’nun başkemancısı (konzertmeister) Tuğrul Ganiyev ayrıldıktan sonra başlatıldı bu uygulama. Bir konserde İstanbul’dan davet edilen değerli kemancı-eğitmen Ellen Jewet oturdu başkemancı sandalyesinde. Diğer iki konserde ise orkestranın emektarı konzertmeister yardımcısı İrina Nikotina ilk rahledeydi... Jewet’in geldiği haftadan itibaren de İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın sahneye çıkış uygulamasına geçildi. Orkestra gelip yerleşiyor, sonra o haftanın başkemancı sandalyesinde kim oturacaksa gelip selam veriyor. Böylece, geçen yıl solist ve şefe çiçek verme uygulamasının kaldırılmasından sonra, bu kez sahneye çıkış ritüelinde değişikliğe gidilmiş oldu.
BSO’nun kitapçıkları, dinleyiciye eserlere olan ilgiyi arttırıcı bazı bilgileri vermiyor. Yazının başında değindiğim ilk seslendirmeler örneğin. Bunların vurgulanması, afişte, kitapçıkta not düşülmesi ilgiyi arttıracaktır. Aynı biçimde bestecilerle ilgili yıldönümleri de vurgulanmalı. Örneğin bu konserde Bartok seslendirildi. “Bartok’un ölümünün 70. yılı anısına” gibi bir not düşülse fena mı olurdu? Daha Cuma gecesi İdil Biret,Çukurova DSO ile Bartok'u ölümünün 70. yılında 2. Konçertosunu seslendirerek andı.
Program kitapçığına ilişkin bir eleştirim de, giderek düzelmekte olduğunu görsem de, yazmadan geçemeyeceğim yazı boyları. Besteci yaşam öyküleri ve program notları, birer müzikolojik makale gibi değil, bir bakışta anlaşılabilir, kolayca okunabilir türde olmalı. Biyografiyi esere bağlayan bir ara başlık, ayrıca eserin bölüm başlıkları siyah harflerle konulursa, dinleyici bunu salonun loşluğunda görüp algılayabilir. Baskının beyaz üzerine gri harflerle yapılması da okuma güçlüğü yaratıyor. Grafikerler bu tür çalışmalara “estetik” açıdan bakarlar. Ama el broşürünün bir işlevselliği var, dinleyici loş salonda görebilecek, okuyabilecek, ki eseri izleyebilsin.
Ama bu akşam, balkonun ön sırasında sol başlarda oturan hanım dinleyici gibi, program kitapçığına hiç mi hiç bakmayıp, orada yer alan nerede alkışlanacağını gösteren alkış işaretlerini de görmeyen, dolayisiyle eserin daha ilk arasında tek başına alkışlayanlar da çıkıyor! Bu durumda, ne renk mürekkep kullansanız nafile!
Tüm bunları iyiniyetle, düzeltilmesi umuduyla yazdığıma kimsenin şüphesi olmasın.
Salondan gelen pis seslere gelince... Balkondan gözlediğim kadarıyla, bazı dinleyiciler ya da çocukları, 100 gr. mat kuşeye basılan ve hayli tok yapısı olan program kitapçığını ellerinden parkenin üzerine düşürüyorlar!
Konser devam ederken, uyuklayıp elindeki cep telefonunu düşürenler de çıkıyor.
Blazer ceketli beylerle bilezik meraklısı hanımların balkonun kenarlarındaki tek koltuklarda otururken dikkatli olmaları gerek. Çünkü kollarını korkuluğa değdirdiklerinde iki metalin çarpışmasından çıkan sesler hiç hoş olmuyor. Aşırı akustiğe sahip salonda, hele müziğin hafif çalındığı bir bölümdeyse bu pis sesler işin keyfini kaçırıyor.
Bazı dinleyiciler de tuhaflaştı. Tepeden görüyorum, konser devam ederken cep telefonuyla mesajlaşanlar, oyun oynayanlar hâttâ cilveleşenler. Açık havada pop konseri değil bu, klasik müzik konseri...
Kimsenin ahlak polisi değilim. Ama, konser dinleyicisi de dikkatli olmalı. Yığınla Avrupa ülkesinde, Amerika’da konser dinledim, fuayenin kuytusunda öpüşen birkaç genç gördüm ama salonda konser devam ederken aşk yapana hiç rastlamadım!