Bazı konserlere eser, bazılarına şef, kimine de solist için öncelik verdiğiniz olur. Bazen de hepsi bir arada toplanıverir. Hacettepe Senfoni Orkestrası'nın 22 Mart 2017 akşamı verdiği konser tam da böyleydi. Hem bir eserin dünyada ilk seslendirilişi yapılacak, HÜ Ankara Devlet Koservatuvarı'nın iki öğrencisi de konserde solist olarak yer alacaktı.
Orkestrayı genç şef Artun Hoinic yönetiyor, başkemancı sandalyesinde Ahmet Sağıroğulları oturuyordu. Şubatta yapılan seçmeyle başkemancılığa Burcu Bilgenoğlu Zorlu, başkemancı yardımcılığına da Ahmet Sağıroğulları gelmiş.
İlk eser Çek asıllı olmakla birlikte Almanya'da çalışan Johann Wenzel Kalliwoda'nın (1801-1866) obua ve orkestra için Fa majör Konçertino'suydu. Lisans ikinci sınıf öğrencisi Gülcesu Sönmez bu çift kamışlı tahta üflemeli çalgıyla, belirli bölümleri yüksek ajilite isteyen eseri başarıyla seslendirdi. Tahmin ettiğim gibi Meral Vural Leblebicioğlu'nun öğrencisi çıktı. Genç solisti kutlarken birlikte fotoğraf çektirdik. Gülcesu da, belli ki iyi obuacılar arasına katılacak. Leblebicioğlu'nun son yıllarda yetiştirdiği obuacılar ya belirli orkestraları kazandılar, ya da akademik çalışmalarını yurtdışında sürdürüyorlar. Örneğin Kaan Civelek, CSO'nun obua grubunda. Bazı haftalar birinci obuayı o çalıyor. Kardeşi Batuhan da Leblebicioğlu'nun sınıfında Gülcesu gibi lisans 2 öğrencisi. Şöyle bir düşününce, Ankara Opera Orkestrası'ndaki Ulaş Yurtoğlu, KKTC- CSO'da Can Doster var. Öğrenciliği boyunca pek çok orkestrada çalan Doğa Saçılık Karajan Akademisi'ni kazandı, bazı haftalar Berlin Filarmoni'de çalıyor. İdil Turgut Hollanda'da doktora yapıyor, Bengü Aktan da yanılmıyorsam Fransa'da... Eğer Türkiye'de koşullar değişmezse, onlar da büyük olasılıkla mesleklerini yurtdışında sürdürme olanağı arayacaklar.
YETENEKLİ TROMBONCUNUN İLK KONÇERTO İCRASI
Konserin ikinci eseri Danimarkalı besteci-şef Launy Gröndahl'ın (1886-1960) trombon konçertosuydu. Bedii Durham'ın lisans son sınıftaki öğrencisi Emircan Birgül, eseri Türkiye'de seslendiren ilk Türk tromboncu oldu, eğer yanılmıyorsam. Bu eseri bir kez dünyanın tanınmış trombon ustalarından biri olan Sloven asıllı solist ve pedagog Branimir Slokar Türkiye'de seslendirmişti.
Emircan'ı yıllardır, orkestraların imdadına yetişen yetenekli takviyelerden biri olarak tanıyorum. Onu kâh trombona ilk başladığı hocası Ahmet Yaldız'ın yanında CSO'da, kâh Cem Güngör'ün yanı başında BSO'da az dinlemedim. Gençlik orkestralarının da vazgeçilmezlerinden biri olan bu yetenek, tam bir solist refleksiyle konçertoyu ezberleyerek hazırlanmıştı. Eseri bellekten çaldı ama ilk kez orkestra eşlikli bir konçertoyu dinleyici önünde seslendirmenin heyecanını da yaşadı. Bu heyecan ve ağız kuruluğu özellikle ilk bölümde kendini gösterdi. İcra sırasındaki ufak-tefek kazalar herkesin başına gelebiliyor. Emircan'ı iyi hazırlandığı için kutluyorum. Lisansı bitirdikten sonra, o da yurtdışına yönelirse şaşırmayacağım. Avrupa'da olsun, Amerika'da olsun hiçbir iyi pedagog bu yeteneği kaçırmak istemez, yeter ki burs olanakları bulunsun.
HSO'NUN VAZGEÇİLMEMESİ GEREKEN İŞLEVİ
İşte HSO'nun hiç vazgeçmemesi gereken işlevlerinden biri de bu genç müzisyenlere, deneyimlerini arttıracak, sahne alışkanlıkları kazandıracak bu olanakları tanımasıdır. Tıpkı Türk bestecilerine ve ADK'daki bestecilere olduğu gibi... Nitekim konserin ikinci yarısında iki Türk bestecinin eseri seslendirildi. İlki, okulda hem öğretmenlik yapan, hem de doktora çalışmasını sürdüren Azeri Türkü Ali Alizade'nin (d.1961) “Semplice” başlığını verdiği tek bölümlük eserdi. Kemanın içli solosuyla başlayıp, gene benzer biçimde finale ulaşan eser, başlığına konulduğu gibi “yalın”, anlaşılır bir kırsal tema etrafında dolanan hüzünlü bir yapıdaydı. Ağır tempoda ama zor keman sololarının altından Ahmet sağıroğulları fazla zorlanmadan kalktı. Besteci eseri 2008'de Van'da yazmış ve ilk seslendirilişi Bakü'de Azerbaycan Devlet Oda Orkestrası yapmış.
ÇAĞDAŞ VE MİSTİK BİR AĞIT
Daha sonra Önder Özkoç'un (d.1978) gene tek bölümlük bir tür “ağıt” olan “Dönüşümler” başlığını verdiği eserini dinledik. Bestecinin Türk halk müziği ile Mevlevi müziğini iyi bildiğini eseri dinleyen herkes anlayabilirdi. Eser kendi içinde dönüşümünü yaşarken, çello grubu ve iki kontrbasla , kudümün Mevlevi ayinlerindeki usullerle vuruşlarının yarattığı mistik atmosfer etkileyiciydi.
Özkoç bu ağıtı niye yazdı? diye sorarsanız, yanıtı kendinden alabiliriz:
“Kader, 12'sinde zorla evlendirilen, 13'ünde anne olan, 2014 yılında 14'ünde ikinci çocuğunu doğumdan sonra kaybeden ve aynı yıl sırtında 14 saçma tanesiyle evlerinin ahırında ölü bulunan Siirt'te küçük bir kız çocuğu... Bu müzik şu anda bir yerlerde melek olan Kader özelinde benzer yazgıları yaşayan küçük/büyük kız çocuklarına adanmıştır... Bu dramatik olaydan müzikte sembolize edilen şeyler 14 acımasız saçma tanesi ve Kader'in kalp atışlarıdır.”
Eserde piyanonun önemli işlevi var. Kenan Tatlıcı, hem Alizade'nin, hem Özkoç'un eserinde bestecilerin istediği güçlü tınıları elde etti.
Toplumumuz böylesine ağıtlara esin kaynağı olmayacak bir ortama ne zaman girer acaba diye düşünürken, sadece HSO özelinde değil, başka orkestralarda da zaman zaman yaptığım bir gözlemi yazmadan geçmek istemiyorum. Türk bestecilerin eserlerini seslendirirken bazı çalgıcılar niye birbirlerine bakıp gülüşürler? Dinleyiciye niye eseri küçümsedikleri mesajını verebilecek yüz ifadeleri takınırlar? Bunun yerine eserleri iyice derinine inerek anlamaya çalışsalar. Bu orkestralar hep Bach, Beethoven, Brahms mı çalmalı?
Doğrusu bu konsere gittiğime, iki yeni eser dinlediğime hiç pişman olmadım, kendimi biraz daha donanımlı hissettim.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
23 Mart 2017