Türkiye'deki bestecilerin öncelikli sorunu, yapıtlarının seslendirilmesinde karşılaştıkları güçlüklerdir. Ayrı sorun, bestecilik öğrencileri için de mevcuttur. Konservatuvarların kompozisyon bölümleri bu sorunun aşılabilmesi için, çalgı bölümü öğrencilerinin desteğiyle, öğrencilerinin işlerini canlı olarak duyabilecekleri, dinleyiciyle paylaşabilecekleri dönem veya yıl sonu konserleri düzenlerler. Bu konserleri kimileri kendi okul çevreleriyle sınırlı tutar, kimileri dışardan dinleyiciyle de paylaşırlar.
Salgın döneminde bu tür etkinliklere de ara verilmişti. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı, öğrencilerin çok büyük bölümünün aşılarının tamamlanmış olması ve yüzyüze eğitime devam kararından sonra, bestecilik bölümü öğrencilerinin işlerini canlı bir konserle günyüzüne çıkarıp paylaşılmasını sağladı. Bu kompozisyon sanat dalı öğrencilerinin artık gelenekselleşmiş 24. konseriydi. Beytepe Yerleşkesi'ndeki konservatuvar binası konser salonunda düzenlenen konserde salonun neredeyse dörtte üçünün dolu oluşu dikkat çekiciydi. Besteci ve seslendirmecilerin yakınları, hocaları, okulun öğrencileri, dışardan otobüslerle gelmiş öğrenciler dinleyici kitlesini oluşturuyorlardı.
Konser öncesinde kompozisyon sanat dalı hocalarından Prof. Hatıra Ahmetli Cafer kısa bir konuşmayla, “taklit ve doğaçlama” ile “beste yapma”nın karıştırılmaması gerektiğini vurgulayarak eğitmenlerin emeğininin görmezden gelinemeyeceğini belirtti. Hatıra Ahmedli Cafer, “Konservatuvarımızı kazanan öğrencilerimiz, burada birçok profesyonel dersler alarak kullandığı tekniğe bakmaksızın ulusal kimliğini korumakta ve kendi müzik dilini, stilini bulma konusunda çağdaş besteci olarak yetişmektedir. Bizlerin amacı, kompozisyon eğitimine katkı sağlayarak taklit yapan değil, çağdaş ve özgür olabilecek yeni kuşak bestecilerin yetişmesine yardımcı olmaktır.” dedi.
Çoğu kez olduğu gibi sınıflarına göre küçükten büyüğe bir sıralama yapılmıştı. Yapıtlardan solo piyanodan başlayarak, topluluklara doğru gidiyordu. Kompozisyon bölümünden işleri seslendirilen öğrenciler şöyle sıralanıyordu: Mert Eren, Anita Sağlam, İrem Başer, Beste Nur Ural, Doğaç İşbilen, Tuna Dağdelen, Pınar Özaslan, Zeynep Melisa Coşkun ve Mehmet Karcıoğlu.
Piyano besteleri arasında en ilgi çekici olanı Beste Nur Ural'ın (d.1998), matematikteki “fibonacci” sistemini müziğe uygulayarak ortayya koyduğu “Monolog-II” idi. Fibonacci sistemini daha çok bahisçiler kullanıyor. Fibonacci dizisi, 1'den başlayarak, ardışık halde kendisinden önceki iki sayının toplamı şeklinde giden bir sayı dizisi.
1 , 1 , 2 , 3 , 5 , 8 , 13 , 21 , 34 diye uzanıp gider... Besteci 7 satırlık bir dizide uyguladığı sistemle, ortaya akışkan ve bütüncüllük gösteren bir parça çıkarmıştı. Ayça Yılmaz'ın seslendirmesiyle dinledik ve alkışladık.
Obua eğitimi sonrası kompozisyona yönelen ve üç ayrı ulusal beste yarışmasında birincilik elde ederek dikkati çeken Doğaç İşbilen (d.1998), bu kez solo viyolonsel için “Sema” başlıklı bir parçayla kozmik ve mistik bir yaklaşımla Si notası üzerinde tellerden özel titreşimler elde ederek dinleyiciyi etkilemeyi amaçlayan bir müzik yazmıştı. Bu müziği yazan kadar çalan da önemliydi. Nitekim bestecinin yakın arkadaşı, eğitimini artık yurtdışında sürdüren çellist Umut Sağlam, yazının gerektirdiği titreşimleri özenle elde etti.
Boğaziçi Üniversitesi ekonomi mezunu olmasına karşın, koroculukla başladığı müzik serüvenini kompozisyon ve şeflik alanında ADK'da sürdüren Tuna Dağdelen (d.1996), 12 ton tekniğini kullanmayı, bir başka deyişle atonal müziği tercih etmişti. Dört parçadan oluşan müziğini piyano başında kendisi seslendirdi.
Koro müziğine ilgi duyan ve 4. Çoksesli Koro Eseri Yarışması'nda mansiyon kazanan Pınar Özaslan (d.1995), “öte” adını verdiği bir dördül yazmıştı.
Ogün Koyunoğlu (obua), Lara Başer (klarnet), Damla Çakar (viyola) ve Berkem Bursal'ın (viyolonsel) seslendirdiği dördül, icra tekniklerinde “yeni müzik”te kullanılan özellikleri yansıtıyordu. Belli ki Özaslan, Estonya'da aldığı bestecilik dersleri ve ustalık sınıflarına katıldığı Türk ve yabancı yeni müzik bestecilerinden hayli yararlanarak kendini geliştirmişti.
Zeynep Melisa Coşkun'un (d.1999) “Yaylı Üçlü”sü de, çağdaş bir yapıt özelliği gösteriyordu. Ece Namlı (keman), Şimal Pamuk (viyola) ve Doğa Saygı (viyolonsel) tarafından seslendirilen üçlü, bestecinin “derinlerdeki ses ve renkleri arama” amacına ulaştığını gösteriyordu.
Konserin sonunda ise, Bando Okulu öğrenciliğinden itibaren kendini geliştirme gayretiyle, müzik eğitim fakültesi ardından Gazi'de caz üzerine yüksek lisans yapan, yetinmeyip ADK'da kompozisyon eğitimine başlayan Mehmet Karcıoğlu'nun (d.1991) programlı müziğini dinledik. Karcıoğlu'nun eserini Armoni Mızıkası'ndaki usta enstrümancı arkadaşları seslendirdi. “Kızılca Gün ve Atatürk” başlığını taşıyan eser Atatürk'ün Ankara'ya gelişinin 102. yıldonümü için bestelenmişti.
Klarnet, flüt, obua, fagot, trompet, trombon, tenor ve alto saksafon, tuba, timpani ve perküsyon için sonat formundaki bestede Karcıoğlu, Atatürk'ün Dikmen sırtlarında Seymenler ile halk ve kentin eşrafı tarafından coşkuyla karşılanışını, Seymenlerle arasında geçen konuşmayı canlandırıyordu. Mesleği gereği üflemeli ve vurmalı çalgıların yeteneklerini iyi bilen Karcıoğlu, ortaya parlak bir uvertür çıkarmıştı. Topluluğu şef İnci Özdil yönetti ve yapıt barındırdığı coşkuya uygun büyük bir alkış aldı.Karcıoğlu, kompozisyon çalışmalarını Sıdıka Özdil ile sürdürüyor.
Konser boyunca bölümün araştırma görevlisi Burak Soykan, her yapıtın sağlıklı ses kaydının yapılabilmesi için yardımcılarıyla gayret gösterdi.
Uzunca bir aradan sonra, yeniden bir kompozisyon bölüm konseri izledim. Önceleri Bilkent Kompozisyon yeni müziği, ADK kompozisyon klasik çizgiyi yansıtırdı. Bu konserde ADK kompozisyon öğrencilerinin de çağdaş yazıya, yeni müziğe doğru yönelmeye başladığını gördüm. Bölümde kadın öğrenci sayısının artmış olması da, olumlu bir gelişme. Yeter ki, ortaya daha çok dinlenebilir nitelikte müzik çıksın ve bunları seslendirecek topluluklar çoğalsın ve anlayış gelişsin.
ŞEFİK KAHRAMANKAPTAN
15 Aralık 2021, Ankara