Değerli dost H.Hüseyin Akbulut’un “Sanattan Yansımalar”da çıkan “Türkiye’ye Gelişinin 80. Yılında Eduard Zuckmayer” başlıklı yazısını ilgi ve dersler çıkararak okuğumu belirtmeliyim.
Nedeni açık. Çünkü, günümüzde unuttturulmaya çalışılan bir yakın geçmiş üzerinden Cumhuriyetin kültür ve sanata bakışını yeniden anımsattırıyor. Çağdaşlık adına yapılanları bir kez de müzik üzerinden “okuyoruz.” Aslında anılan dönem, Osmanlı’ya inat Türk insanını yüceltmeyi hedefe koymuştur. Bunu yaparken bütüncül bir yaklaşımla her yönden yetiştirilmeye çalışılan bir toplum modeli öngörülüyor.
Yeniden anımsayalım, Osmanlı’da Türklerin, ne Enderun, ne İlmiye ve ne de Seyfiye sınıflarına alınması yasaktı. Devlet işleri zaten devşirmelerin sırtında yürür. Devletin kuvvetli dönemlerinde ele geçirilen Avrupa topraklarında savaş ganimeti olarak kaçırılan genç ve güzel kız ve erkek çocuklar alınıp tutsak olarak kullanılırlar. Erkeklerin sünnet edildikten sonra içlerinden akıllı olanlar yetiştirilip devlet kademelerine geçirilir. Türkler ise “Al Türk’ü vur turpa..” sözünü boşuna çıkarmayacak bir şekilde kenarda kıyıdadır. Bu bakımdan günümüzdeki Osmanlı-seviciliğini olsa olsa Stockholm sendromuyula açıklamak olası. İşte böylesine bir geçmişin yıkıntıları arasından çekip çıkarılan Türk ulusunu gecikmeli de olsa çağdaşlık düzeyine yükseltmeye çalışmanın öyküsüdür Cumhuriyet. Atatürk’ün öncülüğündeki kadronun yaptıkları bu bakımdan tartışmasızdır.
Sayın Akbulut’un yazısına konu aldığı kişiyi görünce, ister istemez o sürece giden yolun başını düşündüm. Eduard Zuckmayer’in yurdumuza gelip müzik alanında yaptığı katkıları yeniden anımsadım. Hitler’in seçimler yoluyla başa geçtikten sonra kendi meclisini bombalatarak muhaliflerin sırtına yıkmak benzeri oyunlarla Almanya’nın tek egemeni olduğu biliniyor. Kendi karşıtlarını yok etmek için her tür bahanesi vardır artık. Yahudiler de bundan payını almakta gecikmez. Birçok sanatçının kendi ülkelerini bırakarak başka ülkelere sığınmaları bağlamında Zuckmayer de Atatürk Türkiye’sine gelir. Onun müzik alanında yaptıklarını sayın Akbulut çok güzel özetliyor. İzniyle onlara küçük bir katkıda da benden olsun. İstiyorum ki bunlar belleğin unutkan dolapları arasında yitip gitmesin. Baştan belirtmem gerek, bir müzik yazısı yazmak niyetinde değilim. Çünkü, bu benim alanım değil. Öyleyse durup dururken neden bir müzik yazısı diye soru gelebilir akla. Aktarayım. 1960’lı yılların sonu. Gazi Eğitim Resim Bölümü’nde öğrenciyim. Günümüzde rektörlük olarak kullanılan tarihsel binayı kullanıyoruz. Atölyelerimiz ve yatakhanelerimiz orası. Hemen yandaki bina da müzik bölümü ve konser salonu. Müzik bölümündeki bir oda Zuckmayer’in kendisine ayrılmıştı. Tek başına yaşadığı için orada yatıp kalkıyor, çalışmalarını aynı odada yapıyordu. Dinleyici bağlamında müzik ilgisi ve o bölümden arkadaşlar nedeniyle boş saatlerde sık sık oraya geçiyorum. İşte bu gidiş gelişler sırasında Zuckmayer çıkmaz mı karşıma.. Artık gide gele beni de kendi öğrencilerinden biri gibi görmeye başladı galiba. Her karşılaşmada “yine mi sen?” diye sorulara başlaması unutulmaz. Piyano odasında bir arkadaşın çaldığı müzik parçasını kapı aralığından dinleyip içeri girmişti. Zaman içinde onun Türk halk müziği üzerine çalışmalarına tanık oldum. Özellikle “Balıkesir Bengi Oyun Havası”nın çok sesli müziğe dönüştürüp orkestraya uyarlaması az bilinir. Hiç kuşkusuz başka çalışmaları da yok değil. Ama dediğim gibi ben tanık olduklarımı aktarmakla yetiniyorum. Bu müzik yapıtını piyanoda bir kaç kez hem kendisinden hem de orkestra eşliğinde dinlediğim için kendimi şanslı sayarım.
Bu öykünün sonu az buçuk Almanya’yayla benzerlik taşır. Yaşamını sonuna değin kendisine ayrılmış o küçük odasında geçiren sanatçı 1972 yılında aramızdan ayrıldı. Ölümünden sonra müzik bölümü binasının önüne büstü törenle yerleştirilmişti. Yaşadığı yer, bir anı-müze odası gibi düzenlenip el yazmaları, notaları ve ondan geriye kalan diğer eşyaları sergilendi. Atatürk’ün davetiyle başlayıp çok sesli müziğe yaptığı katkılar ve yetiştirdiği öğrencilerle sürüp giden bir yaşama konulan son nokta burada bitmiyor ne yazık ki.. 1977-78’lerde kurulan Milliyetçi Cephe hükümetleri zamanında başa geçen güçler için Zuckmayer yine hedefti. Ölümünden yıllar sonra bile.. Bizdeki yöneticiler tıpkı Hitler gibi düşüyordu. Nedeni, sanatçının Yahudi asıllı oluşundan başkası değil. Bir gün bölüm binası önüne konulan büstü parçalanıp atıldı. Aynı gün içinde müze-odadaki el yazmaları yakılıp yok edildi. Hiç sürpriz değil, yapanlar belli olmadı hiç. Tam bir Türkiye klasiği.
Çağdaşlık adına, insanın insan olma mücadelesinde çaba gösterenlere uygulanan bu hareketler kültür ve sanat tarihimizin kara bir sayfası olarak kazındı kaldı. Unutulmasın istedim.