Bodrum’da artık Kanlıca’nın ihtiyarları (Yahya Kemal; ‘Eylül Sonu’ şiirinden) gibi ihtiyarlar kaldı. ‘Bodrum bize kaldı’ diyorlar. Mutlular.
Havalar da o kadar güzel ki. Geçen sonbaharlara hiç benzemiyor. Buradan ayrılması güç. Işıklı, ihtiyarlı, gençli, çoluklu çocuklu, trafikli, büyük kentler artık bizi bekliyor. Curcuna.
Bodrum’un rakılı akşamlarından Ankara’nın şaraplı akşamlarına hicret.
Giderayak bu mai beldenin büyüsüne kapılıp buralardan ayrılamayarak kalmış sanatçılardan söz etmek istiyorum. Onlar bu ülkenin en güney batısına sıkışıp kalmış ücra mı ücra gözden ırak gönülden ırak unutulmuşluk beldesinin istiridyeden ışıl ışıl gözleriyle bize bakan inci taneleri.
Bunlardan biri Tuncay Yurtsever.
Üstelik komşum. Beşyüz metre kadar ötede yaşıyor. Yazları inşaata devam etmek yasak bildiğiniz gibi. Bir gün önümden bir kamyon geçti bu yasağa karşın. Yurtsever’in evine gidiyormuş. Ama inşaat için değil sanat için. Tonlarca toplu iğne taşıyor!
Tuncay Yurtsever İnebolu’ dan neşet etmiş (çıkmış). Çok mütevazi bir aileden geliyor. Babası küçük bir bakkal. Annesi ev hanımı. Okuma yazmaları eh işte şöyle böyle… Ama giyim kuşamları, tarzları, terbiye, görgü ve vizyonları, klasları okyanusları aşmış. Bir aile fotoğrafını buraya alıyorum. Küçük Tuncay’ı orada seçebilirsiniz.
Karadeniz’in bu minik evladı İstanbul’da Saint Benoit’da ortaokulu, Galatasaray’da liseyi, Ankara’da Mülkiye’yi bitiriyor. Ve hayat ona atlıyor. Maliye Bakanlığında müfettiş, sonra turistik kitap yayıncılığı yapıyor. ‘Dokuz yabancı dilde, bir kısmını kendimin yazdığı Türkiye’yi tanıtıcı yetmişin üzerinde kitap yayınladım’ diyor. Dahası var; Cumhuriyet gazetesinde muhabirlik yapmış. Ecvet Güresin imzalı mühürlü kimlik kartı var. ‘Yaşımı gösteren kısmının üzerini kapattım’diyor. Bakıyorum, hakikaten de kapatmış. Yaşını bir türlü kestiremiyorum!... Abi mi diyeyim, kardeş mi, amca mı, oğlum mu…? Amaan en iyisi Tuncay de geç diyorum kendime.
Tuncay Yurtsever’in sanatı toplu iğneleri bir satha dikey olarak batırmak suretiyle inanılmaz resimler yapması. Bu resimlerle Guinness Rekorlar Kitabına girmiş. Her bir resminde en az elli bin tane iğne bulunuyor. Evinin duvarları her biri en az on onbeş kilo gelen resimlerin tümünü nasıl çökmeden taşıyabiliyor hayret ediyorum.
İğneleri önceden çeşitli renklere ve tonlara boyuyor; bir platform üzerine batırarak kullanıma hazır hale getiriyor. Resim yaparken oradan istediği iğneyi çekip alıyor ve kullanıyor. İğneler dikey olarak batırıldığı için gün içerisinde ışığın pozisyonu değiştikçe gölgelerinin düştüğü yerler de değişiyor; göze hoş gelen çeşitli efektler seyrediyoruz. Her seferinde sanki başka bir resim ortaya çıkıyor. Yurtsever resimlerini doğrudan yapıyor yani önceden herhangi bir çizim, eskiz yapmadan. Tabii mutlaka kafasında bir tasarım vardır.
Sanatçı, bir otel sahibi. Denize sıfır değil sanki denizin içerisinde. Kendisi de otelin yanına inşa ettiği bir evde yaşıyor. Atölyesi de orası. Yanda kayayı oyarak yaptığı bir de mekanı var.
Tuncay, Bodrum’un sevilen ve aranan kişiliklerinden. Hemen tüm sanat ve toplumsal etkinliklere katılıyor. Hoşsohbet, sıcak, sevecen, canlı. Onunla en büyük sıkıntım sürekli birbiri ardı sıra nefis espriler yaptığı için ondan aşağı kalmamak için sarfettiğim çaba. Bazen yeniyorum da.
Ama bir özelliğini de bir rastlantı sonucu öğrendim. Eski sporcu olduğum için (siyah kuşak karate) kuvvet denemelerini severim. En azından yaşım ilerliyor ama gücüm kuvvetimde bir eksilme var mı acaba kaygısıyla kol güreşi falan yapmayı severim. Bazen de boyunduruk takarım. Bu boyunduruğumdan sıyrılmak zordur. Rakip kurtulmaya çalıştıkça cendereyi daha bir sıkarım…. Ama Tuncay şak diye kurtuldu!... Eski güreşçiymiş. Hafif siklette yanılmıyorsam milli takımda bile yer almış. Ama talihsiz bir sakatlık… Bir Türk dünya şampiyonundan mahrum kaldık.
Ben haddimi bilirim, kıratımı ve kalitemi de… Bir daha mı boyunduruk; tövbe…
Mekanında tek başına yaşıyor. Çok sevdiği eşi epey yıl önce vefat etmiş. İstanbul’da eğitimde olan çok başarılı yetişkin bir kızı var; Selin. Her baba kız gibi birbirlerine çok düşkünler. Selin de baba mesleği iğne sanatçılığını bayağı öğrenmiş. Güzel resimlerini gördüm. Tuncay, yerine talebe yetiştirememekten şikayetçiydi. Sanırım Selin bu boşluğu dolduracak.
Sanatçıyı fazla tanıtmam fuzuli gibi zira medyada çok yer almış. Herkes biliyor ve tanıyor. Sanatı çok takdir ediliyor.
Bir hususiyeti daha var ki o da devletten tescilli koleksiyoner olması. Kıymetli objeleri, antikaları var. Hepsi resmi defterde kayıtlı. Evi müze gibi. Denizde bir müze. Sanki cennet.
Denizin hemen yanında karşılıklı rakılarken bazen diyorum ki elime bir olta alsam bir taraftan balık takıldıkça yanımızdaki tava hazır nasılsa. ..
Koleksiyoner dedik; yetmez. Bahçesinde binbir çeşit nadide hayvan besliyor. Özellikle kanatlılar. Bir göz ziyafeti.
Tuncay’ın bitmez tükenmez hususiyetlerinin biri de toplayıcılığı. Doğadan rastgele taşlar, çalı çırpı topluyor. Kafasında herhangi bir tasarım olmadan. Onları ya bir çerçeve içerisinde tablo gibi rastgele serpiştiriyor ya da evin her tarafına gene rastgele dağıtım yapıyor. Ortaya kendi kendine organize olan sanat eserleri çıkmış oluyor. İnanılmaz.
Şimdi burada felsefeye girmem gerekecek gene. Sıkmadan anlatmaya çalışacağım. Efendim şu sıralarda tartışması giderek alevlenen kaos teorisi var. Bunun babası da Jean Baudrillard. Burada simülasyonlar, simülarklar, rastlantılar, karmaşa vs gibi terimler var. Platon, Kant’a kadar uzanan düşünceler var. Ben kendi versiyonuma değineyim. Tabii hareket noktam Baudrillard olsun.
Evren (zihnimiz) var olmak için harekete gereksinim duyar. Hareket bittiğinde evren de biter. Yani biz. O nedenle evren mutlaktan (mükemmelden, düzenden) kaçar. Düzenin içerisinde bundan dolayı bir kaos çekirdeği vardır. Evren baktı ki her şey olduğu gibi dümdüz pürüzsüz gidiyor hemen düzene bir şekilde çomak sokar. Böylece hareket devam eder (her yokuşun bir inişi her inişin bir yokuşu vardır).
Ancak kaos yaratıldığında kaosun unsurları bir süreç sonunda kendi kendilerine organize olarak düzene geçerler. Ancak bu düzenin nasıl bir düzen olacağı önceden kestirilemez. Çünkü kaotik unsurlar belki kendileri de ayırdında olmadan bir tasarım kurar ve ona göre bir düzene girerler. Buna belirsizlik ilkesi diyoruz.
Dolayısıyla Yurtsever’in rastlantılarla bulup rastlantısal şekilde bir araya getirdiği objeler kendiliklerinden kendilerini bir düzene, kompozisyona sokuyorlar. Meydana gelen düzen bizim zihnimizin anlamlı olarak kabul edeceği, algılayacağı bir düzen olacaktır. Yoksa rastlantısal, kaotik olarak kalır. Sonuçta kaos da düzen de bizim kafamızın içindedir. Kafamızın yapısına göre bir şeye ya kaos ya da düzen deriz.
Kafamızda kurduğumuz düzen ise tabii ki sanaldır. Kurgudur. Buna simülasyon da denir. Demek ki kurguladığımız sanal bir alemde yaşıyoruz sonuç itibariyle. Bunu ise hakikat olarak kabul ediyoruz. Oysa hakikat diye bir şey yoktur. Hakikatin olmadığı hakikatı ise son hakikattir. Kant’a göre bu son hakikat (ding an sich) bilinemez.
Oysa bilmeye ihtiyaç yoktur. Algılarımızın ötesine geçerek algısız ortama girersek (ötevaroluş) hakikate ulaşırız. Hakikatin hakikatsizlik olduğu ayırdına varır ve hareketsiz ortama geçeriz. Orada artık ne düzen ne de kaos vardır. Simülasyonlar kurarak içine girip sanal alemlerde yaşama devri sona erer. VeçKant’ın ‘bilinemez’ dediği son hakikatı da aşarız. Çünkü Kant’ın hakikatı (ki aslında biziz) son analizde bütün bu çocukça sanal alemleri, oyunları yaratan hakikattır. Kendi kendimizi aşma durumuna gelirsek bu son hakikati de aşmış oluruz.
Sonuçta kurguladığımız sanal evrenleri hakikatmiş gibi algılayarak yaşamamız sona erer. İmajları hakiki sanarak imajlara aşık olarak yaşama, narsistik olay biter gider.
Tuncay’ın gelişi güzel biriktirdiklerinin kurduğu düzene bu gözle bakmalıyız. Bu makroevren modelimizin küçük bir örneğidir.
İmdi, buradan biraz farklı bir duruma geliyoruz. Yurtsever’in topladığı objelerin bazıları tek başlarına bizim aşina olduğumuz ifadelere bürünüyorlar. Mesela bir taş insan suratı, hayvan başı, insan veya hayvan figürü olarak karşımıza çıkıyor. Sanatçımızın objeleri arasında bulunan bu taşlardan bazı fotoğrafları buraya koyuyorum.
Bu bir nevi zihnimizin bir şakası, kendi kendisiyle alay etmesi, kendi kendisini kendisine getirmesi çabasıdır. Kimbilir…
Tuncay Yurtsever kanımca kazandığımız bir kıymettir.
Hava Bodrum’da bu mevsim alışılmadık kadar güzel. Gece sessiz sakin. Yaprak kıpırdamıyor. Deniz kıpırdamıyor. İşte hakikat. Hareket yok; herşey durmuş. Kaosu bekliyor.
monad balkan, 23 ekim 2016 bodrum yalıkavak