Müzik dünyası bugünlerde, büyük İtalyan orkestra şefi Carlo Maria Giulini’nin doğumunun 100. yıldönümünü kutluyor. Biz de “Sanattan Yansımalar”da bu kutlamalara katılmaktan ve onun sanatını ve müzikal mirasını genel çizgileriyle değerlendirmekten mutluluk duyuyoruz. 9 Mayıs 1914 günü doğan ve 2005 yılında dünyamızdan ayrılan Giulini, müziğe adanmış 91 yıllık uzun bir ömür sürmüş, birçok kuşaktan sanatçının ve müzik dinleyicisinin yaşamını zenginleştirmişti. Yaşadığı dönemde birçok müzik eleştirmeni tarafından büyük romantik şeflerin sonuncusu olarak nitelenen Giulini’nin bizatihi müzikle olan ilişkisi bile romantikti. Bir müzik eleştirmeninin ifadesiyle onun “Bir evi, bir eşi ve bir orkestrası vardı." Giulini’nin bu adanmışlığı, seslendirdiği eserlere de yansıyor; o, deyim yerindeyse, bu eserlere bütün insanî varlığını veriyordu. Giulini, duygusal bir yakınlık kurmadığı ve yoğun biçimde incelememiş olduğu eserleri yönetmiyordu. Sanatçı, “Sadece anladığım, inandığım ve sevdiğim müziği yapabilirim” demişti. Bu nedenle, bazı besteciler kadar, kendisine yakın bulmadığı 20. yüzyıl müziğine de uzak kalmayı tercih ediyordu.
Kendisiyle çalışan birçok müzikçinin tanıklıkları, onun müzikal kişiliğini açıklıkla ortaya koyuyor. Los Angeles ve Chicago’da sanatçının konsertmaysterliğini yapan Sidney Weiss’e göre "O, katışıksız müziktir. Müzikten yapılmıştır ve orkestranın önüne geldiğinde, hiç bir şeyle değil, sadece müzikle ilgilenmektedir. Sorunlarla, kimin iyi çalmadığı, kimin orkestrayı sabote ettiği gibi şeylerle ilgilenmemektedir. Kafasında hiç bir şey değil, sadece müzik vardır ve o kadar esin vericidir ki, sonuç muhteşemdir.” Kendisiyle çalışan birçok müzikçi, Giulini’nin seslendirdiği müziğin, onu neredeyse mistik biçimde dönüştürdüğünü ve bunun orkestraya da yansıdığını, onunla verilen her konserin aynı zamanda “ruhanî” bir olay olduğunu ifade etmişlerdir. Ünlü tenor Placido Domingo, anılarında Verdi’nin Requiem’inde gözlediği Giulini’yi şu cümlelerle anlatır: “Giulini’nin zarafet ve yoğunluğuna sahip bir başka müzikçi bulmak güçtür. Müzik yapışı son derecede rafinedir. “Dies irae” bölümünde, neredeyse kıyamet günündeki tanrı babayı kendisinde cisimleştirmiş gibiydi… Çok hareket ettiği ya da azametli hareketler yaptığı için değil, sadece korkutucu derecede müziğin kendisi haline geliverdiği için... Bu kadar iyi ve zarif bir kişinin kıyamet günündeki tanrı gibi böylesine güç sergilemesi şoke ediciydi.” Giulini’nin, birlikte çalıştığı orkestra elemanları ve sanatçılarla ilişkisi de zarif, uygar ve insanîydi. Otoriteyi değil, iknayı esas alan bu ilişkileriyle Giulini, geçmiş dönemlerin Toscanini, Reiner, Mravinsky gibi otoriter şeflerinden çok farklıydı ama müzikal ve insanî derinliğinden kaynaklanan manevî otoritesi, istediği sonuçları elde etmesi için yeterliydi.
Giulini, yaşamı boyunca La Scala’dan Philharmonia’ya, Berlin Filarmoni’den Viyana Fiarmoni’ye dünyanın en iyi topluluklarıyla çalıştı. Onun, büyük şeflerin hemen hepsi gibi, orkestradan elde ettiği kendine özgü bir “sound” vardı. Bu sound, esas olarak yaylılara dayanıyordu ve nefesli çalgılar geri plandaydı. İyi bir viyolacı olan ve “aynı soundu diğer yaylılarda da elde etmek istediğini” ifade eden Giulini, çalıştırdığı orkestralardan alameti farikası haline gelen zengin, koyu ve sıcak bir ton elde ediyordu. Giulini’nin müzik yapışı sıcak, içten ve yoğundu. Eserin lirik güzelliğini ön plana çıkaran icraları rafineydi ve ifade derinliğine sahipti. Giulini, uzun sanat deneyiminin getirdiği müzikal aklı, güzellikle ve yaşanan anın esiniyle harmanlıyordu. O bu anlamda, Furtwängler okulunun önemli takipçilerinden biriydi. Repertuvarı görece sınırlı olmakla birlikte, başta Beethoven, Brahms, Schumann, Bruckner, Mahler olmak üzere birçok bestecinin orkestra eserleri yanında, başta Mozart ve Verdi olmak üzere birçok bestecinin operalarını içerecek kadar da büyüktü. Giulini, 1949 yılından 1995 yılına kadar ünlü orkestra ve solistlerle birlikte, çok sayıda seçkin kayda imza attı. Onun artık klasikleşmiş opera kayıtları arasında, özellikle Mozart ve Verdi’nin eserleri başta geliyor. 1959 yılında olağanüstü bir kadro ile gerçekleştirilen Don Giovanni operasının kaydı ile Callas’la 1955 yılında canlı olarak kaydedilen La Traviata, müzik tarihinin unutulmazları arasında. Sanatçının 1970’li ve 1980’li yıllarda yaptığı Verdi kayıtları da her şeyleriyle birinci sınıf, daha da doğru bir ifadeyle, sınıflar üzeridir.
Giulini’yi anmanın en iyi yolu da, şüphesiz onun bıraktığı güzelliklere ortak olmak, kayıtlarını dinlemektir. Geçtiğimiz aylarda, SONY için yaptığı tüm kayıtlar 22 CD’lik bir özel edisyonda toplandı. Warner ise 17 CD’lik “Londra Yılları”, 4 CD’lik “Chicago Yılları” ve 9 CD’lik “Konçerto Kayıtları” başlıklı edisyonları yayınladı. Deutsche Grammophon’un kutlamalara katkısı ise 15 CD’lik “Giulini Viyana’da” edisyonu oldu. Dinleyelim ve bu büyük müzisyeni doğumunun 100. yıldönümünde bir defa daha sevgi, saygı ve teşekkürlerimizle hatırlayalım!.. Bize bıraktığın güzelliklerle, nice 100 yıllara Carlo Maria Giulini!..