Efsaneden Gerçekliğe Denizkızı Eftalya:
Bilen Işıktaş’ın Emek İşi Kitabı Üzerine
Türk Makam Müziği çevrelerinde uzun yıllar boyunca yaygınlıkla yer bulmuş, tekrarlanarak bir çeşit tartışılmaz a priori, hatta mutlak bir hakikat anlatısı hâlini almış olan bilgiler, klişeler, basmakalıp yargılar, tarih yazımını ve zihniyetlerin yapılanmasını derinden etkileme gücüne erişmiştir. Birçok tarihsel ve kültürel nedenin bir bileşimi olarak, Türk Makam Müziği dünyası, önemli ölçüde muhafazakâr bir anlayışın hâkim olduğu, kendi içine kapalı bir sistem hâline gelmiştir. Kavramın dar ve siyasî anlamının ötesinde, bu muhafazkârlık, sahip olduğu sanatsal birikimin anlam ve değerini bilimsel yöntem araçlarıyla değil, duygusal tepkisellikler, savunmacı refleks tutumları doğrultusunda anlamlandırmaya çalışır; ancak kutsallaştırıcı bir söylemi yeniden üretmekten öteye gidemez. Bütün muhafazakârlıklar gibi, makam müziği tarih ve estetiği hakkındaki yaygın söylem de bolca öznel değer yargısı, buna mukabil pek az bilimsel destek içeren sayısız muğlak anlatı ve öyküyle doludur. Nitekim, yine bütün muhafazakârlıklar gibi iki önemli arızayla mâlûldür: (1) Tarih-sever ancak tarihsel diyalektiği göz ardı eden kısa vadeli analiz yapmak; (2) olguların sonuçlarını nedenler olarak göstermek. Yan yana gelmeyeceğini düşünebileceğimiz liberalizmle çoğu yerde buluşmasının temel nedeni, bu iki özelliğin ortaklık oluşturmasıdır. Türk Makam Müziği’ndeki bu duygusal ve bilim-dışı ideolojik yük, sistemli ve eleştirel, en azından nesnel diyebileceğimiz türde araştırmaların yapılmasına ket vurucu niteliğe sahiptir. Türk Makam Müziği’nde tarih içinde ortaya çıkan değişmeler, hâkim ideolojik yükün yönlendirdiği bakış doğrultusunda, genellikle tek bir olay, kişi, durum, düşünce, siyasî karar vb. gibi tekil bir nedene indirgenir; o noktasal an ve aktörleri şeytanileştirilir. Bu görüş, makam müziğinin kendi içinde mükemmel bir yapıya sahip olduğunu, ancak bazı dışsal etkenler yüzünden bozulma, yozlaşma, özüne yabancılaşma, vb. süreçlere zorunlu olarak girdiğini, aktörlerinin çeşitli türde mağduriyetler yaşadığını, sürekli ezilen, dışlanan, hor görülen konumda olduklarına ilişkin mülahazalarını duygusal taşmalar hâlinde, ancak hep aynı basmakalıp söylem unsurlarıyla ifade eder. Oysa bu duygusal tepkisellik, tarihsel olguların nesnel gerçekliğiyle uyuşmaz; zira hiçbir toplumsal olgu, tek bir nedene indirgenemez; hiçbir kültür bağlamı, toplumsal-ekonomik etkenlerden bağımsız gelişmez. Bu temel ancak Türk Makam Müziği çevrelerinde ağırlıklı olarak yok sayılan durum, Türkiye’nin müzikbilim camiasındaki yeni ve umut verici eğilimlerle değişme yoluna girmiş görünmektedir.
Türkiye’de müzikbilim ve müzik tarihi araştırmaları, nadir istisnalar dışında, salt belge tanıtımı düzeyinde kalan, betimsel özelliklerin ötesine geçemeyen bir karakter arz eder. Benzer bir eğilimi tarih, sanat tarihi, arkeoloji gibi alanlarda, hatta sosyal bilimlerde gözlemlemek mümkündür. Ancak tarihsel malzeme söz konusu olduğu zaman, sunulan belgenin kendisi egzotik ve otantik bir nitelik arz ettiği için bu eğilim müzikbilim ve sanat tarihi alanlarında daha vahim bir durum arz eder. İşte bu betimsellik tuzağının ötesine geçen yeni kuşak çalışmaların sayıca artması, niteliğin aynı oranda yükselmeye başlaması umut verici bir gelişme olarak alkışlanmayı hak ediyor.
Bu yeni kuşak bilimsel araştırmaları yapan ve özgün yayınlarla kendilerini kanıtlayan bir avuç genç akademik şahsiyetin içinde parlayan ayrıcalıklı bir isim olarak Bilen Işıktaş’ı saygıyla selamlamak gerekiyor. Işıktaş, Şerif Muhiddin Targan üzerine yaptığı özgün doktora çalışmasını 2018 yılında yayınlamıştı1. Bu arada birçok müzikbilim makalesi yayınlayarak Türkiye’de akademi mensuplarının çok büyük bir kısmını esir almış bireysel ve kurumsal atâlet karşısında üretimle direnen Bilen Işıktaş, bu kez Türk Makam Müziği çevrelerinde bazı kalıplaşmış hikâyelerle efsanevî bir figür hâlini almış Denizkızı Eftalya üzerine benzersiz nitelikte bir araştırma kitabı yayınladı.2
Bilen Işıktaş’ın titiz araştırması, her şeyden önce, içinden yetiştiği Türk Makam Müziği camiasının kronik hastalığı olan yaygın duygusal tepkisellik ve bilim-dışılık eğilimine sakin bir meydan okuma niteliği arz ediyor. Işıktaş, hakkında birçok rivayet, masalsı anlatı ve belirsiz iddia bulunan, yirminci yüzyıl başı öncü kadın ses sanatçılarından Denizkızı Eftalya hakkında ayrıntılı bir araştırmanın bulgularını meraklı okuyucunun dikkatine sunuyor. Kitabın en önemli özelliklerinden biri, bölümlerinin (genellikle yapıldığı gibi) kronolojik değil kavramsal bir mantığa göre oluşturulmuş olmasıdır. Daha bu aşamada, Işıktaş’ın salt belge tanıtan, betimsel tarihçilikle arasına belirgin bir mesafe koyduğu görülüyor. Böyle bir analitik bölümleme, yazarın sağlam bir sosyal bilim kuram ve yöntem bilgisiyle donanmış olduğunu kanıtlıyor. Metnin içeriğine kısaca bir göz atma bile, bu ön kanıyı kesin olarak pekiştiriyor. Işıktaş, ortaya koyduğu iddialarda basmakalıp yargıları yıkmayı, bunların yerine belgelere dayalı bir tartışmanın olabildiğince nesnel anlatısını kurmayı hedefliyor. Bununla birlikte, tarihçiliğin, müzikbilimin iyisinin yalnızca belge sıralamak ve betimlemekten ibaret olmaması gerektiğini de ustalıkla gösteriyor. Diğer yandan, Bilen Işıktaş’ın çalışma üslûbunun bir bileşeni titizlikse diğeri mutlaka kuşkuculuk olarak görünüyor. Elbette, burada, mevcut her kavram ve olguya satirik bir dille saldıran, sözümona sürekli “tabu yıkan”, ancak tutarlı, bütünlüklü ve yapıcı hiçbir öneri getiremeyen Türk-tipi huzursuz muhalif aydın tavrından kesin olarak ayrışan dengeli bir yaklaşımdan bahsediyoruz. Bilimsel kaygı, özgün sav ortaya koyma çabası, tarihsel malzemeyi, duygularına ya da öznel yargılarına yenilmeden, olabildiğince nesnel bir şekilde değerlendirme yetisinin soylu duruşunun öneminin altını çiziyoruz. Bu açıdan, Bilen Işıktaş, bu özgün kitabıyla yalnızca ilginç bir konuda saygın bir araştırma değil, aynı zamanda önemli bir yöntem dersi de vermiş oluyor. Bilen Işıktaş’ın kitabı, yirminci yüzyılın en özgün toplumbilimcilerinden biri olan Charles Wright Mills’in (1916-1962) bir düşünsel yapıtaşı niteliği taşıyan The Sociological Imagination (Toplumbilimsel İmgelem, Ünsal Oskay’ın usta işi çevirisinin tercih edilmesi önerilir) kitabında altını çizdiği bir uyarıya kulak vermiş görünüyor. Mills, öncelikle tarih yazımının toplumbilimin araçları olmadan amaçsız bir betimlemeden öteye gidemeyeceğini, buna mukabil toplumbilimin de tarih biliminin araçlarıyla donanmadan kuru bir söyleme dönüşeceğinin altını çizer. Öyleyse tarih ve toplumbilim, her ikisi de kendi alanlarında çalışırken mutlaka birbirlerinin yöntemlerinin yön göstericiliğine gereksinim duymalıdırlar. Diğer yandan, Mills, tarihin yalnızca büyük ölçekli toplumsal ve siyasî olayların anlatımından ibaret olmadığını, onu belirleyen etkenlerin yalnızca makro ölçekte tezahür edenler olarak kısıtlanamayacağını, bireyin küçük tarihinin, sanılanın aksine, büyük tarihin akışını belirlemede bir rolü olduğunu vurgular. Böylece bir toplumbilimci, biyografinin izinden giderek, bir dönemi, bir toplumsal-ekonomik bağlamı analitik bir şekilde anlamaya çalışabilir. O nedenle, biyografi, yalnızca tek bir bireyin tekil öyküsü değildir; bir dönemin ruhunun, çevresel koşullarının, toplum tasavvurunun izdüşümü olarak değerlendirilmelidir. İşte Bilen Işıktaş’ın kitabı tam bu hedefe yöneliyor; bu yöntemsel tercihin en yetkin örneklerinden birini veriyor.
Denizkızı Eftalya sahne adlı Athanasia Yeorğiadu (Αθανασία Γεωργιάδου) (1891-1939), Büyükdere’li bir Rum ailenin kızıdır. Küçük yaşta olağanüstü sesi babası tarafından keşfedilmiş, önce küçük tanıdık çevrelerinde, sonrasında profesyonel ortamlarda şarkı söyleyerek ün yapmış bir hânendedir. Önce istibdat döneminde yıldızı parlamış, 31 Mart Vak’ası’nda İttihatçı subayları evinde sakladığı için kahramanlık pâyesi atfedilmiş, döneminin eğlence anlayışını hem temsil eden hem yönlendiren en önemli figürlerden biri olmuştur. Yüzyıl başında, Boğaziçi’nde mehtapta sandallarla çıkılan müzikli gecelerinin efsanevî sesi hâline gelmiş olan Eftalya’ya “Denizkızı” unvanı, o dönemde halk tarafından verilmiştir. Diğer yandan, Denizkızı Eftalya, kadının kamusal görünürlüğünün olmadığı mutlak ataerkil bir toplum düzeninden göreli bir özgürleşme dönemine geçişin öncü şahsiyetlerinden biri olarak önemli bir tarihsel işlev yüklenmiştir. Bu geçiş, Türk Makam Müziği tarafında, aynı zamanda bir popülerleşme ve ticarîleşme sürecine de tekabül eder. Bu dönüşümün özünde toplumbilimsel anlamda modernleşme süreci vardır. Yine zihinlerini ideolojik ambargolara teslim etmiş birçoklarının gözünde bu dönüşüm yalnızca bir ‘batılılaşma’dan ibarettir; Avrupa taklidi, tepeden-inmeci, halka rağmen bir değişmedir; Türk Makam Müziği’nin geçirdiği yapısal değişmeler ve toplumsal anlamındaki farklılaşma hep bu yanlış tercihin sonucudur. Bu indirgemeci ve tarihsel diyalektiği sistemli bir şekilde göz ardı eden bakış açısı ya satır aralarında ya doğrudan, eğer bu yanlış tercih yapılmasaydı, Türk Makam Müziği’ndeki “yozlaşmalar”ın olmayacağını, o müziğin (toplumsal-ekonomik koşullardan tamamen ârî olarak) en asil hâlinde sabit kalacağını iddia eder. Bilen Işıktaş, bu nostaljiye teslim olan, tek yönlü neden-sonuç ilişkisine yaslanan, her durumda şeytanileştirilen bir dış etkeni yegâne açıklama modeli olarak benimseyen görüşten tartışmasız bir şekilde ayrılıyor; bunu da alternatif bir ideolojik koşullama önererek değil, Mills’in öğütlerine uyumlu bir şekilde, tarih sahnesini toplumbilim spotlarıyla aydınlatarak yapıyor. Üstelik her araştırmacının (elbette sabır ve emekle) erişebileceği belgeleri, tek yanlı ve betimsel sunmak yerine, karşılaştırmalı çözümlemenin daha dikenli ama daha onurlu yolunu takip ederek okuyor. Nitekim, Işıktaş, araştırması sırasında karşısına çıkan arşiv belgelerini ve ilgili yazını, mevcut kalıp yargıları tekrar etmek için değil, onlara kuşkuyla bakmak için kullanıyor. Sonunda, belgeler, kayıtlar ve yorumlar arasındaki çelişkileri bir dedektif dikkatiyle saptayıp okuyucunun doğru bilgiye erişmesini sağlıyor; aynı zamanda, bu yöntemle, onu düşünce tembelliğinden kurtarmayı da hedefliyor.
Denizkızı Eftalya, mütareke yıllarında unutulmuş, Cumhuriyet’le birlikte, özellikle Ağustos 1927’de Gazi Mustafa Kemal’le karşılaşmasından sonra, yeniden bir yıldız hâline gelmiştir. Bu süreç, 1936 yılındaki efsanevî Boğaziçi konserine kadar parıltılı bir hayat olarak sürmüştür. Ardından kitleleri sürükleyen bu yıldız hânendenin, genellikle bu konserden sonra hastalandığına inanılır. Her durumda Eftalya, hastalık (muhtemelen kalp yetmezliği) ve unutulmuşluk içinde 15 Mart 1939 günü bu dünyadan göçmüştür. Bütün öncü kadınlar gibi, Eftalya’nın hayatı da bir yanıyla görkemli diğer yanıyla trajiktir. Nitekim, Bilen Işıktaş, benzer bir kaderi paylaşan, Türk Tiyatrosu’nun cesur kadın öncüsü Afife Jale ile Denizkızı Eftalya’nın hayatlarının trajik benzerliklerine dikkat çekmektedir. Burada da diyalektik bir yöntem izleyerek, öncü kadınları yalnızca ataerkil bir sistemin öğüttüğü trajik figürler olarak değerlendirme sığlığına düşmemekte, aynı zamanda onların bu düzenin sınırlarını zorlayıp kendilerinden sonra gelen kadınlara nasıl yer açtıklarını da ortaya koymaktadır.
Bilen Işıktaş’ın Denizkızı Eftalya kitabının, Türkiye’deki müzikbilim camiasına hâkim bir başka soruna, yine bilimsel araçlarla nasıl karşı çıktığını görmekten doğrusu özel bir haz alıyoruz. Türkiye’de müzikbilim çevrelerinde yerleşik genel bir atâlet ve nostaljiye saplanıp kalmış duygusal tepkisellik hâli, aynı zamanda bilimsel niteliği hâiz araştırmaların sayısının düşük olmasına, bunların hele uluslararası alanda ancak nadiren varlık gösterebilmesine neden olmuştur. Bu tutumun kaçınılmaz sonucu olarak, yabancı araştırmacılar, çoğu zaman, en Türkiye-perver maskeli yaklaşımlarında bile, handiyse hücrelerine nüfuz etmiş oryantalist efendi üslup ve ideolojik çerçevelerinden kurtulamazlar. Böylece, “bu memlekete Osmanlı-Türk müziğini araştırma lazımsa onu da biz yaparız” böbürlenmesiyle, üstten bakışlarını kurumsallaşmış bir hakikat rejimine dönüştürürler. Öyle ya, Türk Müziği Türkler’e bırakılmayacak kadar ciddi bir şeydir! Aynı emperyalist tutuma biz aslında arkeoloji başta olmak üzere, çeşitli alanlardan epeyce âşinâyız. Türkiye’de özellikle makam müziğinin tarih yazımı, kuramsal tartışmaları, hep bu sömürgeci anlayışın etkisi altında gelişmiştir. Bu yaklaşımın pek az istisnası vardır. Bilen Işıktaş, kitabında, muteber bilimin ancak efendinin yaptığı olduğuna ilişkin kalıp yargıyı (hatta inancı) yine bilimsel kanıtlarla yıkarken, yabancı araştırmacıların ideolojik koşullanmalarının ne denli, gözler önündeki gerçeklikleri bile eğip büktüğünü çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Yalnızca bu özelliği bile bu kitabı ve yazarını ayakta alkışlamamız için yeterlidir.
Bilen Işıktaş, Denizkızı Eftalya’nın öyküsünü anlatırken, Türkiye’nin tarihini biyografi üzerinden yeniden yazıyor. Küçük tarihle büyük tarihin nasıl diyalektik bir ilişki içinde olduğunu çarpıcı bir şekilde gösteriyor. Diğer yandan toplumsal cinsiyet olgusunu basmakalıp söylem formüllerini ödünç almadan tartışıyor. Nihayet, Türk Makam Müziği’nin kuram, icra ve tarih yazımını out-source eden bir zihniyete bilinçli bir şekilde karşı çıkarken, onun ister istemez cevaz verdiği sömürgeci anlayışa sağlam bir alternatif sunuyor. Virtüozite derecesinde bir ûdî de olan Bilen Işıktaş, bu açıdan Türkiye’de görmeye alışmadığımız bir aydın tipi: İcrayla kuramı, birbirinin zıddı olan kültür anlayışlarını birleştirirken, analitik bakışın, bilimsel yöntemin, özgün sav ortaya koymanın önemini de iyi içselleştiriyor.
Bilen Işıktaş ne nostalji ve mağduriyet söyleminden kendine muğlak bir kimlik inşa etmeye çalışıyor, ne zihnini basmakalıp ideolojik cenderelere teslim edip gerçekliğin tek boyutlu bir okumasını tekrar etme kolaycılığına düşüyor.
Bilen Işıktaş gibi genç araştırmacılardan oluşan yeni bir müzikbilimci kuşağı yetişiyor. Sayıları az, ama endişeye gerek yok; zira Türkiye, her zaman o küçük azınlığın yüzü suyu hürmetine ilerler.
ALİ ERGUR
1 Nisan 2023, Denizli
1 Bilen Işıktaş (2018). Peygamberin Dâhi Torunu Şerif Muhiddin Targan, Modernleşme, Bireyselleşme, Virtüozite, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.
2 Bilen Işıktaş (2023). Boğaziçi’nin Büyülü Sesi Denizkızı Eftalya, Dönemi, Yaşamı ve Çevresi, İstanbul: İletişim Yayınları.