Türk Pop Müziği dünyasında özgün bir konumu olan Mazhar-Fuat-Özkan üçlüsünün üyesi Özkan Uğur 8 Temmuz 2023 günü vefat etti. Geniş bir müziksever kitlesi derin bir acı yaşadı. Ölüm doğal bir olay olmasına karşın, bazı insanların öldüğüne inanmakta zorluk çekeriz; Özkan Uğur böyle bir figürdü. Bunun birçok nedeni var. Öncelikle Özkan Uğur’un sunduğu kamusal imge, birbirinden farklı birçok kesimi birleştirebilen yaşama coşkusu, umut ve neşe yansıtıyordu. Kuşkusuz Özkan Uğur’un temsil ettiği bu olumlu duygular, yalnızca bir medya imgesi olmasına bağlı değildi; Özkan Uğur iyi bir sanatçının bütün vasıflarına sahipti. İyi sanatçı, yaptığı işi iyi bilen, ona emek veren, çok çalışan ve üreten kişidir. Sanatçı olmak, bir kez edinilip ömür boyu taşınan bir unvan değildir; sahici sanatçı her şeyden önce bir emekçidir. Sürekli, yorulmadan, aşkla üreterek sanatını geliştirir; içinden türediği kültür çevresine anlamlı, ilerletici, dönüştürücü katkılar yaparken, edindiği mirası da koruyan bir çizgide kendini geliştirir. İyi sanatçı, aynı bildik kalıpları yineleyen, kolaycı çözümler sunarak hem kendi tembelliğini çoğaltan hem kitleleri düşünsel bir kısırlığa mahkûm eden bir anlayıştan özenle uzak durur. Üstelik bu tutum, sanat biçim ve türüne bağlı değildir: Sanat müziği olarak nitelenebilecek türlerde olduğu kadar, bildik kalıpların yinelenmesine daha çok rastladığımız popüler müzik dünyasında da bu özellik, iyi sanatçıyı kötü olandan ayırmaya yarar. Ayrıca, sanat müziği olarak nitelenen alanlarda da icra ve dinleme pratikleri, önemli ölçüde, bildik kalıpların ve eserlerin yinelenmesine dayalıdır. Özetle hangi sanat dalı, mecra, tür ve üslup olursa olsun, iyi sanatçı, üretkenliği, çalışkanlığı, yenilikçiliği, titizliği, bilgisi sayesinde o konuma gelir; iyi sanatçı olmak, genetik bir belirlenmişlikten ziyade bir çalışma, disiplin ve üretme meselesidir. İyi sanatçı emekçidir. Özkan Uğur, bu vasıfların hepsine fazlasıyla sahip iyi bir sanatçıydı; sanat emekçisiydi.
Özkan Uğur’un bir toplumsal oydaşma nesnesi olmasının ardında başka etkenler de görülebilir. Bunların başında, elli yılı aşkın bir süre boyunca Mazhar Alanson ve Fuat Güner’le istikrarlı bir şekilde sürdürdükleri sanatsal birliktelik gelir. Kurumların, ilişkilerin, değerlerin sürekli kesintiye uğradığı, hızla (genellikle olumsuz yönde) değiştiği bir kültür ortamında, bir müzik grubunu istikrarlı bir şekilde bir arada tutmak büyük başarıdır. Bunda diğer iki sanatçı kadar Özkan Uğur’un da büyük payı vardır. Bu başarı, öncelikle, sanat dünyasında şöhret ve parayla gelen hızlı ego şişmesine direnebilme becerisiyle mümkün olmuştur. Ben’i aşıp biz olabilen nadir topluluklardan biri olarak Mazhar-Fuat-Özkan’ı selamlamak gerekiyor. MFÖ’ye bir müzik grubu demek bile doğru olmayabilir; o kendi başına tek bir kişi olarak nitelenebilecek kadar bütünleşik bir ses bileşimidir. Nitekim, her şarkıda benzersiz, özgün, derinlikli bir ses bütünlüğüne dayalı söyleyiş duyarız. MFÖ tınısı, eşsiz ve hemen tanınan bir özellikte duyulur. Bu tınıda üç ayrı karakterdeki (solo dinlediğimizde, her birinin hem konuşma hem şarkı söyleme sesi diğer ikisinden çok farklı özelliktedir) insan sesinin farklılıkları nasıl birleştirdiğine hayretle tanık oluruz. MFÖ tınısında hem her bir şarkıcının ses özelliklerini ayırt ederiz hem bunlar ayrışmaz bir şekilde iç içe geçmiş olarak duyulur. MFÖ tınısı, bu nedenle hem kavramsal anlamda hem akustik olarak mutlak bir bütünleşikliği yansıtır. Kuşkusuz bu başarıda müziğin kültürüne ve tekniğine fazlasıyla hâkim sanatçıların bir aradalığı olduğu kadar, onların arasındaki insanî bağların da çok belirleyici bir payı vardır. Ancak bu dostluk ilişkisi de soyut ve kendinde tanımlanan bir olgu olarak düşünülmemelidir. Dostluk, sevgi, arkadaşlık, aşk hep emekle kurulan ve büyüyen duygulardır. Her şeyin salt tüketim nesnesine indirgenerek deneyimlendiği bu akışkan dünyada, sürekli olarak aşktan bahsetmemiz, onun aslında var olmayışından kaynaklanıyor. İnsana, üretime, kültüre, ülkeye, dünyaya emek vermekten imtina ederek geçirilen sinik ve ben-merkezci neoliberal hayat kurgusunda, en çok açlığı çekilen şey, hakkında en çok söz edilen ve soyut bir duygu durumundan ibaret olarak tasavvur edilen aşktır. Aşksız olduğumuz için bu kadar çok aşk hakkında konuşuyoruz. Oysa emek yoksa aşk da yoktur. MFÖ şarkıları, popüler müziğin sınırları içinde bile samimi, üretken ve emekle var olan bir zihniyetin mümkün olduğunu, bunu ise ancak yaptığı işe aşkla bağlanarak mümkün olabileceğini gösterdi. Bunu yaparken, dinleyicilerini de tüketimin kozmetik aşka değil, emeğin ürünü olanına davet ettiler.
Mazhar-Fuat-Özkan, benzerleri arasından sıyrılan bir müzikal kaliteyi temsil etmenin yanı sıra, Türkiye’nin önemli bir tarihsel dönemecinin de tanığı oldu. Özellikle 1980’li, 1990’lı yıllarda gençlik çağını yaşayan kuşaklar için yeni bir ifade biçimini temsil ediyordu. Müziği söze kurban etmeyen, onu kaba politik slogan bağırganlığına indirgemeyen, her bir notanın hakkını vererek şarkı söyleyen bir üslubun güzel bir örneğini verdi. Diğer yandan, geniş beğeniye kavuştuğu yıllarda yaşanan pop patlamasının ucuz formüllerine de rağbet etmedi. MFÖ, popüler müzik alanında kalıp söz ve müzik dengesinin ustalıkla korunup geliştirilebileceğini gösterdi. Bu nedenle, popüler müzik yazarlarından bazıları, birer müzikal nitelik zayıflığı, şan tekniği bozukluğu, entonasyon faciası olan şarkıcıları yere göğe sığdıramazken, MFÖ’den haz etmediklerini her fırsatta ifade etmiştir. Kuşkusuz, her dinleyici hatta her eleştirmen, belli müzisyenlere sempati gösterip diğer bazılarını sevmeme hakkına sahiptir. Ancak burada, övgüsü yapılanlarla MFÖ karşılaştırması yapıldığı zaman, değerlendirme ölçütünün estetik-teknik olmadığı, daha ziyade ideolojik olduğu saptanabilir. Türkiye’nin neoliberal-emperyalist istila altına girdiği 1980’lerden itibaren, özellikle belli çevrelerde parlatılan şarkıcılar o nedenle kimi kamuoyu önderlerince (elbette müzikal olmayan ölçütlerle) yüceltilmiştir. Elbette MFÖ’nün bu sürecin politik anlamda anti-tezini oluşturduğunu iddia etmek doğru olmaz; ancak MFÖ, nitelikli, yenilikçi, özenle yapılmış müziğin örneğini sunuyordu. Bunu yaparken de güncel politik eğilimlerin simgesi olma rolüne soyunmaya gönüllü olmadı. Biz gençler için yeni MFÖ albümünün ne zaman çıkacağını beklemek tatlı bir gerilim kaynağıydı; zira MFÖ müzikleri emekle damıtıldıkları için her yıl en az bir tane piyasaya salınan eller havaya poplarından çok farklı, çok daha nitelikliydi. MFÖ albümü, yazın Çeşme, Alaçatı, Türkbükü beach’lerinde patlaması için elektronik konfeksiyon atölyelerinde üretilen söze, saza, sese, kulağa eziyet müziklerle hiçbir akrabalığa sahip değildi. Üstelik her yeni çalışmada, bu kez neyle karşılaşacağımızı bilmemenin tetiklediği bir merak, albüm çıktığı zaman da hayret ve hayranlık duygusu hâkim gelirdi. Şarkıları dillere takılarak…
Özkan Uğur, MFÖ’nün bu sanatsal güzergâhında çok önemli bir bileşen konumundaydı. Öncelikle sesinin tınısı, MFÖ ses bileşiminin en tiz sahasını oluşturan, ifadeyi parlatan, ezgiyi cilalayan bir etki yapmıştır. Bir anlamda o, MFÖ tınısının ânında tanınmasını sağlayan bas-soprano ikiliğinin bir ucunu temsil ediyordu. Özkan Uğur, ses kullanmadaki becerisini kayıtlardaki temiz vokallerde göstermenin ötesinde, özellikle konserlerde, artık bir çeşit MFÖ ritüeline dönüşmüş olan ses temrinlerinin yöneticisiydi . Konserin belli bir aşamasında, sahnenin odağı Özkan Uğur olur, o da yüzlerce seyirciye kolaydan zora doğru gelişen ezgi parçalarını tekrar ettirirdi. Eğlence teması içinde ciddi ciddi kalabalıklara zorlu şan temrinleri yaptırırdı. Diğer yandan, Özkan Uğur, bas gitarı ustalıkla çalmakla kalmaz, sahne icrası sırasında kendine özgü dansıyla ilgi odağı olurdu. Zorlu bas partilerini kıvraklıkla çalarken böyle hareketli bir beden kullanımının ancak usta müzisyenlere mahsus olabileceğini zarif bir şekilde gösterirdi. Ayrıca bu sevimli bas dansını müzikle koşut değişen mimikleriyle daha dramatik hâle getirmeyi bilirdi. MFÖ konserlerinin en beklenen anlarından birinin bu Özkan solo kısımları olduğu yadsınmaz bir geçektir.
Özkan Uğur aynı zamanda yetenekli bir oyuncu olarak da tanındı. Bir oyuncunun teatral gradosunu ölçmenin en kesin yollarından biri, onun ne kadar farklı rolü, bunları birbirine karıştırmadan oynayabildiğini gözlemlemektir. Birçok tiyatro ve sinema sanatçısının, farklı oyun ya da filmlerde farklı roller oynasa da aslında temelde aynı rolün (rol yapma kalıbının) çeşitlemelerini icra ettiği görülebilir. En iyi oyuncular, her rolde farklı bir yorumlama ve tipleme becerisini gösteren, bir kez edinip benimsediği rol iskeletini her rolün (çoğu kez fark etmeden) temeline yerleştirme kolaycılığından kaçınabilenlerdir. Özkan Uğur, profesyonel tiyatro/sinema sanatçısı olmamasına karşın, oynadığı her rolle (belki Stanislavski’ci anlamda) bütünleşen iyi bir oyuncuydu. Üstelik komedi ve trajedi oyunculuklarını iyi ayırmayı başarabildiği gibi komedide trajik olanın, trajedide komik olanın yansımalarını hissettirmeyi de becermiştir.
Özkan Uğur’un zamansız (altmış dokuz yaşında bir gençti) ölümü Türkiye’nin çoraklaşan kültür bozkırında yeri doldurulmaz bir kayıptır. Kuşkusuz her sahici sanatçının gidişi, kültür dünyasında kapanmaz bir boşluğa yol açar; ancak Özkan Uğur’un yitimi bir dönemin de sonu anlamına geliyor.
Kabalığın, içi boş kibrin, ağır kompleksli taşra cehaletinin git gide daha fazla alan kazandığı Türkiye, bir kültür çölleşmesine kurban giderken, artık nadirattan olmaya başlayan yüzü aydınlığa dönük insan tipinin billurlaştığı kişilerden biri de Özkan Uğur’du.
O “uç oldu”, biz “ana yalnızlar garında” kaldık…
ALİ ERGUR
1 Ağustos 2023, Denizli