KARDEŞLİK VE İLERLEME:
COMTE’UN MERCEĞİNDEN BEETHOVEN’İN MÜZİĞİ
Ludwig van Beethoven (1770-1827) tarihin önemli bir dönüm noktasına tanıklık etmiş bir sanatçıdır. On sekizinci yüzyılın sonu on dokuzuncu yüzyılın başı, birçok açıdan karmaşık ve hızlı dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdir. Beethoven’ın müziği, bu dönemin çoklu karakterine ilişkin özelliklerin hepsini içerir niteliktedir. Sanayi Devrimi bütün hızıyla yeni bir toplum dokusu oluştururken, bu sürecin çeşitli olumsuz sonuçlarına karşı ortaya çıkan tepkisel hareketler, kapitalizmin emperyalist aşamaya geçmesi, milliyetçi duyguların yükselişi, bir metropol hayatının gelişmesi gibi zıt yönlü eğilimler bu dönemde bir arada karşıtlıklar ve çatışmaları oluştururlar. Türkiye’de Beethoven’ın alımlanması ve belli bir revaç bulması, onun estetik değerinin yanı sıra, simgelediği bu çoklu anlam matrisiyle de yakından ilgilidir. Sosyolojik düşüncenin kurucularından olan Auguste Comte’un geliştirdiği kavramlar, Beethoven’ın müziğinin içerdiği çoğul anlamlarla birleşmekte, bunun Türkiye’ye yansıması ise, yeni kurulmuş Cumhuriyet’in üzerine inşa edildiği ilkeler ve yönün estetik izdüşümüyle uyumlu görünmektedir. Bu kapsamda, Comte’un toplum ve tarih anlayışı, onun düşüncelerinin bazılarını devralan Émile Durkheim’ın sosyolojisi üzerinden Ziya Gökalp’in kültür-temelli çözümlemesine uzanmaktadır. Beethoven’ın müziği, bu kapsamda Comte-Durkheim çizgisinin içerdiği felsefi özü barındırması itibariyle Türkiye’de öncelikli kılınan bir estetik referans olmuştur.
Beethoven, Fransız Devrimi’nden önce doğmuş, ideallerin etkisinde en çok kalınan bir dönem olan gençlik yıllarında devrimin gerçekleştiğine ve sonrasında gelen büyük değişmelere tanık olmuştur (İlyasoğlu, 1995: 70). Her ne kadar yaşadığı toplumsal ortam, Fransa’nın hızlı ve şiddet dolu büyük savrulmalarından görece uzaksa da devrimin düşünce ve politikalarının, kaçınılmaz olarak bütün Avrupa’ya doğru yayıldığı bir dönemde, Beethoven, bu yeni toplum tasavvurunun üzerinde yükseldiği felsefeyle düşünsel bağları iyi kurulmuş bir müzik dili şekillendirmiştir. Bu dönemin başlıca özelliği, Aydınlanma felsefesinin savunduğu ilkelerin politik düzeyde uygulamaya geçmesidir. Devrim, bütün on sekizinci yüzyıl boyunca gelişen Aydınlanma düşüncesini politik bir eyleme haline getirmiş, hızlı ve âni bir değişmeye yol açmıştır. Bütün devrimlerde olduğu gibi coşkulu, tutkulu ve hızlı bir eylemlilik Aydınlanma felsefesinin öngördüğü esasları uygulamaya sokmuştur. Bu hızlı geçiş aynı zamanda kanlı bir süreci de tetiklemiştir. Kuşkusuz o çağda yaşanmakta olan toplum buhranının tek nedeni devrim değildir. Sanayi Devrimi yeni bir kapitalist örgütlenme, yüksek rekabet düzeni, kırdan kopuş, kentleşme gibi geniş çaplı ve çeşitli sonuçları olan büyük süreçleri tetiklemiştir. Sanayi toplumunun doğuşu, bir yanıyla refah, kalkınma, zenginliğin artışı, bilim ve teknoloji alanında hızlı gelişmeler, verim artışı gibi olguları getirmiş, diğer yanıyla yaygın bir sömürü düzeninin kökleşmesi, eşitsizlik uçurumlarının kurumsallaşması, paylaşımın son derece adaletsiz hâle gelmesi gibi sorunları büyütmüştür. Sarsıcı toplumsal değişmelerin yaşandığı bu dönem, Aydınlanma ilkelerinin hayata geçtiği bir tarih sahnesi olduğu gibi, bunlara tepkilerin geliştiği bir çağ niteliğini de kazanmıştır. Devrim’in fazla şiddetli ve hızlı getirdiği dönüşümlere tepkisel bir karşı çıkış olarak beliren Muhafazakârlık akımı yine on dokuzuncu yüzyıl başının düşünsel ortamının önemli bileşenlerinden biridir. Muhafazakâr düşünürler, sanayileşme, kapitalizm ve kentleşmenin geleneksel yapıları yıktığını, bir toplumsal buhran ortamı oluşmasına neden olduğunu, bu sürecin temel nedeninin de Aydınlanma felsefesi olduğunu iddia etmekteydiler. Çare olarak Ortaçağ feodal ataerkil toplum düzenine ve din-eksenli bir hayat tarzına geri dönmek gerektiğini iddia ediyorlardı. Muhafazakârlığın çeşitli biçimleri on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısı içinde varlık göstermiştir. Muhafazakârlığın estetik bağlamı ise Romantizm olarak tezahür etmiştir. Aydınlanmacı düşüncenin sürekli ilerleme, tutarlılık, düzenli rasyonel düşünme üzerine kurulu, duyguların esaretinden aklın özgürleşimine doğru bir evrim fikrine dayalı yaklaşımının yerine, romantik tutum, tutarsızlık, salınım, süreksizlik ve ilerlemeci olmayan bir eylem mantığını öncelemiştir. Duyguyu yadsıyan Aydınlanma tavrına karşıt olarak, Romantizm, duyguyu yücelten bir estetik ortaya koyar. Görüldüğü gibi, tam Beethoven’ın yaşam sürecini kaplayan zaman aralığı büyük dönüşümler ve çelişkiler dönemidir. İşte bu nedenle Beethoven’ın yaşadığı dönem büyük umutlar, büyük ülküler ve büyük çelişkiler çağıdır. Doğal olarak besteci, bu karmaşık ve hızlı dönüşüm çağının ruhunu müziğine yansıtmıştır. Beethoven’ın müziğinde bu dönemin özelliklerinden yalnızca birini değil tamamını görmek mümkündür. Onun müziğinde romantik bir söyleyişin izdüşümleri ve ana hat çizgileri rahatlıkla gözlemlenebilirken, felsefi anlamda yaslandığı sağlam zemin ise Devrim’in dünyaya tanıttığı büyük ülkülerdir: Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik. Beethoven’ın müziğinde insanlığın kardeşliği ülküsü varılmak arzulanan en üstü mertebedir; tıpkı Auguste Comte’un sosyal felsefesinde olduğu gibi.
Auguste Comte (1798-1857), çoğu kaynakta sosyolojinin kurucusu olarak tanıtılır; oysa o ‘sosyoloji’ sözcüğünü icat eden kişidir. Sosyolojinin tek bir kurucusu yoktur. Sosyoloji bilimi, Beethoven’ın yaşadığı çağa karakterini veren büyük değişme ve toplum buhranı olgularının sonucunda gereksinim duyulan bir bilim dalı olarak doğmuştur. Bilimsel sosyolojinin ortaya çıkışı yüzyılın sonuna doğru olacaktır; ancak Comte bu geçiş döneminin önemli bir halkasını oluşturur. Toplumsal sorunların belirgin hâle gelmesi, bunlar hakkında özel bir inceleme yöntemine sahip bir bilim dalının geliştirilmesini gerektirmiştir. Comte bu belirginleşen gereksinimi hisseden, özgün bir toplum bilimi geliştirmek gerektiğine inanan bir düşünürdür. Buna uygun olarak, doğa bilimlerinin yöntemine benzer bir yaklaşımla toplumsal olguların incelenmesi gerektiğini düşünür. Bu nedenle yaptığı sosyal felsefeye başlangıçta toplum fiziği (physique sociale) adını vermiştir. Comte’a göre toplumsal olgular somut şeyler gibi inceleme nesnesi olmalı, onlara aynı doğa bilimlerde olduğu şekilde tarafsız, değer yargılarından arınmış bir şekilde yaklaşılmalıdır. Comte bu anlamda mutlak bir nesnelliğin yakalanabileceğine inanır. Onun sosyolojisinde toplumun iki zıt karakterli özelliği vardır: Toplum statiği, toplum dinamiği. Bu iki ögeden biri, toplumun yapısal, kurumsal özellikleri, gelenek, görenek, yasa, değerler gibi sabitlemeyi sağlayan özelliklerden oluşan statiktir. Toplum statiği fikri büyük ölçüde muhafazakâr düşünceden ödünç alınmıştır. Toplumun değişmeyen veya yavaş değişen bir boyutu olduğunu ifade eder. Ancak toplum, aynı zamanda bir değişme sürecidir; bu da yeni fikirler, icatlar, keşifler ve ilerleme düşüncesini barındıran boyuttur. Comte statik ve dinamik kavramlarıyla iki zıt gücü dengelemeyi hedeflemiştir. Bununla birlikte toplum engellenemez bir evrim içindedir. Comte, bu aşamada muhafazakâr düşünceden kesin bir şekilde ayrılır; zira yeniliklerin, bütün insanlığı kapsayan evrimi harekete geçiren olumlu eylemler olduğu kanısındadır. Comte geçmişe özlem duymaz; Beethoven’daki romantik ifadeler de Comte’un toplum statiği kavramıyla benzerlik arz eder. Beethoven romantik unsurlardan yararlanır; onları müziğinin söylemsel bileşenleri olarak düşünür; ancak müziğin genel karakteri ilerlemeye, kendinden farklı hâle gelerek dönüşmeye dayalıdır. Beethoven geriye dönen, amaçsızca gezinen (Chopin’deki Ballade etkisi), duygu-akıl geriliminde öngörülemez sıçramalar yapan nitelikte bir söylem kurgulamaz; tersine, duyguların deneyimlenmesi bile bir rasyonellik ve ilerlemeye ayarlı bir kurgu üzerinden gerçekleşir. Her durumda en duygusal olarak niteleyebileceğimiz ifadelerinde bile coşkulu bir ton, ilerleme ülküsüne inanan bir söylem vardır. Comte, insanlığın tamamının bir evrimi içinde olduğunu, bu sürecin üç aşamadan geçtiğini belirtmiştir. Kronolojik olarak birbirini takip eden dönemlerden oluşan bu evrelere Comte hal adını vermeyi tercih eder. Böylece üç hal yasasının kuramlaştırıldığını görürüz. Bu adlandırma, düşünürün toplumsal olguları fizik biliminin yöntemiyle anlama tercihi göz önüne alınırsa tutarlı hâle gelir. Buna göre Teolojik, Metafizik ve Bilimsel ya da Pozitif haller söz konusudur. Bütün toplumlar bu üç aşamadan geçer. Bu evrim aynı zamanda duygulardan akla doğru bir olgunlaşmadır. Son hal bilimin galip geldiği, bireyin aklıyla kendini yücelttiği, böylece özgürleştirdiği bir aşamadır. Beethoven’ın kompozisyon dokusunda sürekli taşmak için hazır bekleyen gizilgüç bu bilimin yol göstericiliğinde insanın özgürleşim mücadelesinin coşkusu olarak tanımlanabilir. Hayat yolunda zorluklarla karşılaşan insan, bunları yine kendi aklının çözümleriyle yener. Gerilim ya da belirsizlik cümleleri, Beethoven’da mutlaka parıltılı (con brio) bir şekilde çözüme kavuşur; aklın zaferiyle sonuçlanır. Bilimsel evre, pozitivist ilkelerin hâkim kılınacağı, sosyolojinin bu tasavvurun itici gücü olacağı ideal bir durumdur. O açıdan Comte salt pozitivist değil aynı zamanda idealist bir düşünürdür. Yeni topluma yeni değerler sunarak yol gösterici olmak ister. Beethoven’ın müziğinde benzer bir yüce ülküye bağlılık gözlemlemek olasıdır. Beethoven, ezginin güvensizleşmiş, kararsızlaşmış hâline son vermiş, armoniye kesinlik doğrultusunda yeni bir yapı kazandırmıştır (Yener, 1985: 38). Akıl ve bilimle özgürleşim, insanlar arasındaki yapay ayrışmalara son vermenin yegâne yoludur. O nedenle Comte’un bilimsel ilkelerde yeni bir toplum düzeni tasavvur etmesi, aynı zamanda insanlığın tamamını bütünleşme yolunda bir tarihsel topluluk olarak görmesi anlamına gelir; bu ise Fransız Devrimi’nin üç ilkesinden biri olan kardeşlik temasının evrimin var oluş nedeni olması demektir. Bilimsel düşüncede buluşma, ilerleme düsturunu hâkim kılacak, bu ise bütün insanlığı kardeşlik ülküsü etrafında birleştirecektir. Beethoven’ın müzikal formüllerinde, duyguların ifade edilmesinin ilerleme cinsinden tezahür etmesi hep bu kardeşlik temasını işaret eder (Comte, 1912: 29). Ancak bu yol çetrefilli, aklın denetiminden kaçmış duyguların tuzaklarıyla dolu, insanı yılgınlığa itebilecek engellerle kuşatılmıştır. Bilim çağının insanına düşen, aklını kılavuz edinip bu güçlüklerle yılmadan mücadele etmektir. Gelecek akılla aydınlanmış insanınındır. Comte, geçiş döneminin savrulmalarının temelinde, bilimin yeterince insan aklına yön gösterici olamaması olduğu kanısındadır; muhafazakârlar gibi, tepkiyle geçmişe özlem duymaz. Geçmişe dönmeyi arzulamak ne gerçekçidir ne yararlıdır. Bilimin hâkimiyetine dayalı bir toplum Comte’a göre sanayinin getirdiği refahı daha âdil bir şekilde bölüşüleceği bir düzen anlamına gelir. O nedenle, sanayileşmeyi kötülemez; onda bilimin insan aklını şekillendirmesine uygun bir ilerleme potansiyeli görür (Comte, 1912: 74). Beethoven’ın müzik estetiğine en büyük katkılarından biri senfoni orkestrasını hem hacimce hem çok sesliliğin derinleşmesi anlamında genişletmesi, bir anlamda senfoni düşüncesini yeniden kurmasıdır. Senfoni orkestrası bireyle toplum ilişkisini de simgesel olarak ifade eder; şef figürü tartışmasız olarak ideal insanın imgesidir. Şef, karmaşık bir kompozisyon dokusunu sese dönüştürmek için vazgeçilmez önemde bir bileşen haline gelmiştir. Şef, bireyin olabileceği en saf ve ideal hali simgeler; Beethoven senfonisi, şefsiz çalınamayacak türde karmaşık kompozisyonların başlangıcı olarak kabul edilebilir. Diğer yandan tekil şef, işlevsel olarak farklılaşmış orkestra karşısında gurur, güven ve coşkuyla duran kişidir; bu duruşunun temelinde, Ortaçağ şövalyelerinin şeref-iman karışımı cesareti değil bilim ve akıl vardır. Orkestra ise Mozart ya da Haydn’ınkine oranla bile çok daha kalabalık ve işlevsel olarak çeşitlenmiştir. Yalnızca çalgı sayısının artışı değil, çalgı gruplarının kendi aralarındaki alt-uzmanlaşmalar, daha önceleri orkestranın parçası olmayan çalgıların kompozisyona dâhil edilmesi, hem armoni hem kontrpuan anlamında karmaşık bir dokunun ortaya çıkması, nihayet orkestranın içinde yaşanılan toplumun ideal bir modelini sunarak simgesel önem arz etmesi de önemli özelliklerdir. Beethoven’ın orkestrası hem tınısal anlamda hem ses hacmi bakımından sanayinin görkemini yansıtır; bakır üflemeli ve vurmalı çalgılar bu nedenle, daha önceki çağlarda görmedikleri itibarı Beethoven’ın kompozisyon dilinde bulmuşlardır. Böylece kardeşlik ülküsüne doğru bilimle, akılla, cesaretle yürüyen insan imgesinin duygu dünyasını, Beethoven’ın sin-fonia’sında (birlikte tınlamak, mutabık olmak, σύμφωνη, συμφωνία) Comte’un toplum tasavvuru izleğinde gözlemlemek mümkündür. Özgürlüğe giden yol Comte’a göre ilerleme sayesinde açılacaktır (Comte, 1912: 19). Beethoven’ın görkemli senfonik dokusu bu temel inancın en belirgin estetik yansımasıdır. Nitekim bu bakış açısı, Türkiye’de Beethoven’ın Comte ekseninden alımlanmasının temel nedenlerinden biridir.
On sekizinci yüzyılda ortaya çıkan, Tanzimat sonrası belirginleşen modernleşme eğilimleri, Osmanlı topraklarında çağdaş edebiyat, felsefe ve sosyoloji tartışmalarını yakından takip etmeye başlayan bir aydınlar çevresinin oluşmasına neden olmuştur. Osmanlı aydınları, düşünsel anlamda gelişirken, devlet siyasi anlamda çöküş içindedir. O nedenle çağdaş tartışmalardan haberdar olan, çoğu modern eğitim kurumlarında yetişen aydınlar, devletin nasıl kurtarılabileceğine ilişkin fikirler üretmeye çalışmışlardır. Avrupa’da bir yüzyıl öncesindekine benzer tartışmaların ortaya çıktığı, bir kısım yöneticilerin kötüye gidişin nedenlerini din-gelenek çizgisinden ayrılmak olduğuna, çarenin geriye dönüş (irtica) olduğuna inandığı bir ortamda, aydınların önemli bir kısmı, tersine, sorunun bilim ve akıl yolundan sapılmış olduğuna ilişkin saptamalar yapmaktaydı. Diğer yandan, yüzyıllar boyunca yalnızca bir cemaatin parçası olarak var olan bireyin özgürlüğü, git gide daha fazla tartışılan bir konu olmaktaydı. Geri kalmanın nedeni olarak bilimden uzaklaşma teşhis edilmekteydi. Bu kapsamda Auguste Comte’un düşünceleri ve toplumsal evrim modeli önemli bir yol gösterici olmuştur. Nitekim, özellikle on dokuzuncu yüzyılın son çeyreği içinde, II. Abdülhamit’in istibdat döneminde Avrupa’nın ilerlemeci modeli daha fazla örnek alınmaya, kurtuluş çaresi olarak benimsenmeye başlanmıştır. Nitekim 1902 yılında Paris’te sürgündeki Osmanlı aydınlarını bir araya getiren I. Jön Türk Kongresi’nde uzlaşma sağlanamamış ancak iki önemli grup oluşmuştur. Bunlardan biri Terakki ve İttihat Cemiyeti’dir. Meşrutiyet ilanı ve sonrasındaki göreli özgürlük ortamında bu cemiyet partiye dönüşecek ve İttihat ve Terakki Fırkası’nı oluşturacaktır. Kurtuluş için birleşmek (ittihat) gerekir; ancak bu hedef ilerleme (terakki) sayesinde gerçekleşebilir. Böylece ilerlemeci bakış açısının, Comte’un belirlediği kuramsal çerçeve içinde Türk siyasi hayatında önemli bir yer edindiğini görebiliriz. Aynı zihniyet dünyası Cumhuriyet’in kuruluşunda da etkili bir rol oynamıştır. İttihat ve Terakki Fırkası üyesi olan Ziya Gökalp, Türkiye’de sosyolojiyi kurumsal anlamda temellendiren, Dârülfünûn’da içtimaiyat kürsüsünü kuran kişidir. Ziya Gökalp (1876-1924), Comte’un ilerleme ve bilim-temelli aydınlanma ilkelerini millî şuurun şekillenmesi için yorumlamıştır (Gökalp, 2007: 81). Comte’un ve onun fikirlerinden yararlanarak daha sistemli bir sosyolojik yöntem geliştiren Émile Durkheim’ın (1858-1917) kavramsal araçlarını, Ziya Gökalp ulusal bir düzlemde yeniden tanımlamıştır; zira her iki Fransız düşünür de soyut bir toplumu kuramlaştırmışlar, özel olarak ulusal ölçekle doğrudan ilgilenmemişlerdir. Cumhuriyet’in kuruluş yıllarının ideolojik çerçevesini önemli ölçüde belirleyen Ziya Gökalp ise bu soyut toplum fikrini millet olarak kavramsallaştırmıştır. Durkheim, toplumları bir arada tutan temel güdü olarak dayanışma kavramını tanımlar; mekanik ve organik dayanışma iki tip toplum mantığını ifade eder. Mekanik dayanışmada bireyler bağımsız değildir; işlevler benzer niteliktedir. Mekanik dayanışma dünyasını gelenek, din ve tekrar biçimleri belirlerken, organik dayanışmayı farklılaşma, bireyselleşme, uzmanlaşma temelinde iş bölümü karakterize eder. Durkheim, çağdaş sanayi toplumunun gereksinimi olan ahlâki bağlamın henüz oluşmamış olduğunu, bunun organik dayanışmayla sağlanabileceğini iddia eder. Organik dayanışma, aynı zamanda Kant’ın işaret ettiği laik ahlâkı içerir. Beethoven’ın senfonik dili Comte’un kardeşlik ve ilerleme ülküsünü içerdiği gibi, Durkheim’cı organik dayanışmanın uzmanlaşma yoluyla bütünleşmesini de içermektedir (Durkheim, 1967: 122). Cumhuriyet döneminde ve günümüzde Beethoven’a atfedilen önem bu nedenle yalnızca estetik tercihlerin bir ürünü değildir. Cumhuriyet, birey-toplum diyalektiğinde bilim ve akıl yoluyla özgürleşmeyi, bunun için sanayileşmeyi, böylece ilerleme düsturunu vurgulamıştır. Beethoven’ın, Cumhuriyet müzik kurumlarında en fazla revaç bulan besteci olması bu anlamda tesadüfü değildir. Hatta Beethoven’ın, özelde 9. Senfoni’sinin, farklı bağlamlarda Türkiye’de ciddi politik etkileri olduğu iddia edilebilir (Akbulut, 2013: 215). Beethoven hem estetik hem ahlâki hem simgesel anlamda, Cumhuriyet’in aklın aydınlığıyla insanlık ülküsüne erişme hedefine en uygun ses evrenini sunan bestecidir.
Türkiye’de Ludwig van Beethoven’ın müziği, birçok müzik kurumunun en gözde tercihidir. Beethoven, bir anlamda, çağdaş Türkiye’nin estetik ve felsefi nirengisi gibi işlev görür. Beethoven’ın, Türkiye’nin müzik dünyasında hem icracılar hem dinleyiciler nezdinde müziğin ideal hali olarak tasavvur edilmesi, yalnızca estetik bir mesele değildir; Cumhuriyet’in kurucu ilkelerinin, organik dayanışmaya dayalı toplum tasavvurunun mükemmel bir modeli olarak alımlanması, Beethoven’ın Aydınlanma ilkeleri, kardeşlik ve ilerleme simgesi olarak kabul edilmesiyle yakından ilgilidir.
ALİ ERGUR
1 Kasım 2024, Denizli
KAYNAKÇA
Akbulut, Hüseyin (2013). Türkiye’nin Kültür ve Sanat Siyaseti, Müzik Eğitimi Yayınları, Ankara.
Comte, Auguste (1912). Système de politique positive, Gerorges Crès & Cie., Paris.
Durkheim, Émile (1967). De la division du travail social, Les Presses Universitaires de France, Paris.
Gökalp, Ziya (2007). Kitaplar 1 (Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
İlyasoğlu, Evin (1995). Zaman İçinde Müzik, Başlangıcından Günümüze Örneklerle Batı Müziğinin Evrimi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Yener, Faruk (1985). Müzik, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayını, İstanbul.