Cumhuriyet ve Müzik İlişkisine Sağduyulu Bir Bakış
Melih Duygulu'nun "Cumhuriyet ve Müzik" Kitabı Üzerine
Cumhuriyet dönemi müzik politikaları ya da uygulamaları, birbirine zıt kamplarda yer alan müzikbilimci ve sosyal bilimcileri birleştiren neredeyse biricik polemik konusu olarak dikkat çeker. Bu tartışma, bitip tükenmez bir eleştiri kaynağı olarak, başka alanlarda, ideolojik olarak birbirine taban tabana zıt olan ya da olması beklenen grupları birleştiren verimli bir kaynak işlevini görmüştür. Özellikle 1980’lerden itibaren dile getirilmeye başlanan ancak 1990’lı yıllarda yaygınlaşan bir yaklaşımın temsilcileri, Cumhuriyet ve kurucularına yönelik bütün kin ve öfkeyi üzerinden taşıtabilecekleri en iyi vektörün müzik konusu olduğunu keşfetmişlerdi. Bu eleştiri dalgasının en önemli özelliğinin farklı politik konumlarda yer alan aktörleri bir araya getirmesi olduğunu ifade edebiliriz. Bu uzun erimli ve çok verimli eleştiri demetinin önemli bir özelliği, kısıtlı veriyi fazla-yorumlama özgürlüğünü sonuna kadar kullanarak büyük iddialar ortaya koymasıydı. Diğer yandan, bu eleştiri korporasyonunun çok temel bir başka özelliği, sayıları birkaçı geçmeyen öncü düşün figürlerinin serbest köşe yazısı üslûbunda serdettikleri fikirlerin, daha sonra onları örnek alacak birçokları (köşe yazarı gazeteciden doktora tezi yazana, müzikbilim uzmanından antropoloğa, kent planlamacısından tarih araştırmacısına, vb.) tarafından karbon-kopya tekrar edilmesi olacaktı. Üstelik bu az-veri-çok-duygusallık yüklü düşünce kırıntıları bilimsel çalışmalara nirengi noktası oluşturacaktı.
Somut verilerle ortaya konan bilimsel çalışmaların daha popüler mecralara esin kaynağı olması beklenirken, tersi oldu; herhangi bir ciddi araştırma ve bilimsel analize gereksinim duymadan serbestçe telaffuz edilen yüzeysel savlar, akademik çevrelerde dayanak noktası oluşturdu. Türkiye’de neoliberalizmin yükselme yılları boyunca, birçok “Cumhuriyet dönemi müzik politikaları” konulu düşünce ürünü yayınlandı. Bunların genel manzarasına bakıldığında, kendinden beslenen büyük bir totolojiden oluştuğunu görmek mümkündür. Bu eklektik koronun en eğreti figürleriyse sayıları azımsanmayacak düzeyde kaydedilen “sosyolog” ve siyaset bilimci grubu olarak saptanabilir. Bu konularda yazan, ilksel müellifleri kopyalasa da belli bir tarihsel veya müzikbilimsel donanımı olan diğer yazarlardan farklı olarak, sosyal bilimlerin en müzik-bilmez topluluğu olarak, sosyal bilimcilerin önemli bir kısmı, müzik hakkında büyük iddiaları ileri sürme konusunda herhangi bir temkinlilik gereksinimi hissetmediler. (Aynı şekilde meşhur Arabesk müzik analizleri de en müziksiz yapılanlar olmuştur!) Nitekim, toplumbilim ve siyaset bilimi alanında Cumhuriyet dönemi müzik politikaları konusunda yayın yapanlar, nadiren müzik tekniği, kültürü ve tarihi konusunda bilgi sahibi olan kişilerdi. Türkiye’de, başka hiçbir sanat dalı hakkında yazılırken, müzikte olduğu kadar serbestçe görüş beyan etmek mümkün değildir. Üstelik müzik hakkında konuşmak ve yazmak, büyük çoğunlukla müziğin kendisini temel alarak değil, onun çevresel unsurlarına değinerek yapılır. Sosyal bilimlerde müzik hakkındaki analizlerin en çok eksikliği çekilen ögesi, müziğin dilinin kendisidir. Müziğe değinmeden müzik üzerine büyük iddialar ortaya atmak, kolay bulunamayacak bir konfor biçimi olarak not edilmelidir.
Neoliberalizmin eşlik ettiği Cumhuriyet eleştirilerinin en kayda değer bileşeni liberaller olmakla birlikte, onlara, çok daha önceden beri, ancak başka bir perspektiften konuşarak, eşlik eden muhafazakârlar da önemli bir söylem üreticisi konumunu işgal etmişlerdir. Bu kavramı zorunlu olarak kullanmakla birlikte, muhafazakâr kesimin çok heterojen bir grup oluşturduğunu da belirtmemiz gerekir. Türk Makam Müziği çevresinin birçok aktörü, Cumhuriyet rejiminin “kendi öz musikimiz”i “bozduğu”nu, “yozlaştırdığı”nı, “gelişimini engellediği”ni, vb. savlarını, neredeyse aynı cümlelerle tekrar ederek bir gadre uğramışlık ruh hâlini yeniden üretmişlerdir. Bu görüşe göre, Cumhuriyet olmasaydı, kendi mecraında son derece sağlıklı bir şekilde var olan makam müziği inkıtaya uğramaz, “o eski güzel günlerinde olduğu gibi” yaşamaya devam ederdi. Dikkat edilirse bu söylem, makam müziğini değişen değil sabit kalan bir tarihsel varlık, hatta bir çeşit kutsal töz olarak tasavvur eder. En gelişkin hâline kimilerine göre on yedinci yüzyılda Buhûrizâde Mustafa Itrî’yle, kimilerine göre on sekizinci yüzyıl sonunda Hammâmizâde Dede Efendi’yle, kimilerine göre yirminci yüzyıl başında Tamburî Cemil Bey’le doruk noktasına ulaşmış olan Türk Makam Müziği, Cumhuriyet yüzünden bir gerileme dönemine girmiş, ihmal edilmiştir. Ancak gerilemenin başlangıç tarihi konusunda da farklı görüşler mevcuttur. Kimileri, Cumhuriyet’e suç ortağı olarak on dokuzuncu yüzyıl sonundaki reformist girişimleri (Rauf Yekta, Ali Rifat Çağatay, Hüseyin Sadeddin Arel, vb.), kimileri meşk zincirinin nota yüzünden kırılmasını, kimileri ilk modernleşme çabalarının başladığı on sekizinci yüzyıla kadar geriye giden popülerleşme hareketini, “yozlaşma”nın başladığı tarih olarak belirler. Bu analizlerin somut belge ve eser analizlerinden ziyade polemik düzeyinde kalan ve hep aynı söz kalıplarıyla tekrar edilen, birbirini teyit ederek büyük yankı odasını yeniden üreten bir karakteri olduğunu ifade edebiliriz. Bu tartışmaların bilimsel ve düşünsel bir zenginleşmeye tekabül edip etmemesi önemli değildir; önemli olan mağduriyet söyleminin bir koruyucu şemsiye görevi görmesidir. Türkiye’de mağduriyet söylemi her zaman kazandırır!
Cumhuriyet ve müzik ilişkisi tartışmalarında bir de olumlayıcı cephe vardır. Bütün olumlu uygulamaların Cumhuriyet dönemiyle başladığını, 1923’ün bir milat olduğunu, Cumhuriyet’in hiçbir uygulamasının eleştirilebilir olmadığını savunanlar, en azından yakın zamanlara kadar Türkiye’nin kültür kurumlarında belli bir ağırlığı temsil ediyorlardı. Cumhuriyet dönemi müzik politikalarının eleştirisini, Cumhuriyet düşmanlığına tahvil edenlerin bu tepkisel tutumlarının tetikleyici nedenlerinden birinin de bu diğer bağnaz cephe olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Sonuçta Cumhuriyet ve müzik ilişkisi, hatta zaman içinde bizatihi Cumhuriyet konusunda birbirine sağır iki büyük grup oluştuğunu belirtmek gerekir. Bu büyük kutuplaşmanın taraflarının ortak özelliği, tartışmaya konu olan meseleyi tarihsel bağlamı içine konumlandırmayı ve dönüşüm sürecine çok boyutlu, sağ duyulu toplumbilimsel bir perspektifte bakmayı becerememiş olmalarıdır. Hangi cenahta olursa olsun, bu kavganın tarafları, olayları, olumsuzlayıcı ya da olumlayıcı yönde hep kişilerin iradelerine, tarihin tesadüflerine, ideolojik güdülere bağlarlar. Makam müziğinin geçirdiği değişmelerin sürekli olduğu, mutlaka mükemmel bir halden kötüye doğru bir bozulma değil, modernleşmenin kaçınılmaz sonucu olarak tezahür ettiği, değişen beğenilere ve müzik üretme koşullarına göre estetiğin normlarının da değiştiği gerçeğini idrak etmekte zorlananlar, kendilerince “bozulma” olarak niteledikleri aşamaları sürekli kişilerin, yöneticilerin, politik tercihlerin ürünü olarak görmek istemişlerdir. Oysa makam müziği, başka geleneklerde olduğu gibi, Osmanlı kültür dünyasının tâbi olduğu toplumsal-ekonomik değişmelerden nasibini kaçınılmaz bir şekilde alıyordu.
Müzik, ayrıcalıklı bir konuma sahip olmakla birlikte bir toplumsal olgudur; ekonomik ve toplumsal değişmelerden doğrudan etkilenir; değişmenin estetik temsillerini yansıtır. Bu durumu saptamak bilimsel, değer atfetmek ideolojik bir tutum almak demektir. Bireysel beğenilerimizde daha eski zamanların estetik anlayışına yakınlık duyabiliriz; ancak, irademizin dışında ve tarihin diyalektiğinin gereği olarak ortaya çıkan, süreklilik arz eden değişmeyi anlamaya çalışmak yerine, onu öznel değer yargılarımızla olumlayıcı ya da olumsuzlayıcı bir tutum benimsemek, bizi bilimsel bir analizin geniş görüş açısına değil, kısır döngüsel ideolojik polemiklerin kendi içine kapanan tepkisel, duygusal verimsizliğine götürür. Tarihin akışının mantığını idrak edebilmek içinse salt kültüralist saptamalar yetmez; üretim ilişkilerinin dönüşümünü, ekonomik etkenlerin toplum hayatını ve estetik kalıplarını nasıl etkilediğini analizin temeline oturtmazsak, kişilerin ve tarihin tesadüflerinin yönlendirdiğine inandığımız iyi ve kötülerden ibaret bir kültür alanı tasavvurunun dar çemberi içine kendimizi hapsederiz. İşte müzikbilimci Melih Duygulu’nun Cumhuriyet ve Müzik adlı hacimli kitabı, bu yapay zıtlığın dışında, tarihsel bağlamı dikkate alarak, özellikle müzik olgularını “iyiler ve kötülerin savaşı” olarak hayal etmeyen bir anlayışla, mevcut sığ görüşlerin bilimsel bir incelemesini ortaya koyuyor.
Melih Duygulu, kitabında birçok temaya değinmekle birlikte, temelde tarihe ve kültüre bir iyi-kötü zıtlığı olarak bakmayı reddederek, bilimsel niteliğini baştan kanıtlıyor. Cumhuriyet dönemi müzik politikaları ve uygulamaları konusundaki klişe fikirleri bir kenara bırakıp olguları belgesel ve sayısal temelleriyle okurun sağduyusuna teslim etmeyi hedefliyor. Kitabın çeşitli bölümlerinde ve alt-başlıklarında bir yandan tarihsel koşulların olabildiğince tarafsız bir betimlemesi diğer yandan kişilerden ziyade kavramlardan bahsederek dengeli bir anlatım oluşturuyor. Duygulu, analizi boyunca eleştiri cephesiyle savunu cephesinin önce yöntemsel sonra üretime ilişkin hatalarını ortaya seriyor. Cumhuriyet’i milat varsayanların neden başlangıçtaki anlayışa uygun yeterli üretim yapmadıklarını, değişmeyi neden sabitlemeye çalıştıklarını sorgularken, Cumhuriyet’in makam müziğine büyük zarar verdiği letimotiv’i ardına saklananların mağduriyet söylemini yeniden üretmekten başka kayda değer eser vermediklerini vurguluyor. Muhafazakâr cephenin temsilcilerinin, aslında bir yandan kadri bilinmediğini iddia ettikleri Türk Makam Müziği için kayda değer bilimsel çalışmalar yapmadıklarını, diğer yandan klasik otantikliği överken şikâyet ettikleri popüler zevklere hizmet eden külliyatı övdüklerini belirtiyor. Bu eleştirilerinde, Duygulu’nun taraf tutmadan bilimsel ölçütlerle, somut verilerle tartışmayı sürdürmesi, Türkiye’deki müzikbilim yazınında müstesna bir köşe taşı olarak, bundan sonra yapılacak araştırmalara rehberlik ediyor.
Cumhuriyet ve Müzik üç ana bölümden oluşuyor. Birinci bölüm “Cumhuriyet Döneminde Müzik” başlığını taşıyor. Bu bölümde Cumhuriyet’in tarihsel bağlamı, toplumsal-ekonomik koşulları, ideolojik ana hatları kavramsal başlıklar hâlinde sıralanıyor. Özellikle “Yeni Devlet, Yeni Toplum, Yeni Müzik” fikrinin irdelenmesi, o dönemin ne mahkûm edilmesine ne gereksiz övülmesine yöneliktir. Tersine, yeni devletin, gereksinim duyduğu yeni ideolojik bağlamı ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. Bu bölümde müzik reformlarından bahsederken, özellikle meşhur radyo yasağı mitosunun yapısökümünü yine somut verilerle yapıyor. Yasağın eleştirisini yaparken, böyle bir yanlış ama akut uygulamanın bütün bir toplumsal beğeni matrisini değiştirmeye muktedir olmadığını, üstelik makam müziği icra ve eğitiminin iddia edildiği gibi tamamen sekteye uğramadığını, kendi mecraında akmaya devam ettiğini belgelerle ortaya koyuyor. Bu bölümün en ilginç kısmı “Cumhuriyet Devrinde Müzik Dönemleri” alt-başlığı altındaki dönemlendirmede görülüyor. Bu alt-başlık, Kuruluş Dönemi (1923-1941), Esneme Dönemi (1941-1960), Kırılma Dönemi (1960-1990), Kopuş Dönemi/Popüler Kültür Çağı (1990-2023) dönemlendirmesini içeriyor. Cumhuriyet dönemi müzik politikalarının dönüşme aşamalarını özgün bir analizle tartışan Duygulu, aşamalı olarak nasıl popüler beğenilerin ve popülist politikaların alan kazandığını ortaya seriyor.
İkinci bölüm, belirgin bir başlığı olmayan, altında “Müzik Türleri”, “Kurumlar”, “Sanatçılar”, “Cumhuriyet Döneminde Müzik Araştırmaları ve Müzik Araştırmacılığı” alt-başlıklarını taşıyan genel bir ufuk turu olarak nitelendirilebilir. Her bir başlığın altında Cumhuriyet’in mirası, zaman içindeki evrim, sorunlar ve her zaman açıkça ifade edilmemiş de olsa çözüm önerileri yer alıyor. Üçüncü bölüm ise kitabın en özgün kısmını oluşturuyor. Duygulu, bu bölümde “Cumhuriyet Dönemindeki Her On Yılın Müzik Serencamı” başlığı altında 1923’ten başlayarak onar yıllık dönemlerde Türkiye’nin toplum hayatının genel dönüşümünü ve özelinde müzik dünyasının ana hatlarını tartışmaya açıyor. Burada Melih Duygulu’nun bu bölümlemeyi neden yaptığını iyi anlamakla birlikte, dönemlendirmenin kronolojik olarak eşit aralıklarla yapılmasının toplumbilimsel bir anlam ifade etmediğini belirtmemiz gerekiyor. Örneğin 1923-1933 aralığı doğru bir dönemlendirme olabilecekken, 1933-1943 döneminin (özellikle belirgin bir dönüm noktası olmayan 1943 yılı) veya aynı şekilde 1953 yılının, Türkiye’nin toplumsal tarihinde, hatta siyasi bakımdan bile özel bir önem arz etmeyen dönüm noktaları olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Buna mukabil, son dönem ise fazla geniş bir zaman aralığını kapsıyor; bu anılan dönemde çok fazla kırılma alt-döneminin olduğunu belirtmeliyiz. Yine de böyle genel bir bilanço yapılmış olması, bunun da ideolojik partizanlık ve bunun gizlediği aşağılık kompleksleriyle değil, bilimsel sağduyuyla ortaya konmuş olmasını çok değerli bulduğumuzu belirtmemiz gerekiyor. Kitap boyunca olayların ve olguların tarihsel bağlamlarının betimlenmesine dikkat edilmiş. Ancak birçok yerde kişilerin tutumlarının müzik ortamının şekillenmesinde belirleyici rol oynadıklarına ilişkin vurgular yapılmış olduğu görülüyor. Bu saptamalar, bazı yerlerde haklılık payı içerse de bazı yerlerde bireysel eylemlerin fazla vurgulandığı not edilebilir. Yazarın, kitabın genelinde olabildiğince tarafsız bir duruş benimsediği kaydedilirken, eleştirel yaklaştığı konuları, bir işaret markası gibi devrik cümlelerle vurgulaması ilginç bir üslûp özelliği olarak beliriyor. Duygulu, ayrıca maalesef son zamanlarda özellikle medya figürlerinin gereksizce cümle içinde kullanmayı marifet zannettikleri “sosyoloji”, “sosyolojik” kavramlarını, belki onlardan daha işlevsel bir şekilde, ama yine de çoğu zaman “sosyal” anlamında kullanıyor. Kitabın sonraki baskılarında bu “sosyoloji” fazlalığını, belki daha seçmeci davranarak azaltmayı düşünebilir. Aynı şekilde, kaynakçanın tamamını metinle konuşturması, eserin değerini artıracaktır. Bununla birlikte, kitabın genel üslûp ve karakteri göz önüne alındığında, Melih Duygulu’nun, Türkiye’nin müzikbilim yazınının gereksinim duyduğu dengeli bir analiz kitabı yazdığı, bunun, artık semeresinden fazlaca yararlanılmış olan mağduriyet ve düşmanlık söyleminin sağlam bir bilimsel alternatifi olarak selamlanması gerektiğini gönül rahatlığıyla ifade edebiliriz. Melih Duygulu, bütün müzikbilimsel birikimini bu emek işi eserinde somutlaştırmış. Saygı duyulası bir emek…
Türkiye’nin tarihini ve toplumsal evrimini anlamak güç iştir; zira hazır klişelerden, kompleksle mâlûl duygusal tepkiselliklerden, ideolojik ambargolardan, kurumsallaşmış önyargılardan özenle uzak durmayı gerektirir. Melih Duygulu’nun Cumhuriyet ve Müzik adlı eseri, bu ölçütleri benimseyen benzeri nadir görülen bir çalışma olarak kültür hayatımızı zenginleştirecektir.
Cumhuriyet, soluk bir resim değil, parıldayan çok yüzeyli bir prizmadır. Onu anlamak için her açıdan bakabilmek gerekir.
Ali Ergur
01 Eylül 2024, Denizli