Onu Galatasaray Lisesi Müzik Kolu etkinlikleri sırasında tanımıştım. Benden bir devre büyük, yaşından epeyce olgun bir kişi olarak dikkatimi çekmişti. Bununla birlikte güler yüzlü ve gülmeyi bilen bir kişi olarak tanımlanabilir. Boş gülme ve zekâ yoksunu konuşmayla mâlûl insanların ortak özelliği, varlıklarını üretkenlikle temellendirememek olarak tanımlanabilir. Emre Tukur, bu yaygın tipin tam tersine, yaşama coşkusunu çalışma ve üretme azminden alan bir kişiliğe sahipti. Onu tam bir müzik tutkunu olarak hatırlıyorum. Ancak bu son derece bilinçli bir tutkuydu; basit hevesin çok daha ötesine erişen bir bilgi birikimine dayanıyordu. Daha 17-18 yaşlarındayken ciddi temel müzik bilgisi, caz armonisi, caz kuramı bilgileriyle hayret verici derecede donanmıştı. Yanı sıra, hayli ileri düzeyde bir icra becerisine sahip olduğunu bizzat ve defalarca onu dinleme fırsatı bularak fark etmiştim. Temiz ve dengeli bir tuşesi, pedala boğulup bulanıklaşmayan bir ezgi akışını önceleyen, bununla birlikte sürekli özgün açılımlarla doğaçlamalarını renklendirmeyi beceren bir üslûbu, Emre Tukur’u nitelikli bir caz piyanisti konumuna taşıyan özellikler olarak zikredilebilir. Ayrıca caz armonisine kapsamlı bir hâkimiyeti olduğundan, hem kendine özgü bir karakteri olan hem birlikte çaldığı müzisyenlerle saat dakikliğinde bir uyumu hep önemseyen piyanist konumunu korumayı bilirdi. Bununla birlikte hiçbir zaman kendini sürekli öne çıkarma sevdalısı olmadı. Bunca donanım ve becerisine rağmen Emre Tukur, tevazudan uzaklaşmayan bir müzik insanı olmayı ilke edinmişti.
Türkiye tarihindeki en kapsamlı CIA operasyonuyla önce 24 Ocak’ta ekonomik, sonra 12 Eylül 1980’de siyasi müdahale desteğiyle, hem sol düşüncenin bütün yönelimleri biçiliyor hem dinci sağcılığın yolu açılıyordu. Diğer yandan piyasacı kamu politikaları, aşamalı bir şekilde toplumsal değer ve eğilimleri dönüştürmeye başlıyordu. Sıkıyönetim ve otoriter rejim baskısı ile tüketim tahrik eden politikalar bir arada var olabiliyordu. Bu bunaltıcı ve garip ortamda gençlik yıllarını yaşayan, az-çok siyasî bilinç edinmeye çalışan, belli bir kültür birikimi oluşturmanın erdemine inanan zihniyete sahip kuşakların mensupları olarak, boğucu cenderemiz içinde küçük hava delikleri açmaya çaba sarf ediyorduk. Bu tür kültür etkinlikleri arasından birini, çamur içinde pırlanta gibi hatırlıyorum. Galatasaray Lisesi’nin zemin katında, sol kapıdan girilince hemen sağ çaprazda kalan küçük bir sınıf vardı. Zaman içinde çeşitli işlevler yüklenmiş bu mekân, 1980’lerin ortalarında “Müzik Kolu Odası” olarak tahsis edilmişti. Standart bir sınıfın yaklaşık üçte biri kadar bir hacme sahip bu odada çeyrek kuyruk olduğunu hatırladığım bir piyano, bateri, amplifikatörler ve hoparlörler bulunuyordu. Bir saatlik öğle teneffüsünün yemek sonrası bölümünde Emre Tukur piyanoda müthiş doğaçlamalar yaparken, bir bas gitarist ve bir baterist ona eşlik ederdi. O arkadaşların adları da yüzleri de maalesef belleğimden silinmiş. Ancak Emre Tukur, o yaklaşık yarım saat süren jam-session sırasında istemeden de olsa yıldızlaştığı için nadir güzel an ve anılar mahzenimde unutulmaz bir yer edinmiş durumdadır. O küçük mekâna dinleyiciler sığmadığı için koridora taşan geniş bir kalabalık onları zevkle dinlemeye gelirdi. Bu mütevazı caz konserlerinin anısı, bugün kırk yıl sonra, karanlık yıllar içinde (bugünün daha karanlık yılları içinde umut olarak) kurtarılmış kültür adaları olarak bana hâlâ yaşama sevinci vermeye devam ediyor.
Mehmet Emre Tukur 1965 yılında doğmuş, 1976-1984 yılları arasında Galatasaray Lisesi’nde öğrenim görmüştü. Mezuniyet sonrasında Boğaziçi Üniversitesi’nde Sosyoloji öğrenimi görmüş, ardından Paris’e giderek Institut Supérieur de Communication et de Publicité (İletişim ve Reklâm Yüksek Enstitüsü, ISCOM) isimli okulda yüksek lisans yapmıştı. Aynı zamanda profesyonel turist rehberliği eğitimi sonunda brövesini de edinen Emre Tukur, kariyerine turizm alanında devam etmeyi tercih etti. Profesyonel anlamda müzik alanından ilerlemese de müzik onun için sevilen bir uğraş olmanın çok ötesine geçmiştir. Küçük yaşlardan itibaren, eğitiminde yolu Türkiye’nin en değerli müzik insanlarından geçmişti. Zeren Ulusoy, Verda Ün, Ekrem Zeki Ün, Muammer Sun ve Kerem Görsev gibi çok değerli isimlerle çalışıp hem kuramsal hem icraî anlamda gelişimini tamamlamıştı. Diğer bir deyişle, Emre Tukur, caz ve özellikle pop alanında sıklıkla görüldüğü gibi alaylı bir müzisyen değildi; ciddi ve sağlam teknik bilgiye sahipti. Piyanist olarak yeteneğini sistemli bir çalışma disipliniyle birleştirmiş, tercihini cazdan yana kullanmış, o alanda da çok başarılı olmuş bir müzisyendi. Turizmle birlikte müzik onun hayatında hep var oldu; hem de ağırlıklı bir şekilde. Konserler vermeye, çeşitli gruplarla müzik yapmaya devam etti.
Türkiye’nin seksenli yıllardaki en belirgin televizyon eğlencelerinden biri Eurovision Şarkı Yarışması olmuştur. O yıllarda her Eurovision yarışması bir millî maç havasına bürünmüş, çoğu zaman hüsranla sonuçlanmıştır. Bu alışıldık geri kalmışlık hissini ilk kıran deneyim, 1986 yılında Norveç’in Bergen kentinde düzenlenen yarışmayı dokuzuncu sırada tamamlayan Klips ve Onlar grubunun (iki ayrı grubun bileşik hâli) başarısı olmuştur. Klips (ya da Clips), Derya Bozkurt, Gür Akad ve Emre Tukur’dan kurulu bir band, Onlar ise Sevingül Bahadır ve Candan Erçetin’den oluşan bir vokal grubuydu. Eurovision Şarkı Yarışması’nda görece üst sıralara yerleşmenin yanı sıra, Klips ve Onlar yaygın bir destek görmüş, çok sayıda ülkeden puan almış, Türkiye’de sevilmiş bir ekip olarak hatırlanır. Şarkı ise İlhan İrem’in sözlerini yazdığı, Melih Kibar’ın bestesini yaptığı (Bergen’de orkestrayı da Kibar yönetmiştir) Halley adlı eserdi. Yeryüzünü 76 yılda bir ziyaret eden, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, 5 Mayıs 1910 tarihinde dünyaya çarpacağı rivayetini alaya aldığı Kuyrukluyıldız Altında Bir İzdivaç adlı romanına konu olan Halley kuyrukluyıldızı, 1986 yılında devrini tamamlayıp tekrar yeryüzüne yakın geçmekteydi. Şarkı, bu ziyaretin barış getirmesi temennisini dile getiren hareketli bir parça olarak geniş bir beğeni toplamıştı. https://youtu.be/3Hh7MQFRkKI
Emre Tukur, daha sonraki yıllarda bir yandan yarı-profesyonel müzik hayatını sürdürürken son derece donanımlı bir turist rehberi olarak da seçkin acentelerle çalıştı. Emre Tukur, kendi hayatının örneğinde, iyi sanatçının yalnızca yetenek ve pratik beceriyle şekillenmediğini, geniş bir kültür birikiminin sanat icra etmek için vazgeçilmez koşul olduğunu kanıtlamıştır. Nitekim Tukur, Bizans tarihi, Erken Dönem Hristiyanlık Tarihi ve Askerî Tarih konularında derin bir birikime sahipti. Ayrıca Türkçe’nin dışında Fransızca, İngilizce ve İsveççe olarak da rehberlik hizmeti vermiştir. Emre Tukur, müzisyenin bir teknisyen olmadığını, bir kültür insanı olması gerektiğini, aslında ancak o birikim ve öğrenme arzusuyla iyi sanatçı olunabileceğini kanıtlamıştır. Konservatuar eğitiminden yalnızca mekanik bir teknisyen becerisi edinmeyi amaçlayan nicelerine örnek olması gereken bir hayat…
Bu üretken hayat, kimi büyük sanatçılarda olduğu gibi, kısa bir ömre yoğun bir sanat üretimini sığdırmayı başararak son buldu. Emre Tukur, genç yaşta 9 Kasım 2024 günü aramızdan ayrıldı. Emre Tukur, bu dünyadan bir kuyrukluyıldız gibi geçip gitti.
Aklıma ister istemez Attilâ İlhan’ın kısacık şiiri geliyor: “izmir’in kapısını açar açmaz / şakağına bir mermi çivilediler / bozköylü hasan’ın / düşmedi / öylece ayakta durur / ay ışığında baksan / görürsün”. Emre, kuyruğu Halley’inki olan bir piyanoda çalmaya devam ediyor, biliyorum. Yıldızlı geceye baksan görürsün!
ALİ ERGUR
01.01.2025, Denizli
Kaynak: Fest Travel internet sitesi.
Fotoğraflar için sayın Firuz Soyuer’e teşekkür ederim.
Desteği için sayın Yeşim Pekiner’e teşekkür ederim.