Türkiye’nin jeolojik kaderi jeo-stratejik mahkûmiyetine benzer; sürekli olarak hareket eden, sıkışan, biri diğerinin üzerine baskı yapan dev plakaların arasında eğilip yamulan, kesintisiz krizler yaşayan bir toprak parçası özelliği arz eder. Arap plakası güney-doğudan, Afrika dev plakası Akdeniz’den, Avrasya plakası doğu ve kuzeyden, Türkiye’yi sıkıştırır. Her yönden baskı altında kalan yarımada Türkiye, hem batıya doğru yılda 2,5cm gibi bir hızla yol alır hem çeşitli baskı unsurlarını dengelemeye çalışırken kendi içinde çatışmalar, bükülmeler, kırılmalar yaşar. Avrupa’ya doğru hareket ettikçe hem Yunanistan ve onun bağlı olduğu Atlantik bloku tarafından engellenir hem buna rağmen sınırları zorlayıp Ege Denizi’nde (adaların oluşumunu da tetikleyen) güney-batıya doğru bükülerek sokulma davranışını sürdürür. Bu sürekli çok yönlü hareket karşısında takınılabilecek iki tutum vardır; ya bu kaçınılmaz ve öngörülebilir baskı unsurları karşısında hazırlıklı olmayı tercih eder, ona göre dirençli, sistemli, bütünlüklü, kişilikli bir duruşla dengeyi optimumda, zararı en azda tutmayı başarırsınız; ya günübirlik yaşayıp baskı hareketlerinin her birine anlık, hatta yıkım-sonrası itkisel tepkiler göstererek kaynaklarınızı heba eder, yaşananlardan ders almadan bir sonraki (çok da gecikmeyecek olan) dalgayı beklersiniz. Beklerken ya hamâsî bağırtılarla kendinizi avutmaya çalışır ya kadere boyun eğip kendinizi tamamen dış-güçler karşısındaki mutlak tâbiyetinize kurban edersiniz. Türkiye’nin uluslararası siyasette sürekli bocalamasının temel nedeni bir büyük stratejisinin var olmaması, daha doğrusu, tarihin derinliklerinde saklı olan büyük stratejiden sürekli sapmasıdır. Aynı şekilde Türkiye’nin bir deprem gerçekliği vardır. Buna mukabil, Türkiye en yıkıcı depremlerin en acı bilançolarını sürekli kayıplar hanesine yazan garip bir unutuş cenneti olarak var olmaya devam eder.
Deprem gerçeğini “aman Allah korusun!” abrakadabrasından başka bir şekilde tasavvur edemeyen Türk devlet ve millet refleksi, sürekli olarak benzer trajedileri yaşayarak var kalmaya çalışır. Ancak bu kaderci unutkanlık, 2000’lerden itibaren muhafazakâr maskeli neo-liberal otoriterliğin, tatmini mümkün olmayacak kadar şiddetli rant şehvetiyle birleşince, Türkiye’nin deprem gerçeği, çok daha vahim sonuçları olabilen bir akıl-dışılık içinde yeniden biçimlendi. Göz göre göre bilim-dışı ama taşkın bir kâr arzusuyla mâlûl bir davranış kalıbı, yer çatlaklarının yakınında veya üzerinde, yumuşak ova zeminlerinin ortasında, akarsu yatakları ya da deltalarında, iddialı, lüks görünümlü ancak içi kof binalar inşa etmeyi marifet bilen yeni bir taşra açıkgözlüğü (kompleksli açgözlülükle birleşerek) genel bir yapılaşma faciasına yol açtı. Nitekim, bu inşaat fetişizminin acı sonuçlarını 6 Şubat 2023 depremlerinde (Pazarcık: 7,8; Ekinözü: 7,5) çok çarpıcı ve acı bir şekilde gördük. Kamu gücünün nasıl iflas etmiş olduğunu, kamu hizmeti mevhumunun, ekonomik güdülerinin gereği olarak ahlâksız piyasa aktörlerine emanet edilmesinin ne derece yıkıcı toplumsal sonuçları olabildiğine bu şekilde tanık olduk. Resmi sayı 50.783 olsa da en az 200.000 civarında insanın bu felakette can verdiği tahmin edilmektedir. Kuşkusuz birçok ilde büyük yıkımlar yaşanmakla birlikte, Hatay, depremden en çok zarar gören, şehir merkezi neredeyse tamamen yok olan bir yerleşim birimidir. Can kayıplarının yanı sıra birçok alanda ciddi miktarda zarar kaydedilmiştir. Maddî zararlar, insanların temel gereksinimlerini karşılamaya yönelik kaynakların yok olması gibi olgular, elbette çok yaşamsal nitelik arz eder. Ancak, bu süreçte çoğunlukla kamu görevlileri ve piyasa aktörlerince ‘pek de önemli olmayan’ kategorisinde addedilen önemli bir kayıp kültür birikimi olarak ayrıştırılabilir. Oysa kültür, insanı insan yapar; insan bilincinin birikimlerini simgesel ifadelere dönüştürüp kuşaklar ötesine taşır. Bu kazanımları yok olan bir insan topluluğu amaçsız bir şekilde bir yok oluş sarmalı tarafından yutulur. Deprem bölgesindeki arama-kurtarma, ardından enkaz kaldırma, insanî yardım, hayatı normalleştirme aşamaları çoğunlukla kültür birikimini koruma yönünde bir çabayı içermeyi hiç gündemine bile getirmemiştir. İşte bu eksikliği, Türkiye’nin az sayıda yüzü aydınlığa dönük insanları tamamlamaya çalışıyor. Hatay’ın kültür mirasının kaybedilmemesi, ona her yönüyle sahip çıkılması için MİRAS adlı bir dernek kuruldu.
MİRAS Kültürel Sürdürülebilirlik Derneği, seçkin bir müzikbilimci olan Dr. Olcay Muslu öncülüğünde 27 Mart 2023 tarihinde kuruldu. Olcay Muslu, İTÜ Müzikoloji ve Müzik Teorisi programında doktora tezini başarıyla savunduktan sonra 2017-2022 yılları arasında Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Antakya Devlet Konservatuarı’nda öğretim üyeliği yaptı. Konservatuarın kuruluşunda ve gelişmesinde büyük emeği geçen Muslu, daha sonra Hatay’dan ayrılarak İstanbul’a geri döndü; ancak Hatay’la bağlantısını hiç kaybetmedi. Birçok genç müzisyen, dansçı ve müzikbilimci yetiştiren Olcay Muslu, Hatay’a tam anlamıyla gönül vermiş bir bilim ve sanat insanı olarak tanımlanabilir. Bu nedenle, artık fiziki olarak orada bulunmasa da Hatay’ı vuran deprem felaketiyle yakından ilgilendi. Olcay Muslu’nun, Türkiye’de örneklerine nadiren rastladığımız, olağanüstü durumlarda duygusal tepkiler yerine rasyonel, dengeli ve sistemli yaklaşımları benimseyen insanlardan biri olduğunu, depremden hemen sonra bireysel girişimde bulunmasından anlıyoruz. Olcay Muslu, gereksiz israftan başka işe yaramayan ölçüsüz yardım seline yol açmak yerine, yine temel bir insan gereksinimine odaklanmayı tercih etmiş; kültür mirasını korumaya. İyi bir sanat insanı olarak, depremin insan topluluklarını vurduğu sırada kültür çevresini de yok ettiğinin bilincinde olarak Olcay Muslu, Hatay’ın bir yerleşim birimi ve nüfus varlığı olduğu kadar bir maddi-olmayan kültür birikimi anlamına geldiğinin farkına vardı, yine uluslararası çapta tanınmış bir müzikbilimci olan eşi Huib Schippers’le birlikte MİRAS’ı kurmaya verdi.
MİRAS, kültürü yalnızca bazı tekil sanat etkinlikleri ve ‘geleneksel’ olarak bulanık bir şekilde ifade edilen uygulamalar olarak tasavvur etme sığlığına düşmeyen bir girişim olarak nitelenebilir; zira hem kültürü bir tarih-coğrafya çevresinin insan topluluğuyla etkileşimi hem farklı türde üretimlerin ancak bir anlam bütünlüğü içinde anlaşılması gerektiğini savunarak benzersiz bir öncülük yapıyor. MİRAS, depremin vurduğu toprak parçasının bir kültür dünyası olduğunu göz önüne alarak, iki temel amacı benimsemiş: (1) Depremin hasar ve kayıplarının onarımının, (bunlar çok yaşamsal olsa da) yalnızca maddî gereksinimlerin karşılanmasından ibaret olamayacağı, depremzedelerin normale yakın bir hayat inşa edebilmelerinin, aynı zamanda kültür üretimiyle sağlanması gerektiği inancına yaslanıyor. Buna göre, en iyi psikolojik desteğin aslında insanları kültür üretiminin parçası kılmak olduğunu belirtmemiz gerekir. Nitekim, depremin dışında da çağdaş insanının psikolojik olarak tanılanan ve bu dar bakış açısı içinde patolojikleştirilen sorunlarının (dolayısıyla ilaç endüstrisiyle kol kola yürüyen tedavilerinin), aslında neo-liberal ideolojinin, bireyi yalıtan, üretimi, üretkenliği ve özellikle emeği dışlayıp tüketimi taçlandıran şık sömürüyü yüceltmesinin bir sonucu olduğu göz ardı edilmektedir. Bu makro açıdan bakıldığında, MİRAS’ın var oluş amacının, salt yerel ve semptomatik olmadığı anlaşılmaktadır. Depremle çeşitli kayıplara uğramış, zihinsel bir örselenmeye uğramış, zamanda ve mekânda yönsüzleşmiş insanların tedavisine önemli bir katkının, onları kültür üretmekten, sanat fâilleri hâline getirmekten geçtiğini idrak edebilmek önemli bir öngörü içerir. (2) İkinci olarak, depremin verdiği derin hasarın en çok kültür çevresini yok ettiğini fark ederek, Hatay’ı kurtarmanın, kenti alelacele inşaat şantiyesine çevirmekten ibaret olmadığını görmek gerekiyor. MİRAS, bu bilinçle yola çıkmış bir dernek olarak, Hatay’ın atılan molozuyla birlikte kültür birikiminin de havaya karışmasını engellemeye yönelik ciddi ve gerçekçi bir program benimsemiş. Hatay, zaten bir süreden beri demografik dönüşümle içerilme tehdidi altında yaşayan bir kentti; şimdi depremin sahici bir Troya atı işlevine uygun zemin oluşturmasını engellemek merkezî bir önem arz ediyor. MİRAS, Hatay’ın bir kültür etkileşimleri kavşağı, özgün bir bileşim mayası olduğunu vurgulayan bir girişim olarak da selamlanabilir; zira programının içinde seçmeci ve seçkinci, kültürel özcülük ya da tam tersine muğlak bir ‘çokkültürlülük’ yaklaşımının bulunmadığını vurgulamalıyız. Bunun yerine, Hatay’ı tarih-coğrafya bütünlüğü, insan-doğa etkileşimi, ulusal-etnik amalgamı, tarım-ticaret karşılıklı bağımlılığı, ortak acı ve sevinçler toplamının simgesel ürün havuzu, bütün bunların sonucunda ortaya çıkan benzersiz ancak ayrıştırılamaz bir kültürküre olarak tasavvur edebilme becerisini, MİRAS’ın var oluş nedeninde bulabiliriz. O nedenle, yalnızca bir kültür etkinlikleri kulübü ya da ‘geleneksel Hatay kültürünü koruma ve yaşatma’ derneği olmaktan çok daha fazlası olduğunun altını çizmeliyiz. MİRAS, Hatay kültür dünyasını dinamik bütünlüğü içinde görmeye eğilimli bir yaklaşımla, insanı, kültürün hem öznesi hem fâili olarak tanımlıyor.
http://www.mirasheritage.org/index.php
MİRAS, hem pratik düzeyde hem kuramsal anlamda Hatay kültür çevresinin yaşatılması için etkinlik gösterecek. MİRAS programı, dört ayrı ancak birbirini tamamlayıcı nitelikte etkinlik alanını içeriyor: (1) Topluluklarla çalışmak; (2) Eğitim; (3) Araştırma; (4) Etkinlikler. Topluluklarla çalışmak, özellikle depremzede kişi ve toplulukların, kültür üretimine dâhil edilerek toplumsal bütünleşmelerine destek olma, kolektif refahın artışına katkıda bulunma anlamına geliyor. Bu yaklaşım, elbette herhangi bir ayrımcılığa ödün vermez nitelikte olacaktır. MİRAS, kültür zenginliğinin korunmasına çaba sarf ederken, aynı zamanda bu alanda kuramsal ve pratik eğitimler vermeyi de hedefliyor. Üstelik bu eğitimler uzman gruplarına değil, her yaş ve eğitim düzeyinden kişilere yönelik olacaktır. Böylece MİRAS, bir okul olma özelliğini de içerecektir. MİRAS’ı akademik bir niteliğe kavuşturan özelliği, aynı zamanda kültür araştırmaları yapacak olmasıdır. Böylece, çok yerde yapıldığı üzere, mevcut görünür kültür varlığının tekrar edilmesiyle sınırlı kalmadan, araştırma ve yayın yaparak, kalıcı eserler bırakmayı da hedefliyor. Nihayet, MİRAS’ın bir diğer etkinlik türü, bizatihi kültür etkinliklerinin kendileri olarak tanımlanabilir. Ancak bunlar arasında sözlü geleneklerin icrası ve tespiti, performans sanatları, yerel bilginin açığa çıkarılması ve kayda geçirilmesi, sosyal pratiklerin, ritüellerin ve kutlama biçimlerinin saptanması, geleneksel becerilerin sürekliliği için çaba sarf etmek gibi farklı tipte etkinlikler olduğunu belirtmemiz gerekir. Bu doğrultuda halka açık ve özel etkinlikler sürdürülecektir.
MİRAS’ın Hatay’a odaklanmış kuruluş amacını belirtirken, bir yanlış anlamanın önüne geçmemiz gerekiyor: MİRAS için Hatay bir ilk adım, gerçekçi bir hedef olarak nitelenebilir. MİRAS, uzun vadede, kültür misyonunu Türkiye’nin başka bölgelerine taşıma, oradan da uluslararası sahaya ulaşma amacını benimsemiştir. Ancak bilindiği gibi, kamu kuruluşu olmayan bir dernek ancak kendi yaratabildiği kaynaklarla beslenebilir. O nedenle, MİRAS’ın bu benzersiz amacına ulaşabilmesi ve süreklilik arz edebilmesi için ulusal ve uluslararası alandan bağış toplayabilmesi gerekiyor. Şu âna kadar bu yönde olumlu gelişmeler olduğunu belirtelim. Ancak MİRAS’ın başarıya ulaşması için kesintisiz bir ilgi ve desteğe gereksinimi olduğunun altını çizmeliyiz. Giysi, yiyecek, barınma vb. temel gereksinimlerin karşılanmasına yönelik yardımların hız kestiği bir aşamada kültür alanında gelişmeyi hedefleyen bağışlar önemli bir katkı olacaktır.
http://www.mirasheritage.org/hesapnumaralarimiz
Hatay’ın hem toprağına hem kültürüne sahip çıkmamız gerekiyor; zira tarih-coğrafya bir bütündür; insan ve kültür bu bütünlük içinde var olabilir. Kültür yoksa insan da yoktur.
ALİ ERGUR
1 Eylül 2023, Denizli