Ankara Müzik Festivali, yalnızca dar anlamda ‘klasik müzik’ icra edilen bir sanat etkinliği olmadığını ilginç bir konserle bir kez daha kanıtladı: 25 Nisan Cuma akşamı Bilkent Konser Salonu’nda, şef Agnieszka Frankow-Żelazny yönetiminde Wroclaw Filarmoni Korosu Solistleri’nin katılımıyla ‘Music Masters On Air IV’ başlıklı bir konser gerçekleştirildi. Kısaca MusMA olarak anılan proje 2010 yılından beri düzenleniyor. Etkinliğin amacı genç çağdaş bestecilerin eserlerini tanıtmak, yeni müzik dili olanaklarını keşfetmek, kültürlerarası etkileşimi mümkün kılmak, bu yönde tanıtım konserlerine onları dâhil etmek olarak özetlenebilir. Proje yalnızca bestecileri değil, aynı zamanda genç icracıları da teşvik etme amacını taşıyor. MusMA bir Avrupa projesi olarak, Avrupa Yayın Birliği (EBU), TRT ve diğer üye dokuz ülkenin yayın kuruluşlarının işbirliğiyle gerçekleştirmektedir. Etkinlik ayrıca Avrupa Festivaller Birliği’ne üyedir.
Bu dördüncü MusMA, farklı ülkelerden yedi çağdaş bestecinin eserlerinin seslendirildiği bir içeriğe sahipti. Yiğit Aydın’ın Friends of God, Daria Andovska’nın Aporia Apeiron, Franck Bovet’nin Yggdrasil, Ricardo Piacentini’nin 4 ses için Cosí parló Beatrice, Ana Gnyatovic’in Balance Lost, Frederik Neyrinck’in Quasi-Pallidrom II ve Agatha Zubel’in Lullaby eserleri seslendirildi. Etkinliğin bu yılki teması ‘insan sesi’ olduğu için, eserler koral nitelikteydi. Çağdaş Türk Müziği’nin en önemli isimlerinden birisi olan Yiğit Aydın’ın, özel olarak bu MusMA için sipariş edilmiş Friends of God eseri, cesur teknik özellikleri nedeniyle vurgulanmayı özel olarak hak ediyor. Aydın, birçok başka eserinde olduğu gibi, oryantalizmin sinsi tuzaklarına düşmeden, yapay bir şekilde ‘Doğu’ ve ‘Batı’ adı verilen kurmaca kültür tahayyüllerinin ayrışan değil, kesişen alanlarına dikkatini yoğunlaştırıyor. Bu sayede, Aydın, kendisini ısrarla ‘Batı’ (satır arasında ‘esas olan’, ‘egemen olan’, üstün olan’, ‘merkez olan’ yananlamlarını taşıyan) olarak tanımlayarak, kendi sınırları dışında kaldığını iddia ettiklerini sürekli bir ötekileştirme politikası benimseyen hegemonyanın en saydam ideolojisini de tersine çeviriyor.
Edebiyatta, toplum bilimlerinde, felsefede oryantalizm eleştirisi olarak çoğu zaman egzotizmin yüceltilmesine tanık olmaktayız; Friends of God, bu ucuz yolun, aynı zamanda aksi yönden yine Avrupa-merkezli bir hiyerarşik düşünüşe varacağını iyi idrak etmiş bir bestecinin akıl-duygu bileşimi olarak, bizi kendisine hayran bıraktı. Yiğit Aydın, bildik ifade kalıplarını yinelemekten, kısayol çözümlerinin kolaycılığına girmekten özellikle kaçınan bir besteci; o nedenle de son derece kılı kırk yaran, milimetre ölçeğinde büyüteçle çalışan bir titiz kuyumcu gibi besteliyor. Yiğit Aydın için beste yapmak ne duyguların seline kapılmış giden türde bir tesadüfilik, ne mimari eğilimleri ağır basan yapı-öncelikli bir steril inşa anlamına geliyor. Günün modasına uygun, pop-çağrışımlı kolay yazılır, kolay dinlenir eserler ise Aydın’ın hiç harcı değil. O daha ziyade, söyleyecek sözü varsa söyleme yanlısı, ama bunu en gelişkin müzik araçlarını en özgün ifadeleri kurma yolunda seferber ederek yapıyor. Friends of God bu tavrın mükemmel bir örneği.
12 solist (soprano, alto, tenor, bas) için yazılmış, insan sesinin sınırlarını, bizatihi müzik sanatınınkilerle birlikte zorlayan bir karmaşıklık içeren eser 8 dakika sürüyor. Eser, ses sanatçısından sıradan tekniklerin çok üzerinde bir icra becerisi, ama ondan öte araştırmacı tavrı bekliyor. Zira ses yüksekliği olmayan konuşma-benzeri, bizatihi ‘dil’ kavramını sorgulamaya açan onomatopemsi, deneysel, özel teknikler bilmeyi ve geliştirmeyi gerektiren bir şarkı söyleme becerisi, Friends of God’ı seslendirebilmek için vazgeçilmez koşuldur. Ses gürlükleri arasında âni geçişler, bolca kullanılan ve birbirlerine çok uzak basamaklar arasında portamentolar, özellikle Türkçe sessizleri bir laboratuarda her türlü genleştirme, dağıtma, parçalama, yeniden birleştirme işlemlerine acımasızca tâbi tutar gibi deneyselleştiren ses yapıları, Friends of God’ın çarpıcı özellikleri. Kuşkusuz böyle bir eseri seslendirmek için standart bir şan eğitiminin ortalama bilgisinin çok daha fazlası gerekiyor. Ses yüksekliği olmayan bu tür ses dokularıyla porteye yazılan ve ezgiselliği konvansiyonel kulaklara hiç de garip gelmeyecek olan hatlar birbirleri içine çok ustalıkla geçiyorlar.
Aydın, müzik olan ile olmayanın sınırını saklı bir ironiyle sorguluyor. Diğer yandan, eserin iki metnini Hacı Bayram’ın Şathiyye ve Goethe’nin (Doğu-Batı Divanı’ndan) Phänomen şiirleri oluşturuyor. Birbirlerinden çağ, kültür bağlamı, üslûp ve düşünsel yönelim bakımlarından çok farklı iki şairin poetikalarını, Aydın, kendi çağının sesini içinde iyi hisseden bir besteci olarak çok başarılı bir şekilde bir araya getiriyor; bu, yan yana durmaktan ziyade, bir çeşit mecz olma hali.
Eserin bir başka özelliği de, sesin kaynaklarını çoğullaştırıp hareketli kılmak: Koristler, eserin belli ölçülerinde fiziki anlamda yer değiştiriyorlar. Bu ise, ‘koro’nun sahnede hem kendisini silen hem fazla vurgulayan statikliğini kırmanın, böylece o hareketsizliğin gizlice ortaya çıkardığı büyüyü bozmanın da bir yolu. Aydın, koroyu parçalarına bölüp yeniden birleştirmede, hem müzikal hem akustik anlamda zor bir deneye girişip bundan alnının akıyla çıkmayı başarıyor. Farklı esin kaynakları olsa da Friends of God, bunların hepsini ölçülü bir bütünlükte birleştirip hiçbirinden yana ağırlığını koymayan bir eser. Örneğin içinde makamsal unsurları barındırsa da, bunlar parçalanmış, tanınmaz haline gelmiş, Avrupa müziğinin tampere çok sesliliğiyle buluşmuş ses parçaları halinde kullanılmışlar. Ancak Aydın, bu karmaşık ses düzlemi üzerinde, hiçbir unsurun, bağlı olduğu tarihsel-kültürel yayla geriye çekilmesine izin vermiyor. Böylece her türlü otantiklik söylemini de sistemli bir şekilde dışlıyor.
Yiğit Aydın, oryantalizmin düz söylemine kolayca teslim olup kendi kültür bağlamını egzotikleştiren bestecilerden değil; ama sözüm ona ters yönden dolanarak gelen, Doğu-Batı karşıtlığını verili bir durum olarak kabullenerek, bu varsayımsal kutuplaştırmayı, aslında yine oryantalizmin ekmeğine yağ sürecek şekilde kabullenen bir sanatçı da değil. Yiğit Aydın, küresel bir kültür çoğulluğunun gerektirdiği yeterince eşitlikçi söyleşiyi, mevcut metafiziğin yapısökümünü yaparak, yani örneğin koro, eser, Batı, Doğu, ses, hatta besteci, vb. kavramlarını sorgulamaya açarak yepyeni bir müzik dili geliştiriyor. Aydın, müziğe içkin olduğunu düşündüğümüz dinsel gücü dağıtarak, algılamanın basmakalıp düşünsel şemalarını dinleyicinin elinden alıyor. Buna karşılık, özellikle ses deneylerinden oluşan dokuyla müziğini örerek, çoğulcu, eşitlikçi, yenilikçi bir duyuşun kapılarını şenlikli bir bahçeye açıyor. Ancak bu bahçede özgürce dolaşmak ve manzaradan haz alabilmek için, dünyayı kucaklayan bir kültür anlayışına sahip olmak gerekiyor. Her insan sesi içeren eseri Mozart ezgiselliği beklentisiyle karşılamak ise, bu kucaklayıcılıktan çok uzağa düşüyor.
Hacı Bayram’ın Friends of God’daki son beyti, halka halka genişleyen anlamlarıyla ne kadar ‘mânidar’: “Bu sözü arifler anlar cahiller bilmeyip tanlar/Hacı Bayram kendi banlar ol şarın menaresinde”!