Yakın geçmişimize bakarken kimi olayların gözlerden uzak kaldığı dikkat çekici bir durum. O nedenle dönem ayrıntılarını konu edinen kitapları daha bir derinlemesine okunmalı derim. Satırlar arasına gizlenmiş bir anlatım, zaman içindeki kişileri daha ayrıntılı tanımamıza yardımcı olur.
Hıfzı Topuz’un “Paris’te Bir Türk Ressamı – Fikret Muallâ’nın Yaşamı” kitabındaki birbirinden ilginç anı ve tanıklıklar tam da bu söylenenlerin sağlamasını yapar nitelikte.
Yaşamı söylencelerle sarmalanmış bu sanatçımız üzerine çok sayıda kitaba imza attı yazar. Paris’te görevli bulunduğu yıllarda Fikret Muallâ’yla yakın bir dostluk kurduğu için sanatçıyla ilgili bilgilerinin bulunması son derece doğal. Bir bölümü zaten bilindik olan öykülerin dışında, bir yerde ilginç bir mektup yer alıyor:
CHP Haklarını Koruma Komitesi’nin merkez binasında bugün İngiltere, İtalya ve Fransa delegeleriyle görüştüm. Washington’a hareket etmek üzere bulunan komitemizin hukuk müşavirini hep birlikte uğurladık. Bu sırada CHP hakları yeniden gündeme geldi. Bu konuda şunları belirtmek isterim. Benim davranışım Atatürk’ün gençliğe yaptığı konuşmadan esinlenmiştir. Atatürk şöyle demiyor muydu? “Bir gün İstiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, içinde bulunduğun vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin.”
Tabi bendeniz şu anda gayri müsait bir vaziyette bulunuyorum. Benim imkânlarım uluslararası imkânlardır. Zaten Türk devrimleri artık dünyanın malı ve 20. yüzyıl tarihinin altın bir yaprağı durumuna gelmiştir. Bu uluslararası demokrasinin malı olur. Atatürk Türkiyesi’ne dokunulduğu gün bütün dünyada demokrasi kurallarına hakaret edilmiş olur. Edouard Herriot’nun komitemizle ilgilenmesi ülkemizin aleyhine değil, lehine bir noktadır. Zaten Ekselans Herriot, Atatürk’ü ve İsmet İnönü’yü kişisel olarak tanımış ve Les Annales dergisinde yeni Türkiye konusunda büyük bir inceleme yayınlamıştır.
Bana Cumhuriyetimiz tehlikededir gibi geliyor. Adnan Menderes’in Halk Partili milletvekillerine seslenerek yaptığı bir konuşmada “Bu size vurduğumuz birinci yumruktur, ikincisi de hazırlanıyor,” demesi gözümü korkuttu. İkinci yumruk ne olacak diye düşünmeye başladım. Faşizme doğru dörtnala koşulduğunu görüyorum.
Bağımsız ve başarılı Türkiye’nin belkemiği Halk Partisi değil midir? Cumhuriyet’in ilanı Halk Partisi’nin eseri değil midir? Bugün bir demokrasi varsa bu da CHP’nin sayesindedir. San Francisco Bildirgesi’nin uygulanması için CHP’nin ne kadar titizlikle çalıştığını bütün dünya bilir. 1946 ve 1950 seçimlerinin dürüstlüğü CHP’ye bütün dünyada sempati kazandırmıştır. İnönü isteseydi 1950’de kolaylıkla iktidarda kalabilirdi, ama sırf demokrasiye olan saygısından dolayı iktidardan çekilmesini bilmiş ve Birleşmiş Milletler bunu unutmamıştır.
Ben bir sanatçı olarak her şeyimi CHP’ye borçluyum. Bugün Türkiye’de yeni bir resim, yeni bir müzik, yeni bir şiir varsa bunlar CHP’nin desteğiyle gerçekleşmiştir.” (Hıfzı Topuz, Paris’te Bir Türk Ressamı- Fikret Muallâ’nın Yaşamı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2014, sy: 77-78)
1954 Nisan başlarında yazılmış mektup sahibinin kimliği okuduklarımızı daha da bir anlamlandırmakta. Çünkü son satırın altındaki imza Nejad Devrim’e (1 Temmuz 1923 İstanbul- 25 Şubat 1995 Polonya) ait.
O yıllarda Paris’te bulunan sanatçımızın nelerle uğraştığını bu satırlardan öğrenebiliyoruz. Ancak biraz geriye dönerek olayların nasıl başladığını ve sanatçımızın hangi nedenlerle böyle bir girişimde bulunduğunu anlamak olası. Hıfzı Topuz 1953 yılı sonunda Paris’te Unesco’daki görevinden ayrılıp yurda döner. İstanbul’da Akşam gazetesinde çalışma günleri başlamıştır. Bu arada ülkenin politik yaşamında önemli gelişmeler ortaya çıkar. İktidardaki Demokrat Parti (DP) hükümeti meclis çoğunluğuna dayanarak çıkardığı yasayla Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) mal varlığına el koyar. Tam bu ortam içinde Nejad Devrim Paris’ten Hıfzı Topuz’a gönderdiği 12 Mart 1954 tarihli telgrafta, olayı protesto etmek amacıyla bir dernek kurduğunu ve bu amaçla Birleşmiş Milletler’e ve Lahey Adalet Divanı’na başvuracağını bildiriyor. 23 Mart’ta gönderdiği ikinci bir telgrafta ise Fransız milli Meclisi Eski Başkanı, Atatürk hayranı Edouard Herriot ile Dışişleri Bakanı Georges Bidault’nun da kurulacak komiteye katılacağını açıklıyor.
Yazar, kendisine Paris’teki bir Türk ressamının gönderdiği ve yurt dışında gelişen oldukça önemli bu olayı haberleştirmek amacıyla gazetesinin yöneticilerine uzatır telgrafı. Akşam Gazetesinin Yazıişleri Müdür Yardımcısı Hilali Bey ile Sorumlu Yazıişleri Müdür Cemalettin Bildik’in haberden hoşlanmadıklarını söylemeye gerek var mı?
Sonunda haberi “Ressam Nejad’ın Yeni Bir Marifeti…” başlığıyla yumuşatılmış bir biçimde vermek zorunda kalırlar. Tepede oturan ikilinin (Bayar-Menderes) yerleştirdiği korku iklimi en çok gazetelerde varlığını duyurur. Onların istemediği yazarlar için kapı önüne konma ve değişik cezalara çarptırılma sıradanlaşmıştır artık.
Yukarıya alınan mektup bu olaylardan on gün sonra yazılıyor. Sanatçının kendisi hiçbir siyasal partiyi desteklememesine karşın ülkesinde gelişen bu demokrasi dışı zorbalık rejimini içine sindiremediği için bu girişimlerde bulunmuştu. Bir çeşit aydın sorumluluğu olmalı. Gerçekten de eleştiri hakları saklı kalmak koşuluyla, sanatçının son paragrafında da değindiği gibi ülkeye kültür ve sanatın kurumsal anlamda yerleştirilmesi Cumhuriyet’in ilk yıllarında uygulanan politikalar sayesindedir. Bu gerçeği yadsıyamayız. Aradan geçen yarım yüzyıldan fazla zaman aralığında dön-dolaş yine aynı noktaya gelinmesi ne acı! Yine sanat yapıtları yok edilmek isteniyor. Yine yasalara boş vermişlerin egemenliğinde, istenmeyen haberleri yapan gazeteci ve televizyonculara baskı uygulanmakta.
Sanatçı duyarlığı böyle bir şey olmalı. Yurdundan uzakta bile olsa ülke gerçekleriyle sıkı sıkıya bağlı ve gördüğü yanlışlıklar karşısında direnen bir yapı. Sanat bunun için kimi iktidarların can düşmanı. Dahası, orada anlatılanların ne denli güncel oluşunun bir kanıtı.
Yazarın akıcı anlatımıyla, dönemin birçok sanatçısı hakkında bilinmedik öyküler gün yüzüne çıkıyor. Onları daha yakından tanımak, sanatımızın geri planını oluşturan kültürel tabanı tanımak adına bu ve benzeri kitapların okunması toplumsal aydınlanmamızı hızlandıracaktır sanırım.