Kamuoyu, Ebu Temmam diye bir adın varlığından kısa süre öncesine değin habersizdi. Son dönem olayları gündemin orta yerine getirip oturttu onu.
Arap şiirinin önemli ozanlarından biri.
Arap şiiri denince akla hemen klasik dönemi gelmez mi? 6. ve 7. yüzyıllar söz konusu sanatın yükseliş zamanları. Ünlü “”El- Muallakatu’s-Seba” bu dönemin ürünü. Türkçesi “Yedi Askı” olan, 7 ünlü ozanın şiirlerinin toplandığı kitap. 1985 yılında İsmet Zeki Eyuboğlu çevirisiyle yayımlanmış şiirleri okudukça ozanların doğa ve sevgi konularını nasıl coşkulu bir dille anlattıklarını görürüz. Söz sanatlarının ustaları elinde en insanca duyguların işlendiğine tanık olmak anlatılmaz bir keyif.
Yalnız Ebu Temmam bu ozanların arasında yer almaz. O daha sonra gelecek sanatçılar kuşağından.
Ozanların cehennemlik olduklarının açıklandığı dönem sonrasından.
Gündemde yer alma nedeni son günlerde başına gelenler.
Ne zaman ki, Suriye’de ilerleyen terörist İslamcı örgüt IŞİD başkent Şam yakınlarındaki Casim köyüne girdiğinde meydandaki heykelin başını koparıp yerlerde sürükleyinceye değin.
Ebu Temmam, 9. yüzyılda yaşamış bir Arap ozanı. Doğduğu köy olan Casim’deki heykeli Haziran ayı ortalarında söz konusu Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı terör örgütü üyelerinin saldırısı sonucu yıkıldı. Başı koparılıp, gövdesinin parçalara ayrıldığına ilişkin görselleri ürküntüyle izledik. Yıkıcıların, bu işlem sırasında tanrının büyüklüğünü bağrıştıkları mutlak. Çünkü bizim de içinde yer aldığımız coğrafyada heykellerin başına böyle kazalar (!) gelmesi kaçınılmaz.
Konuyla ilgili fotoğraflara bakınca ne demek istendiği başka bir açıklamaya gerek duyulmayacak denli net. Bundan kısa süre önce Mehmet Aksoy’un İnsanlık anıtı benzer uygulamadan kurtulamadı. Konuşkan yetkilinin, bir şeyhin yakınında bulunmasını sakıncalı gördüğünü söylemesiyle hareket edenler anıtı, yine tanrının büyüklüğünü haykırarak başını koparıp yok etmişlerdi. Ondan daha önceleri de Afganistan’daki İslamcılar Buda heykelini benzer bir uygulamayla ortadan kaldırdılar. Orada da yine tanrının büyüklüğünü haykırdıkları muhakkak.
Böylece anlaşılıyor ki, ezberlenmiş aynı sözcüklerin yinelenmesiyle sanat yapıtlarını yok etmek kuralı çıkmış oluyor. Uygarlık dünyasında geldiğimiz yer Afganistan’la Irak ve Suriye arasında bir yerlere yerleşmek. Görünen o ki, bu tür insanlar için tarihsel değer, insanlık, sanat ve estetik gibi birtakım değerlerin hiçbir önemi yok. Ezbere dayalı Arapça sözcük dizilerini yinelemeye dayalı bir ritüel dışında başka bilgilerin öğrenilmesi istenmediğinden insanlık adına ancak bunlar yapılabiliyor.
Arap yarımadası o dönemde şiir geleneğinin yüksek olduğu bir bölge. Sanatın ortaya çıkışında insanı kuşatan çevrenin, özelliği belirlemede etken olduğu bilinir. Burada değinilen çevre, coğrafyaya bağlı kültürel yapılanmayı içeriyor. O nedenle, çöl ikliminin koşullarını o günün ekonomik yapısıyla düşündüğümüzde ancak söz sanatlarının gelişmesine uygun bir ortam yaratması kaçınılmaz bir olgu. Çölde uzun deve sırtı yolculuklarında okunan bu anlatılar, söz dizileri Arap şiirinin temelini oluşturur. Deveci türküsü “Hida”nın ortaya çıkışı böyle. Dönemin kutsal metinlerine bakıldığında aynı şiir geleneğinin etkilerini görmemek olanaksız.
Yine aynı dönemde heykel geleneğinin bulunduğu da gözlerden kaçmıyor. Çoğunluğu dönem mitolojisinden kaynaklanan figüratif heykellerin 7. yüzyılda yok edildiği herkesin bildiği bir gerçek.
Batı kültürünün doğudan ayrıldığı en önemli nokta burası galiba. Heykel kırıcılarının (ki, ikonoklazm denen olgu bundan başkası değil.) tümü, sanatın geniş açılımlı düşünce yolları yerine tek bakış açılı bir kültürün peşindedirler. Yüzyıllar öncesinin donmuş kalıplarıyla dünyayı açıklamaya çalışırken eşitsizliğin egemenliğinde toplum düzeni sağlarlar. O düzenin temsilcileri geleceklerini, yoksullaştırılmış kitlelerin üzerinde kurmanın en iyi çözüm yolu olduğunu bilir. Daha iyi bir dünya için sanal yarınlar sunulur o insanlara. Böylelikle, yoksulların yaşarken, insanca yaşam olanaklarından uzak durmalarına olanak sağlanmış olur. Kadercilik felsefesinin en çok bu bölgelerde işlenmesi boşuna değil.
Ortaya çıkan son görüntülerde ellerinde balyozlarla, çekiçlerle Ebu Temmam heykeline saldıran kalabalığın gelişmişlikten ne denli uzak olduğu açık. Onlar sayısal anlamda şişirilmiş bir kitleden başkası değil. Olabildiğince üreyen ve varlığını sayısal sonuçlarla kanıtlayabilen bir kalabalığın çağdaş değerlerden uzak tutulmasının nedeni, onlara yön verenlerin iktidarlarını rahatça sürdürme güdüsünden başkası olmadığı belli. Batının yüzlerce yıl önce deneyip yanılgısını gördüğü çıkmaz yolların doğu toplumlarında bugün kullanılır olmasına bakarak, çağdaş düşünceyi alma yerine teknolojiyi kapma yarışını görmek üzüntü veriyor insana. Heykelleri ve öteki sanat yapıtlarını yok ederek, parçalayarak insanlardaki yok etme duygusunu diri tutmanın anlamını anlamak oldukça güç. Belki, heykellerin kafasını kesme güdüsünün gerisinde kurban ritüelinin yattığı bile düşünülebilir. Çünkü aynı İslamcı terör örgüt üyelerinin komşu ülkede yakaladığı kendilerine karşıt insanlar üzerindeki parçalayıcı uygulamalar anımsandığında ne demek istendiği daha iyi anlaşılır. Heykel ya da canlı insanlara aynı işlemi uygulama sırasında Arapça sözcüklerle tanrının büyüklüğünü haykırmalarının gerisinde bu ilkel güdünün izlerini yakalanabilir. Sonuç olarak, kültür tarihinin günümüze kalan izlerini, sanat yapıtlarını yok eden bir çağdışı sistemin görüntüleriyle birlikte yaşıyoruz.