Köşeyi bir şair kaptı bu kez.
Genç bir okurum şöyle bir soru sormuştu: “Çok gezen mi çok bilir, çok okuyan mı?” Okumanın yeri apayrı, ama antenleri açık olarak gezmek de öğretici…
Toplam 48 saati bulmayan ilk Amasya gezim sırasında adını duyduğum şairden söz etmek istiyorum.
Amasya üzerine bir el kitapçığında, şehrin ünlüleri arasında “Divanı olan ilk kadın şairimiz Mihri Hatun” sözlerini okuyunca ister istemez ilgileniyorsunuz. Aklınıza Bakü’de dolaşırken karşınıza çıkan kadın şair Nâtevan’ın heykeli geliyor, ardından şehirde nasıl onun kitaplarının peşine düştüğünüzü anımsıyorsunuz. Bu kez de benzer bir durumla karşı karşıyasınız: Mihri Hatun’la ilgili daha fazla bilgi almak, varsa kitabına ulaşmak istiyorsunuz. Yolda gördüğünüz gençlere danışıp Amasya’nın ana caddesinde kitapçı arıyorsunuz. Köhne bir pasajın alt katındaki pek alçakgönüllü sahaf, Amasyalı ünlü şairin adını bile duymamış. Tek bir duvarını kitaba ayırmış kırtasiyeci-kitapçıya giriyorsunuz. Orada oturup söyleşmekte olan öğretmenler arasında -yıllardır Amasya’da görev yapan- bir biyoloji öğretmeni size ipucu veriyor: “Bu konuyu bilse bilse bir kişi bilir; yazsa yazsa o yazmıştır. Amasya’yla ilgili çok araştırması vardır.” Böylece, Hüseyin Menç adını aklınızın bir köşesine yazıyorsunuz. “Ama onun kitaplarını ancak İl Özel İdaresi’nde ya da Belediye’de bulabilirsiniz.” Uzun sözün kısası, İl Özel İdaresi’nde olmasa da, Belediye’nin Basın ve Halkla İlişkiler Bölümü’nde, adı geçen Amasyalı araştırmacının pek çok kitabını görüyorsunuz. 3. baskısı belediyece 2018’de yapılan Tarih İçinde Amasya adını taşıyan ciltli, bol resimli, kalın kitapta Mihrî Hatun’a iki sayfa ayrılmış. Sevinçle kitabı kucaklıyorsunuz.
Coğrafyacı Strabon'un heykeli
Hüseyin Menç’in kitabında okuyunca, “Meğer Mihrî Hatun ne önemli bir isimmiş! Nasıl olur da yeterince bilinmez!” diye düşünüyorsunuz! “Bilen bilir, ama benim gibi bilmeyen de çoktur” diyerek öğrendiklerinizi paylaşmak istiyorsunuz:
Belki söze, Osmanlı toplumunda şiirin “merkezî rolü”nü vurgulayan Osmanlı edebiyatı uzmanları Walter J. Andrews ile Mehmet Kalpaklı’nın dedikleriyle başlamak gerekir. Osmanlı şiirinin toplumu yansıtmaktan uzak olduğuyla ilgili yaygın görüşün yanlışlığını öne sürüyorlar. Osmanlı toplumunda şiirin işlevinin günümüzdeki iletişimin, medyanın, giderek sosyal medyanın yerine konulabileceğini belirtiyorlar. (Walter J. Andrews, Mehmet Kalpaklı. Sevgililer Çağı- Erken Modern Osmanlı Avrupa Kültürü ve Toplumunda Aşk ve Sevgili. YKY, 2018)
Mihri Hatun, 15. yüzyılın önemli bir şairi… Amasya’da 1506’da yaşamını yitirdiği belirtilirken yine Amasya’da doğduğu bilinse de kesin bir doğum tarihi verilemiyor. Adının Mihrünnisâ (Kadınlığın güneşi) ya da Fahrünnisâ (Kadınlığın Övüncü) olduğunu belirten kaynaklar var. Evliya Çelebi ise ondan Mihrümâh diye söz ediyor. Onu yaşarken ünlendiren ve bugünlere taşıyan şairliği olduğuna göre, önemli olan da şiirlerinde kullandığı Mihrî adı… Babası kadı Yahyazade Mehmet Çelebi de Belâyi mahlâsıyla (takma adıyla) şiir yazarmış. Küçük yaşta şiire eğilim gösteren kızına Mihrî mahlâsını o bulmuş…
Mihrî Hatun, yaşamını 15. Yüzyılda “şehzadeler şehri” olan Amasya’da geçirmiş. Osmanlı şehzadelerinin bazan sürgüne gönderildikleri, bazan da yönetim deneyimi kazanmak için Valilik yaptıkları Amasya’da seçkin bir kültür çevresi varmış. Mihrî Hatun’un, Şehzade Ahmet’in valiliği sırasında şehrin aydın kesimi içinde saygın bir konumu olduğu belirtiliyor. Dönemin erkek şairleriyle birlikte söyleşip tartıştığı, şiir üzerine mektuplaştığı biliniyor.
Güzel bir kadın olduğu, hiç evlenmediği aktarılıyor. Gönlünü kaptırdığı erkeklerin kimlikleri de yer alıyor kaynaklarda. Şiirlerinde onların adlarını belirtmekten kaçınmamış. Şehzade Ahmet’in bir araya getirdiği şairlerle bilginlerin bir toplantısında, İskender Çelebi’ye duyduğu sevda söz konusu edildiğinde: “Nice İskender la’lim zülali/ Suya iletti ve susuz getirdi (Dudağımın tatlı suyu nice İskender’i suya götürdü, susuz getirdi) karşılığını vermiş. Hüseyin Menç, onunla ilgili tüm kaynaklarda yaşadığı “bütün bu aşklarda namusuna zerre miktarı halel getirmemiş oluşu”nun vurgulandığını yazıyor.
Ondan söz edilen kaynaklarda, şiirlerinin , öylesine söylenivermiş gibi doğal, “zamanına göre pervasız ve cesur” olduğu dile getirilmiş. Kadın olduğu için hafife alınmak istendiğinde sözünü esirgemediği, erkek şairlerle atışmaya girdiği görülüyor. Mesnevî biçimindeki yapıtının sonlarına doğru erkeklerin görüşüne karşı kendini / kadını savunuyor:
“Çün nâkıs akl olur dirler nisâ (‘Eksik akıl olur’ derler kadın için)
Her sözin mağrûr tutmaktır revâ (‘Her sözünü özürlü saymak gerekir’)
Lîk Mihrî dâinün zannı budur (Ancak, duacınız Mihri’nin görüşü budur:)
Bu sözi dir ol ki kâmil usludur (Şöyle der tam akıllı olanlar:)
Bir müennes yigdürür kim ehl ola (Bir dişi yeğdir eğer ehil ise)
Bin müzekkerden ki ol nâ-ehl ola (Ehil olmayan bin erkeğe)
Bir müennes yig ki zihni pâk ola (Bir kadın yeğdir açık fikirliyse)
Bin müzekkerden ki bî- idrâk ola” (Anlayışı kıt bin erkeğe)
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde “Kendisi de fikirleri gibi henüz açılmamış gonca iken cennet bağına göçmüştür. Temiz soyu Pir İlyas mezarlığına gömülüdür” diye yazmış Mihri Hatun için. Dedesi Halveti Şeyhi Pir İlyas’ın tekkesindeki sandukası, 2012’de oradan Amasya Arkeoloji Müzesi’nin bahçesine taşınmış.
Divan şairi olmak kolay mı? Böylesine büyük bir üretim, büyük bir yaratıcılık gerektirir. Mihrî Hatun’un Divan’ı, 2 tevhid, 460 beyitlik bir mesnevî, biri II. Bayezid’e onikisi Şehzade Ahmet’e sunulmuş iki kaside ile ikiyüzü aşkın gazel, murabba ve başka türlerde çok sayıda şiirden oluşuyor. Aslı İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan bu Divan’ın Fatih Millet Kütüphanesi ile Ayasofya Kütüphanesi’nde birer elyazması kopyası var.
Ünlü tarihçi Hammer ondan “Türk Safo’su” diye söz etmiş.
Venüs gezeğeninde birer kratere adı verilen iki kadın sanatçımızdan biri Mihri Hatun, öteki Halide Edip Adıvar…
Biz Amasya’da onun Divan’ını boşuna arayaduralım, Moskova’daki Asya Halkları Enstitüsü 1967’de Mihrî Divanı’nı basmış... Öte yandan, internette araştırınca gördüm ki, tam da umulduğu gibi, Amasya Valiliği de basmış Mihrî Divanı’nı. 2007’de basılan bu Divan’a keşke her isteyen kolayca ulaşabilse...
Bir gün, belki hemcinslerinin ön ayak olmasıyla, Mihrî Divanı piyasaya çıkar, ya da -hiç olmazsa- gazelleri kitaplaştırılır umudundayım. Bir sayfada şiirlerinin aslını, yanındaki sayfada günümüz Türkçesini okuyabilsek keşke… Sennur Sezer’in ilk kez 1996’da basılan Türk Safo’su Mihri Hatun kitabı, 2018’de yeniden basılmış. Belki önce onu edinmeli...
Yukarıdaki satırları yazdıktan sonra bu yazıya eklemek için görsel ararken bir de roman çıktı karşıma: Türkolog Meryem Aybike Sinan da Kelimelerin Sultanı Mihri Hatun adında bir roman yazmış. Didem Havlioğlu’nun onun şiiriyle yaşamını inceleyen kitabı ABD’de Syracuse Üniversitesi’nce basılmış. Bu durumda, tam da fıkradaki yeniçerinin durumuna düştüm: Hani, yeniçerinin biri, karşısına çıkan yahudiyi dövmeye kalkıyor da adam soruyor: “Neden dövüyorsun beni? Ne yaptım ki ben?” “Siz Yahudiler İsa’yı çarmıha germişsiniz!” “A be canım, o binbeşyüz yıl önceydi!” “Olsun! Ben yeni öğrendim!”
MİNA TANSEL
25 Temmuz 2019, Ankara