Bu kez sinemayla dans el ele tutuşarak soluk soluğa kaptılar köşemi. İkisi birlikte olunca konu dans filmleri oldu.
Dans filmi dendiğinde, aklıma hemen “en sevdiğim on filmden biri” olan Ettore Scola’nın Le Bal (Balo) filmi gelir. 1983’de çekilen film, bir balo salonunda olup bitenleri gösterirken, hiç konuşma kullanmaksızın, değişen müzik ve danslar aracılığıyla Fransa’nın son 50 yılını anlatıyordu. Tarih bundan “güzel” anlatılamaz diye düşünüyorum.
Dans filminden söz edilir de Carlos Saura anımsanmaz mı?
Yönetmen, 1980’lerde çektiği flamenko üçlüsü -Kanlı Düğün, Carmen, El Amor Brujo (Büyücü Aşk) filmleri- ile sanki İspanyol kültürüyle ne denli gururlandığını gösterir gibiydi:
Lorca’nın romanı… Her ne kadar romanının yazarı Prosper Mérimée, operasının bestecisi Bizet Fransız olsalar da, karakterleri ve olaylarıyla tam İspanyol olan Carmen… Manuel de Falla’nın balesi… Paco de Lucia gibi bir müzisyen… Antonio Gades, Christina Hoyos gibi flamenko dansçıları… Saura, bu “malzeme”yi kullanarak İspanyol ruhunu dans ve müzik aracılığıyla perdeye yansıtıyordu.
Bunlarla yetinmeyip 1995’te bu kez flamenkoyu anlatım aracı değil, konu olarak ele alan bir de belgesel çekti: Flamenco.
Yönetmenin dans filmleri arasında Arjantin’i mekan seçen Tango filmi de akla geliyor.
Dans filmi denince, elbette, hepimiz farklı filmler anımsayabiliriz; ama, sanırım, burada sinema tarihinin ilk dans filmlerinden 1948 yapımı The Red Shoes (Kırmızı Pabuçlar) filmini anmadan geçmemeli. Hollywood’un Gene Kelly’li, Fred Astaire’li eski müzikallerini; daha sonraki yıllardan John Travolta’lı, Jennifer Beals’li dans filmlerini; Bob Fosse’un All That Jazz’ini, Sally Potter’in The Tango Lesson (Tango Dersi) filmini, Wim Wenders’in Pina’sını vb da ayaküstü sayabiliriz.
Ama günümüzde dans filmi denince, bütün bu filmlerden ayrılan, sinema sanatıyla dans sanatını bambaşka bir biçimde buluşturan filmler anlaşılıyor: Sayısal teknolojiyle birlikte sinema sanatının ulaştığı yaratma olanakları, ekran için dans tasarlamanın da önünü açmış. Artık, kendine özgü bir dili ve anlatımı olan, dansı sinemasal öğelerle bütünleyen ayrı bir sanat dalından söz ediliyor. Bu çağdaş birliktelikte, dans, sinemanın olanaklarını kullanarak sahnedeki/ mekandaki -devinim, ritim, yerçekimi, vb- sınırlarını aşabiliyor: Böylece ekranda izlediğimiz dans, dansla ilgili düşüncelerimizle hayallerimizi aşan bir görsellikle çıkıyor karşımıza.
10-15 yıldır ABD’nin pek çok yerinde, Meksika’da, çeşitli Avrupa ülkelerinde çağdaş dans filmi festivalleri düzenleniyor. Dansçılarla sinemacıları bir araya getirmeyi, birlikte üretmelerini özendiren festivaller bunlar… Avrupa’daki festivallerin en eski, en etkililerinden biri, Amsterdam’da düzenlenen Cinedans…
Cinedans, bu yıl ilk kez gerçekleşen SinemaDansAnkara 2014- Dans Film Festivali’yle işbirliği yaptı. Böylece, -Goethe Enstitisü ve Hollanda Büyükelçiliği’nin de desteğiyle- Ankara baharını renklendiren festivaller arasına yeni bir festival katılmış oldu. 2013 ve 2014’te Amsterdam’da gösterilen 100 kadar film, 2-8 Mayıs tarihlerinde Ankaralı izleyicilerle buluştu. Festival, film gösterimiyle de sınırlı kalmadı: konferanslar, söyleşiler, Osman Ürper’in dans fotoğrafları sergisi , Ankara üniversitelerinin ilgili bölümlerinde eğitim gören öğrencilerin katıldığı dans filmi yapım atölyeleri ile yankıları uzun sürecek bir Festival doğdu.
Festival’de gösterilen filmlerden, 2013 Cinedans Jüri Özel Ödülü’nü alan Boris Seewald’ın Momentum filmiyle sözü noktalayayım:
Bir delikanlı boş duvarın önünde anlatıyor: “Hiç dans bilmezdim, o yüzden hiç dans etmezdim. Herkesin dans ettiği bir partide elime bir cips aldım, öyle mi ağzıma atsam böyle mi diye hareketler yaparken kendimi dans eder buldum. Öylesine kaptırmıştım ki, herkes beni izlemeye başladı” diyerek dans etmeye başlıyor. Daha sonra hiç dans bilmeyen annesinin de içinden gelen hareketleri yaparak dansa başladığını söylüyor. Anne oğulun özgürce dans ettiğini görüyoruz. Delikanlı, dansın kişiyi özgürleştirdiğini, kişinin kendini tanımasını sağladığını, dans ederken başkalarının ne düşündüğünü önemsemeyi bıraktığını anlatıyor. Dansta uyumun -kafayla bedenin, birlikte dans edenlerin uyumunun- gerekli olduğunu söylüyor. Ve filmden “Herkes dans edebilir” iletisi ulaşıyor izleyenlere…
Öyleyse, haydi kıpırdanın; engellerinizi unutun, ellerinizi, kollarınızı, ayaklarınızı, bacaklarınızı, bedeninizi, istediğiniz gibi oynatın; kendinizi özgür bırakın! Yaşasın dans! Yaşasın özgürlük!