Bu kez yine şiir kaptı köşeyi…
Bir çılgının buyruğuyla zafer çığlıkları içinde yıkmaya ve yıkılmaya giden bir ulusun bir bireyi, gepegenç bir adam, bir şair geliyor aklıma bugünlerde. Kafası çalışan pek çok insan o akıntıya çaresizce kapılmış sürüklenirken, direnen, başkalarına da “Hayır, de!” diye seslenen bir şair…
Evet, Wolfgang Borchert’ten söz ediyorum.
1921’de Hamburg’ta aydın bir anne babanın çocuğu olarak dünyaya gelen, 15’inde şiir yazmaya başlayan, yalnızca 26 yıl yaşayan ama ölümsüz yapıtlarıyla hepimizden daha uzun ömürlü olacak olan bir edebiyatçıdan…
14-18 yaşındaki her Alman gencinin zorunlu olarak alındığı Hitlerjugend (Hitlergençliği) örgütünden devamsızlık nedeniyle atılmayı başaran, Nazi diktatörlüğüne karşı çıktığı için Gestapo’ca tutuklanan bir gençten…
20 yaşında askere alınıp Rus cephesine gönderilen; soğuğu, açlığı, ölümleri gören bir askerden…
Beş yıl süren askerliğinin bir bölümünü bozgunculuk, kendi kendini yaralamak, vatan hainliği gibi nedenlerle hapiste; ayak donması, difteri, sarılık gibi nedenlerle hastanede geçiren bir muhaliften…
Son gönderildiği cephedeki askerlerle birlikte Fransızlara teslim olduktan sonra kaçmayı başarıp 600 km.’yi hasta ve yayan kat ederek Hamburg’a ulaşan bir “dirençli insan”dan…
“Kapıların Dışında” adlı oyunun yazarından…
Oyununun ilk sahnelenişinden bir gün önce İsviçre’de bir hastanede hayata gözlerini kapayan bir edebiyatçıdan söz ediyorum.
Savaş sırasında yazdıklarının pek çoğu sansüre uğramış yitip gitmiş. Bugün Hamburg’da onun için dikilmiş üç anıt var. Üçünde de ondan günümüz kuşaklarına birer sesleniş…
Biri, “Yapılacak tek şey var: ‘Hayır’,de!” diye başlıyor. Bu yazının başlığında yer alan, savaş karşıtı şiir denince ilk akla gelen şiirlerden…
Ama ben burada, onun başka bir şiirini paylaşmak istiyorum: Savaş yıllarında yazıp Fener, Gece ve Yıldızlar adını verdiği kitapta topladığı şiirlerden birini…
Şiir çevirisi en güç çeviri olsa gerek. Bir dildeki yalnızca anlamı değil, çağrışımları ve müziği başka bir dile aktarmak!...
Kendi de şiir çevirileri yapmış Cemal Süreyya şiir çevirisinin şairden çok şey götürdüğünü söylemiş: “Anlatımını, malzemeni bir de oraya gömersin” demiş. Öyle bile olsa, okur olarak, “bir şiir çevrilecekse eğer, çevirisini yine bir şairin yapması gerekir” görüşünden yanındayım. Onun için de Borchert’i bir usta şairimizin, Behçet Necatigil’in çevirisinden okuyalım, diyorum.
Kitabın girişiyle onu izleyen ilk şiir:
“Deniz feneri olsaydım
Gecede, fırtınada
Işıktım balıklara,
Vapurlara, kayıklara-
Ne yazık ki ben kendim
Batmak üzre bir gemiyim!
DÜŞLERDE FENER OLMAK
Ben ölünce
hiç değilse
bir fener olsam;
kapında dursam,
soluk donuk geceyi
aydınlığa boğsam.
Veya limanda
gemilerin uyuduğu zamanda,
gülüşürken kızlar,
uyumasam;
dar kirli bir kanalda
bir yalnıza göz kırpsam.
Daracık bir sokağa
assalar beni:
tenekeden, kırmızı bir fener
bir meyhane önünde-
dalgın düşüncelerde
tempo tutup şarkılara
sallansam.
Ya da şöyle bir fener:
gözleri büyümüş bir çocuğun yaktığı,
duyup da korkunca çevresinde yalnızlığı;
dışarıda camlarda
fırtınanın ıslığı,
kabuslar, görüntüler, cinler.
Evet, hiç değilse
ben ölünce
bir fener olsam;
tek başıma geceleri,
uykulardayken dünya,
gökte ayla senli benli
sohbete dalsam.”
Borchert’in şiirleri Alman okullarında okutuluyormuş.
Bütün yazın dallarının anası şiir, acaba artık okullarımızda okutulmadığından mı bizde pek sevilmez oldu?