Bu kez köşeyi plastik sanatlar kaptı.
Sergi mevsiminin sonuna doğru, iki önemli serginin biri Ankara’dan İstanbul’a, öteki İstanbul’dan Ankara’ya taşındı.
Günümüzde plastik sanatlar alanında yepyeni, şaşırtıcı, “bu daha önce yapılmıştı” dedirtmeyen işlerle karşılaşmak hiç kolay değil; böyle yapıtlar yaratmak kaygısı içinde yaşayan bir sanatçı olmaksa büsbütün zor. Böylesi bir ortamda Yılmaz Aysan’ın gülümseten, Gülsün Karamustafa’nın düşündüren işlerinin önemi ortada…
2014 başında Ankara’da Siyah Beyaz’da açılan Yılmaz Aysan’ın Müstesna, Ela Cindoruk’un Yolda sergisi Mayıs’ta İstanbul’a, Nişantaşı’ndaki 44A Sanat Galerisi’ne taşındı.
Yılmaz Aysan, nesnelere işlevlerinin dışında anlamlar yükleyerek ya da onları salt form ve malzeme değerleriyle kullanarak onlardan bambaşka biçimler üretmiş, bambaşka birliktelikler ortaya çıkarmış. Yüzünüzde bir gülümsemeyle izlediğiniz üç boyutlu işlerini, geçen yüzyılın “modern sanat hareketlerinin, kübizmin, dadaizmin, sürrealizmin, ekspresyonizmin, anti-art hareketlerin sağladığı kaypak zemin üzerinde kurguladı”ğını söylüyor. “Teknik anlamda klasik gelenekleri bir bakıma sürdürürken onlardan kopmayı; alışılmış malzemeler yanında yeni malzemeleri, buluntu nesneleri kullanmayı; soyutlamayı, hareketi ve izleyici müdahalesini içeren deneysel bir yaklaşım”ı benimsediğini anlatıyor.
Yılmaz Aysan’ın işlerinin yol arkadaşı Ela Cindoruk’un işleri, son zamanlarda nedense İstanbul’da pek gözde olan “cup cake”lerin “cup”larını anımsattı: hani tek kişilik porsiyonlarda pişirilen minik pastaların altındaki kağıttan kalıplar… O kalıpların açılıp türlü motiflerde kesilmişlerinin renklilerini ve irili ufaklılarını duvarda görmüş gibi oldum. Sanatçı, bu sergisindeki işleri, elindeki dantel motifini bozup yamulttuktan sonra metale uygulayıp renklendirerek oluşturduğunu; küçük gümüşlerini “beden mücevherleri”, büyük ve pirinçten olanları ise “duvar mücevherleri” olarak adlandırdığını söylüyor.
Sergi mevsiminin sonunda İstanbul’dan Ankara’ya gelen sergi ise Gülsün Karamustafa’nın sergileri oldu. Eylül’den Ocak ortasına kadar SALT Beyoğlu ile SALT Galata’da yer alan kapsamlı sergi, Nisan’da SALT Ulus ile Siyah Beyaz’a geldi. Böylece, sanatçı, yaşam boyu tanıklıklarının bir özeti gibi olan Vaad Edilmiş bir Sergi ile sanki çocukluğunun geçtiği başkente yıllar sonra çıkartma yaptı!
Gülsün Karamustafa’nın işleri hep belgesel bir nitelik taşıdı, zamana tanıklık etti. Bu en kapsamlı sergisinde çocukluğundan, aile tarihinden, ülke tarihinden sahnelerle izleyenleri etkiliyor, sarsıyor.
Çocukluk fotoğrafları, o yıllardan objeler, ilkokul defterlerinden sayfalardan oluşturulmuş enstalasyonlar, bir dönemin ruhunu öylesine yansıtıyor ki plastik sanatlar aracılığıyla bundan daha iyisi yapılabilir miydi, diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Zorunlu ya da istekli, her türlü yer değiştirme -muhaceret ya da köyden kente ve yurtdışına işgücü göçü- Gülsün Karamustafa’nın sürekli ilgilendiği, Türkiye coğrafyasının gündeminden çıkmayan bir olgu… Bu sergide yer alan, her ikisi de Balkan göçmeni olan babaannesiyle anneannesinin muhaceret öykülerini anlatan Muhacir videosu, yaşı 90’ın üzerindeki İstanbullu hanımlara bakıcılık yapmaya gelen Gagavuz kadınların videosu, Taksim Meydanı’nın görüp geçirdikleriyle o meydana bakan bir apartman katında yaşananlarının koşut anlatımı (iki kanallı video), izleyenlerin belleklerinden çıkacak gibi değil.
Köyden kente göçle birlikte ortaya çıkan Arabesk (kitsch) kültürün yansıtılması Karamustafa’nın resimlerinde, halılarında ve enstalasyonlarında çokça yer aldı; bu sergide de görülebiliyor.
Sanatçı, çağdaş anlatım olanaklarından yararlansa da resimden ayrı kalmıyor. Son dönemdeki resimlerini ise “ikon”lar olarak tanımlıyor. Onlara Vaad Edilmiş Resimler adını vermekle kendini salt bir uygulayıcı yerine koyuyor: “Bu durumda sorumluluk bana değil onları bana yaptırana düşüyor. Aynen yüce varlık/ ikon ustası / ikon arasındaki ilişki gibi... Bellek, sanat tarihi, karşıtlıklar vb ile uğraşan biri olarak en azından resimlerim bağlamında sanala yakın bir kaçış noktası oluşturmuş olmak belki de nefes almamı sağlıyor” diyor.
Serginin en önemli bölümlerinden birinin, ilk kez göz önüne çıkardığı, hapishane anılarından oluşan resimler olduğu söylenebilir. 1970’lerde 2,5 yıl birlikte kaldığı kadınlar koğuşundaki adi suçlular ve onların hapiste büyüyen çocuklarına ilişkin resimleri, özgürlüğüne kavuştuktan sonra, gördüklerini unutmamak için yapmış. Adıyla sanıyla resmettiği kadınlarla çocukları arasında, uzun yıllar sonunda tahliye edilirken annesine “Yine adam öldürür döneriz, değil mi?” diyen çocuğun resmini görüp de unutmak olabilir mi? Toplumumuzun hala kanamakta olan bir yarasını unutmamak için yaptığı, unutulmayacak resimler için ona bir teşekkür borçluyuz.
Sergiyi henüz görmemiş olanlar, 21 Haziran’a kadar Ankara’daki SALT Ulus’u ziyaret edebilirler.
Mina Tansel // Köşe Kapmaca