Bu kez köşeyi bir kazıbilimci aldı.
Devlet adamlarından sanatçılara, bürokratlardan işçilere, her kesimden, farklı uluslardan kişilerle -işim gereği- sayısız söyleşi yaptım. Dikkatimi çeken şu oldu: bir buluşun peşindeki bilim insanlarının gözleri farklı parlıyordu! Aynı parıltıyı, bir buçuk yıl önce gittiğim Sagalassos’taki* bir fotoğrafta gördüm. Batı Toroslardaki bu antik kenti ayağa kaldıran, buradaki -çok sayıda bilim dalından uzmanların katıldığı- kazı, araştırma ve restorasyon çalışmalarını bir orkestra şefi gibi yürüttükten sonra emekli olan Prof. Dr. Marc Waelkens’in gülen yüzünde parlayan gözleri dikkat çekiyordu.
Türk dostlarının “Mark Bey”i, 21 Şubat’ta hayata veda etti. Dört ay önce kendisiyle yapılan bir söyleşide şöyle diyordu: “Ölümcül bir hastalığım var diye benim için üzülmeyin; herkes benim gibi şanslı değil. Son aylarımı geriye dönüp bakarak geçiriyorum: Harika bir yaşamım oldu benim!”
Çalışma odasının duvarında asılı, çerçeve içindeki dört sayfalık bir çizgi roman, Profesörü görmeye gidenlerin dikkatini çekiyor. Okuduğu bu çizgi romanla çok küçük yaşta yaşam yolunu çizmiş o. Daha altı yaşındayken, babasının verdiği bir çocuk dergisinde , Schliemann’ın yaşam öyküsünün çizgi romanını okumuş. Bu romanda Schliemann, Homeros’un anlattığı Troya’yı bulmayı küçükken kafasına koyuyor, babasına “bu şehrin varlığını kanıtlayacağım” diyormuş. Küçük Marc da babasına gidip: “Ben de büyüyünce Türkiye’de kazı yapacağım” demiş. Emekli olunca, Leuven Üniversitesi’ndeki öğrencileri, bu çizgi romanı çerçeveletip ona armağan etmişler.
Üniversite çağı gelince, Türkiye’de kazılar yürüten Ghent Üniversitesi’nin arkeoloji bölümünde okumayı seçmiş. Öğrenciyken geldiği Türkiye’ye tutulmuş: “Tam düşlediğim gibiydi” diyor. Ama “gerçek aşkı bulması” daha sonraya rastlıyor. 1980’lerde İngiliz arkeolog Stephen Mitchell’la tanışıyor. Mitchell, o sırada Göller Bölgesi’ndeki arkeolojik varlıkların dökümünü yapan bir çalışma içinde… Onunla bu çalışmaya katılan Marc Waelkens, yaşamını değiştiren o büyük karşılaşmanın tarihini unutmuyor: 23 Ağustos 1984 sabahı saat 6:30’da Sagalassos’a vardığında, kente vuruluyor: “İlk görüşte aşk bu olsa gerekti! 30 yıldır Suriye’de, Yunanistan’da, İtalya’da, Türkiye’de kazılarda bulunmuştum; ama ilk kez böyle bir şeyle karşılaşıyordum! Kent dağın tepesindeydi, yolu yoktu, alana el değmemişti; erozyonla gelen toprak sanki kenti mühürlemişti. 7000 kişilik tiyatro, hamam ve tapınak kalıntıları ayaktaydı. Büyülenip kalmıştım!”
İki yıl Sagalassos’ta yüzeysel buluntuları saptayan Waelkens, 1990’da Burdur Müzesi’nin gözetiminde kazı yapma yetkisi alıyor. Kazı alanına giden yolu kazılardan çıkan molozlarla yapıyorlar. Önceleri gereken herşeyi tek tek dağın tepesine 7 km çıkarmak gerekiyor. 21 yıl her kazı mevsimini Sagalassos’ta geçiren Prof. Waelkens, 1.800 km karelik bir alanda çok uluslu kalabalık bir uzmanlar ekibiyle çalışıyor. Arkeologlardan (kazıbilimcilerden) başka zoologlar (hayvanbilimciler), jeologlar (yerbilimciler), botanikçiler (bitkibilimciler), palinologlar (tozbilimciler), antropologlar (insanbilimciler), jeomorfologlar (yer biçimleri uzmanları),vb ile dronlar ve radarlar kullanılarak yapılan, daha önce benzeri görülmemiş bir çalışma…
Bu çalışmanın eşgüdümü ve yönetimiyle ilgilenmiyor yalnız, her ayrıntısıyla ilgileniyor; şoförlük bile yapıyor. Kullandığı arazi aracıyla, çalışanları da, malzemeyi de götürüp getiriyor. Bir kazı mevsiminde böylece 7000 km yaptığı oluyor.
Prof. Waelkens’in Sagalassos’la ilgili çalışması kazı mevsimiyle de sınırlı kalmıyor. Kazıları ve ona koşut gitmesi gereken araştırmaları yürütebilmek için kaynak bulmak da çok zamanını alıyor: Sagalassos’u tanıtıp destek sağlamak amacıyla konferans vermeye oradan oraya gidiyor. Bu amaçla verdiği konferans sayısı 800’ü bulmuş. Sagalassos’la ilgili çok sayıda bilimsel yazı yayınlıyor. Emekli olduktan sonra bile bu konuda yazmayı sürdürüyor. Leuven Üniversitesi’nin sitesinde konuyla ilgili 191 yazıda imzası var; yazılarına 5000’den fazla atıf yapılmış.
“Biraz da eğlenmene bak! Kendine de zaman ayır!” diyenleri anlamıyor: “Ben böyle eğleniyorum; haftasonlarında, tatillerde bile Sagalassos’la ilgili bir şeyler yaptığımda mutlu oluyorum” diyor.
Sagalassos, yaşamının hem en sevinçli hem de en acı anlarını yaşatmış Prof. Dr. Marc Waelkens’e: “Bana yaşattığı olağanüstü anlar, acıları unutturdu hep. Bir kez Ağlasun’dan yukarıya, Sagalassos’a minibüsle çıkıyorduk. Minibüsümüzün 2 metre önünde uçan bir kartal, yol boyu eşlik etti bize: sanki Zeus’un koruması altında gidiyorduk!... Bir akşamüstü, Antoninler Çeşmesi’nde kırılmamış bir heykel başını elime alıp çevirdiğimde Diyonisos’un bana bakarak gülümsediğini gördüm: sanki 14 yüzyıl sonra yeniden günışığını gördüğü için teşekkür eder gibiydi.”
Pek çok ödülü var. Bilim ödüllerinden başka Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan –“ülkemizin uluslararası alanda tanıtılmasında, dış politikasının başarıyla uygulanmasında ve menfaatlerinin korunmasında, geliştirilmesinde, tarihinin, dilinin, kültürünün ve sanatının tanıtılmasında, fedakarlık, üstün başarı ve yararlılık gösteren”lere verilen- Üstün Hizmet Ödülü almış; Belçika devleti ona Şövalyelik ünvanı vermiş; Burdur, Fahrî Hemşerilik… Onu en çok etkileyen tören ise emekli olup da Sagalassos’tan ayrıldığı gün uğurlanma biçimi olmuş. İşçiler onu pikaba bindirip dağdan Ağlasun’a indirerek, düğün alayı gibi, ilçenin sokaklarında kalabalık bir konvoy ve müzik eşliğinde gezdirmişler.
Ekim 2015- Ocak 2016 arasında Belçika’da düzenlenen Europalia Sanat Festivali’nin konuğu Türkiye idi. Bu festival çerçevesinde başta Topkapı Sarayı, İstanbul Arkeoloji Müzesi ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi olmak üzere çeşitli müzelerden gelen yapıtlar Brüksel’de Güzel Sanatlar Merkezi Bozar ’da sergilendi. Bu serginin (Anatolia: Home of Eternity- Anadolu: Ebediyetin Yurdu) kataloğunu Prof. Dr. Marc Waelkens kaleme almıştı.
Sagalassos’u öteki antik kentlerden ayıran pek çok özellikten bazıları şöyle: Sözgelimi, Akdeniz’in en iyi korunmuş antik kentlerinden biri olan -İtalya’daki- Pompei kentinde yaşam bir depremle sona erince, tüm kent zaman içinde bir noktada donmuş kalmış: Lavların altından çıkan kentte, depremin olduğu dönemdeki yaşam tüm ayrıntılarıyla görülebiliyor. Erozyonun taşıdığı toprağın altında kalan Sagalassos’ta ise, Göller Yöresi’nin bu en önemli merkezinin en az 1000 yıl boyunca geçirdiği her evreyi yansıtan bulgulara ulaşılabiliyor. Kentin Roma dönemindeki planlaması topografyayı dikkate almış olmasıyla, sele karşı geliştirdiği önlemlerle, doğal su kaynaklarının verimli kullanımıyla dikkati çekiyor. Seçkin heykellerle süslü anıtsal yapıları, toplumun her katmanının yaşayış biçimini yansıtan bulgulara erişilebilmesi, 1000 yıl süreyle Doğu Akdeniz’in çanak çömlek üretim merkezi olması bu antik kenti benzersiz kılıyor. Sagalassos’ta çok sayıda yerli ve yabancı bilim insanının eğitimine katkıda bulunan çalışmalar, 21. yüzyıl klasik arkeoloji projelerine örnek gösteriliyor.
Genç okurlarıma hep söylerim: Yaşadığımız topraklarda geçici olarak konaklamıyorsak, buraların sonsuza dek sahibi olmak istiyorsak, topraklarımızda yaşayıp iz bırakmış tüm uygarlıkları tanıyarak onlara sahip çıkmayı öğrenmeliyiz. Prof. Dr. Marc Waelkens’in ardından Sagalassos’taki çalışmalar sürüyor, ama hepimizin bu konuda yapabilecekleri var: Öncelikle Göller Yöresi’nde okuyan çocuklarla gençlerin Sagalassos’u sahiplenmelerini sağlamak için özel programlar oluşturmak, Sagalassos’un Birleşmiş Milletler Kültür Mirası geçici listesinden kalıcı listeye geçmesine katkı yapmak için Ağlasun ve çevresinde “yumuşak turizm”in** gelişmesi yönünde yerel halka yol göstermek, öncülük etmek, vb… Var mısınız?
MİNA TANSEL
10 Mart 2021, Ankara
*Sagalassos’u konu alan önceki yazım: “Kim Var imiş Biz Burada Yoğ iken?” https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/mina-tansel/kim-var-imis-biz-burada-yog-iken/2140/
** Büyük yatırımlar gerektiren kitle turizmine karşı, çevreye duyarlı, yerel toplumla uyumlu yumuşak turizm anlayışının yörede dağcılık, trekking gibi etkinlikleri özendirmesi düşünülüyor.