Köşeyi yine resim kaptı.
Filistin, dinmeyen sancılar içindeki Orta Doğu’da kapanmayan bir yara…
Filistin’de yaşayıp da siyasal savaşımın dışında kalan bir sanatçı yok. Olması da güç, çünkü savaşım yaşamın her anında gözle görülüyor, elle tutuluyor. Her adım attığınızda bir denetim noktasından geçiyorsanız ortalık güllük gülistanlıkmış gibi yaşayabilir misiniz?
Filistin’in en ünlü ressamlarından Süleyman Mansur’dan söz etmek istiyorum bugün. Ramallah’ın kuzeyindeki Birzeit’te 1947’de doğmuş. Babası o küçükken ölünce annesi çok çocuklu ailesini geçindirmek için çalışmaya başlamış. Resme doğuştan yetenekli olan küçük Mansur, yalnızlığını resimle avutmuş. Önce yatılı okullarda, daha sonra Kudüs’teki Bezalel Sanat ve Tasarım Akademisi’nde güzel sanatlar okumuş. 1967 Arap-İsrail Savaşı’nı, ardından gelen İsrail işgalini genç bir sanatçı olarak yaşamış: “O zamana değin kendimizi Filistinli değil, Ürdünlü sayıyorduk; her yerde Ürdün Kralı’nın fotoğrafları asılıydı. İsrail Başbakanı Golda Meir ‘Filistinli diye bir şey yok! Nerede Filistinliler?’ deyince uyandık” sözleriyle anlatıyor ulusal bilince nasıl eriştiğini.
Filistinli olduklarını işgalden sonra anlayan sanatçılar Filistin kimliğini oluşturmaya yönelik çalışmaya başlamışlar. Filistinlileri, Filistin kimliğini eritme politikalarına karşı şairler, tiyatrocular, halk sanatçıları, müzisyenler, giderek dansçılar Filistin toprağının, Arap ve İslam kültürünün sahibi olmayı vurgulamışlar çalışmalarında. İslam öncesi kültürü de sahiplenmişler. Süleyman Mansur, böylece sanatın Filistin kimliğinin yeniden canlandırılmasına ve yaşatılmasına katkı yaptığını belirtiyor: “İlk başlarda toprak resimleri, toprakta çalışan insan resimleri yaptık. Bu bir çağrı gibiydi: ‘toprağınıza dönün, onu sahiplenin’ çağrısı… Aynı zamanda, sanat yoluyla Filistin kimliğinin simgelerini oluşturmaktı amacımız. Bir süre bu resimleri yaptık. Sonra İntifada* başladı. İlk İntifada sırasında herkese İsrail mallarını boykot çağrısı yapıldı. Biz ressamlar da bu boykota katılmaya karar verdik; İsrail yapımı tual ve boyalar yerine doğal malzemelerden nasıl yararlanabileceğimizi araştırmaya giriştik. Kimi deriye, kimi ahşaba falan yönelirken kimi de sebze ve meyvelerden doğal boya üretmeye başladı” diye anlatıyor. Kendisi ise çocukken büyükannesiyle ocak yapmak, duvar örmek için kullandıkları malzemeye- toprağa, kuma ve çamura- yönelmiş. Kına ile saman eklemiş bunlara.
Mansur’un ilk dönemde ve daha sonra zaman zaman yaptığı resimler, Anadolu’yu ve Anadolu kadınını betimleyen Cumhuriyet’in ilk kuşak ressamlarının işlerini akla getirebilir. Bazı emekçi imgeleri Nedim Günsür’ü, bazı kadınları Nuri İyem’i anımsatabilir. Mekanları ve kadınları “idealize” ederek, olmalarını istediği gibi yaptığını söylüyor ressam. Bu yönüyle de Kayıhan Keskinok’u getirdi aklıma. Bütün bu çağrışımlar bir yana, Süleyman Mansur kendi kişiliği ve sözü olan özgün bir ressam…
İşgalin ilk yıllarında Batı Şeria’da tarım okulları gibi resim akademisinin de yasaklandığını söylüyor sanatçı: “Nasıl düşündükleri ortaya çıkıyordu bu yasakla: ‘Toprağın sahibi değilsiniz!’, ‘Başınıza gelenleri anlatamazsınız!’” Böylesi koşullarda yaşayan sanatçının söyleyecek sözünün olmasını kaçınılmaz buluyor. 1980’de bir İsrail subayı onu çağırıp çiçek resmi, çıplak resmi yapmasını; öyle yaparsa kendisinin de ondan resim alacağını, resimlerinin çok satılacağını söylemiş.
Mansur’un resimlerindeki zeytin ağaçları İsrail’in gün be gün kemirdiği Filistin topraklarını simgeliyor. Portakal bahçeleri ise yitirilmiş toprakların, Yafa ile kıyı şeridinin simgesi…
Sanatçının en ünlü resimlerinden biri olan Yük Devesi, sırtında Kudüs’ü taşıyan bir hamalı gösteriyor. Libya’nın Londra Büyükelçisi’nin satın alıp Kaddafi’ye armağan ettiği bu resim ABD’nin 1986’da Libya’yı bombalaması** sırasında yok olmuş. Bunun üzerine Mansur resmi bir daha yapmış. Birkaç yıl önce Dubai’deki Filistin Sanatı Festivali’nde 250 bin dolara alıcı bulan resmin geliri Filistinli sanatçılara gitmiş.
Filistinli sanatçılar sergi açamadıkları dönemde duvar boyamışlar, yaptıkları afişlerle kartpostalları elden dağıtmışlar. İsrail askeri bunları toplamaktan, dağıtanları yakalamaktan geri durmamış. Yine de Mansur’un afişleri hâlâ Filistin sokaklarında görülüyor.
Bir dönem Filistinli ressamlara Filistin bayrağının renklerini kullanma yasağı gelmiş ama kimse bu yasağa uymamış. Tutuklanan ressamlar olmuş. Birkaç kez Mansur’u da tutuklamışlar: birinde ailesini alıp arabasıyla bir yerden bir yere giderken yol üstünde fotoğraf çekmek için durduğunda İsrailli askerlerce hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklanmış. Onun tutuklanması büyük olay olunca “Sen neymişsin ki tutuklandığın için böyle kıyamet koparılıyor?” demişler, iki hafta sonra serbest bırakmışlar. Kendinin en uzun tutukluluk süresinin 40 gün olduğunu söylerken başka ressamların daha uzun süreler tutuklu kaldıklarını ekliyor.
Filistinli sanatçılar 1990’ların başında Oslo süreciyle birlikte sergi açma olanağına kavuşsalar da sergileri zaman zaman İsrail askerlerince basılırmış. “İsrailli askerler solcuysa resimlere dokunmazlardı, sağcı askerlerse sergideki resimlerin yarısından fazlasını alır götürürlerdi” diye anlatıyor. Buna karşın, 1980-2004 arasında Filistinli ve İsrailli sanatçılar pek çok ortak sergi düzenlemişler- işgale son verilmesi için çağrı yapan sergilermiş bunlar. Şimdilerde artık böyle ortak girişimlerin olanaksız olduğunu üzülerek belirtiyor ressam. Filistinlilerle İsrailliler arasında işbirliğine karşı her iki tarafta da bağnaz bir tutum egemen görülüyor artık.
Filistinlilerin, önceleri, işgalin kısa sürede biteceğine inandıklarını söylüyor. Bugünse İsrail Batı Şeria’daki yerleşimlerini genişletirken, El Fetih’le Hamas arasında bölünen Filistin halkı ortak tutum belirleyemezken, sağcı İsrail yönetimi Filistinlilerle uzlaşmaya yanaşmazken Filistin sorununun çözümü pek uzak bir olasılık… Bu durum, bütün Filistinliler gibi Süleyman Mansur’u da derin bir hayal kırıklığına itiyor. “Artık farklı bir ressamım” diyor, “kahramanlık resimleri, güzel doğa resimleri yapamam. Doğa çirkinleştirildi. İnsanlar karamsar…”
Şimdi yine en sevdiği malzemenin çamur olduğunu söylüyor. Kuruyan çamurda oluşan çatlakların Filistinliler’in duygularını, yitirdikleri umudu, çaresizliklerini, parçalanmışlıklarını yansıttığını düşünüyor. Artık, eskisi gibi çok üretmese de her gün atelyesinde birkaç saat geçiriyor- biraz okuyarak, biraz kahve içerek, arada bir de resim yaparak...
Süleyman Mansur bugüne dek tablolar; afişler; kartpostallar; dergilere, kitaplara resimler yapmış. Resimlediği kitaplardan başka Filistin kültürü üzerine yazdığı iki kitap var.
Kurucularından olduğu Filistinli Ressamlar Birliği’nin başkanlığını -aralarında İlk İntifada’nın da olduğu- çeşitli dönemlerde yürütmüş. İşgal altındaki topraklarda bir çok sanat kurumunun, akademi ve müzenin oluşturulmasına katkıda bulunmuş.
Beni Süleyman Mansur üzerine yazmaya heveslendiren Stephen Sackur’ın ressamla yaptığı 3 Eylül 2018 tarihli söyleşi BBC’nin web sitesinde izlenebilir.
MİNA TANSEL
7 Eylül 2018
* İntifada: Filistinlilerin İsrail işgaline karşı Batı Şeria ve Gazze’deki ilk ayaklanmaları (İlk İntifada) Aralık 1987de başlayıp 1993 Oslo Anlaşması’nın imzalanmasına dek sürdü. ABD’nin arabuluculuğuyla gerçekleşen Oslo Anlaşması, Batı Şeria ve Gazze’de bir Filistin devleti kurulması için ayrıntılı bir antlaşmayı hedefleyen barış sürecini başlattı. Şiddete dayalı İkinci İntifada ise 2000’de barış sürecinin çökmesi üzerine başladı; iki taraftan 4500 can kaybının ardından 2005’te Ariel Şaron ve Mahmut Abbas’ın Sharm el-Sheik’te ateşkes konusunda anlaşmalarıyla sonlandı.
** Kaddafi’nin emriyle Almanya’da düzenlenen terörist saldırıda Amerikan askerleri yaşamlarını yitirmiş; bunun üzerine ABD Libyalıları cezalandırmak için Nisan 1986’da Libya’yı bombalamıştı.