Bu kez köşemi -ben diyeyim 90, siz deyin 100 yaşında- bir delikanlıya, Gıyasettin Tokyay’a kaptırdım!
1. Dünya Savaşı sırasında günlerden bir gün, Kayseri’nin Darsayak köyünden Gıyas’ın ağabeyi, başka köy delikanlılarıyla birlikte askere uğurlanır. Hüzünlü, ağır bir uğurlamadır bu. Derken, günün birinde, mektup alırlar ondan:
“ (Mektubunda) Kayseri’de diğer delikanlılardan ayrıldığını, başka bir grup askerle trene bindirilip Sarıkamış’a geldiğini ve henüz savaşa katılmadığını anlatıyordu. Fakat sona doğru bir cümle, askerin durumunu, yokluğu ve yoksulluğu anlatmaya yetiyordu: “Anacığım, selam eder ellerinden öperim. Sakın mantı suyunu zayi etmeyesin!”
Annesi bundan sonraki üç yılda Cevdet Ağabeyinden gelen beş-altı mektupta olduğu gibi bu ilk mektupta da gözyaşlarını tutamadı.
O yıllarda Doğu Anadolu’nun bir kısmı Ruslar tarafından işgal edilmiş, bir kısım bölge halkı Ermenilerden ve Ruslardan kaçarak Orta Anadolu’ya gelmişti. Ne işleri, ne aşları, ne de yakacakları vardı. Aç ve çaresizdiler. Bu göçmenlerin çoğu açlıktan, hastalıktan öldü. Gıyas’ların köyüne de dört beş göçmen ailesi gelmişti. Bir gün bunlardan genç bir Kürt kadın Gıyas’ların evine geldi. Uzun boylu, kapılardan sığmayan bir kadın, ama açlıktan bir deri bir kemik kalmış... Tandır evinin eşiğine oturdu. İçeride, ev halkına, ırgatlara ve çobana mantı yapılıyordu. Mantı köyde şimdiki makarna gibi pişirilirdi. Önce suda kaynatılır, sonra suyu dökülür ve soğuk sudan geçirilir, ardından da yağda biraz daha pişirilerek sofraya getirilirdi. Kadıncağızın hiç sesi çıkmıyor, öylece pişen mantıya bakıyor. İçeridekilerden de hiç ses çıkmıyor. Biliyorlar ki, Kürt kadın yemek istiyor, onların da verecek durumu yok. Verseler, kendilerine yetmeyecek. Bir de, verdiler mi, arkasından mutlaka dört beş kişi daha gelecek. Daha da kötüsü, evin adamının kızması:
“Tıksa avrat! Yine mi yemek dağıtıyorsun?”
Sonunda göçmen Kürt kadın dayanamadı; “Biraz mantı” deyiverdi. Gıyas’ın annesi: “Yavrum, çırağa, çobana gidecek bu. Sana verirsem onlara kalmayacak.”
Sonra uzun bir sessizlik oldu. Kürt kadın çaresiz, Gıyas’ın annesi çaresiz… Kürt kadının aklı mantıda, Gıyas’ın annesinin aklı Kürt kadında… Birbirlerinin gözüne bakamıyorlar hem korku, hem utançtan. Sonunda Kürt kadın, “Öyleyse, şu mantının suyunu ver de içeyim” dedi. Gıyas’ın annesi bunu duyar duymaz bağıra bağra ağlamaya başladı. Bu ağıt zavallı Kürt kadına mı, askerdeki oğluna mı, çaresizliğine miydi? Kimbilir, belki de hepsineydi.”
Bu satırları, ‘Sıradan bir Kahraman’ın 100 yıllık Yaşamından Kesitler: Gıyasettin Tokyay “ kitabından aktardım. İnşaat Mühendisi Prof. Mustafa Tokyay, eğitimci babasının 100 yıla yakın yaşamından kesitleri bu kitapta toplamış. Sıradan sözcüğü ile kahraman sözcüğü yan yana gelmiyor diye düşünebiliriz; ama Cumhuriyet’in ilk yıllarının öğretmenlerinin kahraman olmaları sıradandı, adlarını tek tek saymaya gerek yok, -‘teşbihte hata olmaz’- Çanakkale kahramanları gibi hepsi birer birer ve topluca kahramandılar, diye bir açıklama yapılabilir.
Gıyasettin Hoca’nın yaşadığı (Birinci Dünya Savaşı’ndan 27 Mayıs 1960 ve sonrasını kapsayan) uzun döneme ilişkin tanıklıklarının kaydedildiği bu kitap, tarihimize can katan kitaplardan biri oluyor. Üstelik, bir çok anı kitabında -ister istemez rastlanan- anı sahibinin şişirilmiş egosu yok bu kitapta. Mustafa Tokyay, babasının anılarını (Gıyas Hoca’nın babasının Rum kızı Sofi’yi annesine kuma getirmesi, köye Yunanistan’dan gelenlerle köyden giden Rumların “mübadele”si, vb’ni) yer yer Fellinivari sahnelerle anlatıyor. Müsbet bilimci olduğundan mıdır, sözü uzatmıyor: Latinlerin non multa sed multum deyişine uygun, bizimse Türkçe’de az öz diye nitelediğimiz bir anlatımı var. Kitabın oylumu – bölüm aralarındaki boş sayfalarla birlikte- yalnızca 112 sayfa…
Keşke, tarih yazımı için olduğu gibi, tarih öğretiminde de bu ve benzeri kayıtlardan yararlanılsa!...
Ancak, kitabın çok önemli bir eksiği var: satışı yok! ODTÜ Mühendislik Fakültesi’nde öğretim üyesi olduğu için yazarına e-postayla ulaşıp ‘taciz’ ederek kitabın gelecek baskısının bir yayınevince yapılmasını ve piyasada bulunmasını sağlayabiliriz, diye umuyorum.