Korkusuz Komando Pilotu
Albay Kamil Doğan’ın anısına
Gazetelerde, dergilerde, sanat haberlerinde bir Vecihi Hürkuş’tur gidiyor. Tayyareciymiş, hakkında bir tiyatro eseri yazılmış, yakınlarda bir de filmi yapılmış.
lk kez 27 Mart 2018 Dünya Tiyatro Günü'nde Ankara’da seyirciyle buluşan ve anlatıla anlatıla bitirilemeyen tiyatro oyununa gitmek şart oldu. İstanbul, Girne, İzmir ve Antalya’da bir süre peşinde koştuktan sonra oyunu nihayet 21 Aralık 2018’da Ankara’da Fade Sahne’de yakaladım. Tiyatro Sahne grubu yapımı Mansur Erk’in yazdığı, Orhan Karataş’ın sahneye koyduğu “Bir Tayyareci: Vecihi Hürkuş” adlı tek perdelik (55dk.) ve tek kişilik oyunda Vecihi Hürkuş’u T. Murat Demirbaş canlandırıyor.
Uçma hayali aklına çok genç yaşta giren ve bir daha hiç çıkmayan Vecihi Hürkuş (1896-1969) I. Dünya Savaşı ve Balkan Savaşında çarpışmış, sonunda da düşman uçağı düşürebilen (1917) ilk Türk pilotu. Dahası İstiklal Savaşında pilot olarak önemli başarılar göstermiş, kendisine verilen “Hürkuş” soyadı da dâhil İstiklal Madalyası sahibi bir kahraman, havacılık alanında unutulmaz bir şahsiyet. Savaşta cesaret ve dayanıklılığının yanı sıra 1925’te ilk Türk uçağını yapmış ve ilk özel havayolu şirketini kurmuş olması onun zekâsını, yeteneğini ve cesur girişimciliğini gösteriyor. Türk Hava Kurumunun kuruluşunda da emeği geçen Hürkuş, türlü çeşitli engellemeler ve aksiliklerle karşılaşmasına karşın gök sevdası uğruna nadir görülen güçlü bir irade göstermiş. Tüm bu bilgileri Mansur Erk’in şiir tadında tiyatro eserinde öğrendik. Konu merak uyandırıyor, nitekim biraz araştırınca Vecihi Hürkuş’un özel kişiliği ve başarıları nedenle hakkında çeşitli kitaplar (Ör: Orhan Bahtiyar: Gece Tayyarede Açıkta, Aya Kitap, 2014; Mehmet Gürbüz Gürer: Vecihi Hürkuş Göklerin Korkusuz Adamı, Tayyareci Vecihi Hürkuş Müzesi Derneği Yayınları, 2001, 2008) ve tez çalışmalarının olduğu gibi, yazının başında sözünü ettiğim, Kudret Sabancı’nın yönettiği, senaryosunu Savaş Korkmaz’ın yazdığı 2018 yapımı “Hürkuş: Göklerin Kahramanı” adı filme de konu olduğu bilgisini edinmek mümkün oldu. Ayrıca kendisi de anılarını kitaplaştırmış (Vecihi Hürkuş: Bir Tayyarecinin Anıları, Yapı Kredi Yayınları, 2018, 5. Baskı). Adına bir de 2007’de İstanbul’da müze kurulmuş durumda (Tayyareci Vecihi Hürkuş Müzesi).
Bir Tayyareci: Vecihi Hürkuş adlı oyun saz ve vokalle başlıyor. İlke Türkdoğan kendi seçtiği şarkı, türkü ve marşları sazıyla da çalıyor, İlkin Demirbaş ona vokalle eşlik ediyor. Bir tür uvertür denilebilecek bu duygulu müzik, temsil boyunca yer yer anlatılan olayı sembolize eden türkü ve marşlarla, deyim yerindeyse sözü sazla konunun bir sonraki bölümüne bağlayarak sürüyor, anıları ve bunlarla bağlantılı duyguları harekete geçiriyor; oyuna müzik düzlemi de ekliyor.
Bu etkileyici girişten sonra başlayan eserde T. Murat Demirbaş yer yer bir meddah, yer yer Vecihi Hürkuş’un kendisi, yer yer de bir uçak olarak gerçek bir sahne ustalığı sergiliyor. Orhan Karataş’ın zekice sahnelemesinde yüksek irtifada uçuş ve azameti dağlar merdivenlerle simgelenmiş. Demirbaş sahnede merdivenlerle kâh göklere uçuyor, bulutların üstüne tırmanıyor, dağların doruklarını aşıyor; kâh bozulan bir uçağı tamir ediyor, kâh uçağı ya da kendisi vuruluyor, kâh düşen bir uçakta hayatta kalmaya çalışıyor. Vuruyor, vuruşuyor, teslim olmuyor; adeta ensesinde dolaşan Azrail ile alay ediyor, onunla dans ediyor. Kimi zaman uçağın içindeymişiz, kimi zaman yerdeymişiz ya da bir uçak hangarındaymışız duygusuyla giderek onun ve onun ölümsüz olduğuna inanıyoruz. Bir de tayyarenin zeybek oynayışı var ki, “Tayyare Zeybeği” diye bir tür zeybek olduğuna inanasımız geliyor. Nefes nefese, ter ve heyecan içinde Demirbaş, seyirciyi olmayan bir çift motorlu savaş uçağına bindirip yükseklere uçuruyor, sonra da geri getirip yere salimen indiriyor. Peter Brook’un çağdaş sahne akımı “Boş Sahne” kavramına uygun şekilde boş bir sahne bu kadar dolu olabilir, seyircinin hayal kurmasına olanak tanıyan enerji bu denli çoklu düzlemde seyredebilir. Hürkuş’unki gibi döneme uygun bıyık takmış olmaması Demirbaş’ın sadece oynadığı somut karakter olarak değil, aynı zamanda konudan soyutlayarak farklı bir düzlemde tiyatro tutkusu ile yaşayan bir sanatçı olarak da alımlanmasını sağlıyor. Adeta seyirciye “siz de içinizdeki tutkuları fark edin” diyor, Demirbaş.
Eserin sonuna gelindiğinde merdivenlerin katlanıp toplanışı ve bir kenara atılışı uçak fabrikalarının kapatılışı ve havacılığın gerileyişini ifade ediyor ve bu hepimizi hüzünlendiriyor. Dilek Kaplan’ın yalın dekor ve kostüm tasarımı, Çetin Atay’ın geceyi gündüzü, savaşı ve duyguları betimleyen ışık tasarımı, Karataş’ın (ve asistanı Burcu Akpınar) rejisine Ümit Yıldırım’ın sinevizyon uygulaması da eklenince Hürkuş’un inanılmaz yaşam öyküsüne yürekten inanıyoruz. Biz de onun gibi olmalıydık, daha da olmalıyız, diyoruz…
Tabii eserin diline de değinmek gerek. Türk uçak tarihi bu kadar Nazım’sal bir nazımla anlatılabilir! Başta Hürkuş’un kendi kişiliği olmak üzere, örneğin engebeli ve taşlı bir araziyi işgal güçlerini kandırmak üzere futbol sahası olarak düzeltip uçuş pisti olarak kullanma hikâyesi, halkın bağışlarla kısa sürede toplanan parayla 350 uçak yapılması gibi ve benzeri insan manzaraları memleketimizden insan manzaraları... Bunlara bir de “Hiçbir başarı cezasız kalmaz”, “Nitekim millet olana kadar uçmaya kalkanlar ya konamadılar; Ya da kondukları yerde kalakaldılar...“ ve Andy Williams’ın “The Impossible Dream” adlı şarkısının duygusunu hatırlatan “Ulaşmak ulaşılmaz sulara…” cümleleri eklenince eseri yürekten alkışlamamaya imkân yok.
Louis de Bernière İstiklal Savaşını “Kanatsız Kuşlar” adlı romanıyla anlatmıştı (2004). Şimdi de T. Murat Demirbaş tayyareye zeybek oynattığı “Bir Tayyareci: Vecihi Hürkuş” ile sahnede anlatıyor, kaçırılmaz…
Pınar Aydın O’Dwyer
28 Aralık 2018