1970’li yıllarda, Ankara’da yaşadığım Ayrancı semtinde çok sayıda boş arsa vardı. Özellikle yarıyıl tatilinde kar yağmışsa eğer, ki kırk elli yıl önce başkente günümüzle kıyaslandığında çok miktarda ve sık kar yağardı, buralarda sabahtan akşama kadar kartopu oynar, kızak kayardık. Uzun ve sıcak yaz tatillerinde ise bu arsalar biz çocukların her türlü oyunları için adeta özgürlük alanlarıydı: Dalya, yakantop ve istop oyunları, ip atlama, uçurtma uçurma, Kovboy-Kızılderili oyunları ve elbette, toz toprak içinde ama tadına doyulmaz futbol maçları…
Sonraları yıllar içinde tüm bu arsalara apartmanlar yapıldı. Onlardan bazılarının o zamanki koşul ve olanaklarda en az iki-üç yıl süren inşaat süreçlerine de tanık olduk. Yıllar içinde Ayrancı’da ve diğer eski Ankara semtlerinde de, apartmanlar arasında, artık ne kızak kayılacak ne de futbol oynanacak boş arsa kaldı; her yeri uyarı ya da reklam tabelaları ile dolu tek tük küçük parklar dışında…
Deprem, Antik Çağ’dan bu yana Anadolu’daki izlerine de gerek arkeolojik buluntularda gerekse yazılı kaynaklarda sıkça rastlanan yıkıcı ve ölümcül bir doğa olayıdır. Özellikle 20.yy’ın ikinci yarısından itibaren, dünyada ve ülkemizde deprem ve depremselliğe yönelik bilgi birikimi ilgili bilim dallarında çoğalmaya başladı. Ama “deprem” olgusu, elbette bir bilinmezlik öznesi olmamakla beraber, hiçbir zaman sabit bir korku ya da her an hazırlıklı ve tetikte olunması gereken bir büyük tehdit olarak yer etmemişti geniş kitlelerin bilincinde, ta ki 1999 İzmit/Gölcük depremine kadar… Bu felaket, belki de 1939 Erzincan depreminden sonraki ilk büyük ve yaygın psikolojik travma yaratan doğa olayı idi, birçok kuşak için.
Ressam: Şeniz Aksoy
O tarihten günümüze geçen yirmi altı yıl içinde binaların depreme dayanıklılığı ve zemin etütleri başta olmak üzere, depremin yıkıcı etkilerini engellemek ya da azaltmak yönünde çok sayıda mevzuat değişikliği yapıldı ve onların doğrultusunda da gerekli uygulamalar yaşama geçirilmeye başlandı. Bunlardan birisi de, birçok kişinin daha önce olasılıkla hiç görmediği, tanık olmadığı; doğdukları, çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği, belki sonraları da uzun yıllar boyunca yaşadıkları ya da tanıdıklarını ziyaret ettikleri apartmanlarının dev iş makineleriyle yıkılması ve yerine bambaşka görünümde yeni bir binanın yapılması, yani “kentsel dönüşüm” olgusudur…
Ressam:E.Munch
Mühendislik bilimlerinin güncel olanak ve becerilerinin kullanıldığı bu dönüşüm süreci elbette doğru, gerekli ve kaçınılmazdır. Ama sürecin özellikle “binanın boşaltılması” ve “yıkım” aşamalarının oldukça hüzün verici olduğu da sanırım yadsınamaz. Bu, olgunun/sürecin belki pek fark edilmeyen ya da bazı kişilerce hissedilse de, yoğunluğu ve anlamı yine bireysel ölçekte değişebilen duygusal bir bileşenidir.
Şimdilerde, tüm çocukluğum ve gençliğimin geçtiği sokak ve mahallelerde birçok apartmanın sırayla ve hızla kentsel dönüşüme girdiğini görüyorum, oralardan her geçtiğimde. Çoğunlukla 1950’li ve 1960’lı yıllarda yapılmış Ankara apartmanları… Bazılarının her köşe bucağını bildiğimiz bu binalar birer birer yıkılıp yerlerine yeni, görkemli ve oldukça şık apartmanlar yapılıyor. Hatta dönüşüm süreci tamamlanan bazılarına eski/yeni sakinleri taşınalı da epey oldu ve geriye o tarihi apartmanlardan artık ne bir anı ne bildik bir görüntü kaldı…
Uzun yıllar öncesinin teknoloji ve olanaklarıyla ancak birkaç yıl içinde yapılabilmiş; defalarca iç/dış tamirat ve tadilatlar görmüş; yıllar içinde dış boyasının rengi belki birkaç kez değişmiş; kalorifer kazanı önce kömürlüyken sonra fuel-oil ve ondan sonra da doğal gaz sistemine dönüştürülmüş; bahçesine dikilmiş küçük fidanları ulu birer ağaç olmuş bu apartmanların iş makineleriyle yıkılması bir iki gün içinde hızla tamamlanıyor...
Bu çok kısa süren yıkım ve yıkılış manzaraları; oraya ait onlarca yılın, yüzlerce bireyin ve binlerce yaşanmışlığın iç içe geçmiş biricikliğini, paha biçilemezliğini ve o apartmanların her yerine sinmiş hatıraları sonuçta sadece taş, kum ve demir yığınından ibaret bir görüntüye hoyratça indirgiyor sanki… Ama yaşam, tıpkı doğanın bütününde ve milyonlarca yıllık örüntüsündeki gibi; aynı konumda da olsa, hep değişerek ve başka görünümlere bürünerek sürüyor…
SAMİ EREN
21 Şubat 2025, Ankara