“Laboratuvar dersiydi, saat üçü geçmişti... Erken bitiren hemen gidebilirdi, ama mikroskopta incelenen doku kesitindeki hücrelerin görünümünü deftere çizerken bazen iş uzar, asistanlar tamam demeden ve öğrencinin defterini imzalamadan çıkamazlardı. Koca salonda beş altı kişi kalmışlardı ve sonunda o da bitirip, derin bir nefes alarak laboratuvardan ayrıldı; görkemli taş binanın dışına çıkıp geniş merdivenlerden yavaş adımlarla indi. Gökyüzü kurşuni ve yoğun bulutlarla tamamen kapalıydı ve kar atıştırmaya başlamıştı tek tük... Sıhhiye’ye doğru yürüyordu, oradan Kızılay’daki dolmuş duraklarına gidecekti. Yılbaşına birkaç gün kalmıştı... Bulvar ve çevre sokaklar seyyar kartpostal sergileri ile doluydu. Şehir dışına yollanacak kartpostalları seçmek için neredeyse bir saat vakit geçirmişti. Hava epeyce kararmış; mağazaların birçoğu vitrin ışıklarını, seyyar sergiler de lambalarını yakmaya başlamışlardı.
Paten Kayanlar ve Bir Kuş Tuzağı ile Kış Manzarası (1565) – Pieter Bruegel (Yaşlı/Baba)
Ne kadar güzel kartpostallar ve ne çok seçenek vardı. Bir düzine kadar hepsi de kar ve kış manzaralı kartpostal satın aldı, zarflarıyla beraber. Bazılarını simli olanlardan seçmişti. Büyülü bir çekiciliği vardı simli yılbaşı kartpostallarının… Kar sıklaşmış, hava da iyice soğumuştu. Hemen yakındaki o çok sevdiği ve başlıca uğrak yerlerinden biri olan Kocabeyoğlu Pasajı’na girdi; hem biraz ısınırdı hem de alt kattaki sahaftan bir kitap da satın alırdı belki...”
Oran Yöresinde Kar (1978) – Turan Erol
İlk “beyaz” önlüğümü, üniversiteyi kazandığım yaz, kıyafet dikim-model dergilerine bakarak ve büyük emek harcayarak sevgili annem dikmişti… O önlüğü tanımlanamaz bir mutluluk ve gururla giyen bir “öğrenci” olarak başladığım uzun öğrencilik dönemim tam kırk yıl önce bitmiş ve mezun olmuştum…
Aslında her insanın yaşamındaki her farklı dönemi gibi, başlarken biz öğrencilere hiç bitmeyecek duygusu veren zorlu altı yıllık eğitim-öğrenim dönemimiz de, şimdi buradan ve bu yaşımda baktığımda, “göz açıp kapayıncaya kadar” geçip gitti. Derslerde anlatılanları doğru ve eksiksiz not etme kaygıları, sınav heyecanları, sınıfta kalma korkusu, olabildiğince çok bilgiyi öğrenme, beceriyi kazanma telaşları; ama gençliğin hiç azalmayan enerjisi, coşkusu ve naifliği…
Öğrenciliğim de dahil, geçen bu yaklaşık yarım yüz yılda, özellikle de ikinci milenyumdan itibaren dünya, yaşam ve insanlık çoğunlukla öngörülemez ve şaşırtıcı biçimde değişti; olumlu ve olumsuz yönde…
En azından benim kuşağım için, örneğin kitabevlerinin çok yönlü işlevi/anlamı, sahne sanatlarının pırıltısı, radyo tiyatroları, TV dizisi olarak uyarlanan yerli ve yabancı klasik romanlar-öyküler, gazete ve dergilerin evlerdeki ayrıcalıklı yeri, sıcak/yakın sosyal ilişkiler (apartman komşuluğu, apartmandaki bayram ziyaretleri, komşularla kutlanılan yılbaşı akşamları, …), artık daha çok internet videolarının ve sosyal medya paylaşımlarının “nostaljik” bir ögesi haline geldi.
Yazar, gazeteci ve öğretim üyesi Haldun Taner (1915-1986), Berlin Mektupları isimli ve ilk baskısı 1984’de yapılan kitabındaki “Komşuluk Ölüyor” başlıklı yazısında, Almanya-Berlin’de kaldığı apartmanda hiç komşuluğun olmamasından yakınır: “İnsanların tek başına bırakıldığı bencil ve hoyrat bir dünyada yaşıyoruz. Dostluk, komşuluk, ilgi, sevecenlik, vefa, yardım duygusu kalmadı. …/… Kimsenin kimseyi görecek hâli yok. …/… Almanya’da oturan işçilerimizin en çok yakındığı şeylerin başında komşusuzluk geliyor. …/… Oturduğumuz apartmanda tam on iki daire var. Yedi aydır bugüne dek hiçbirini görmedik. Kapıda bazı gölgelerle karşılaşıyoruz. Birbirimize hırsız olmadığımızı belgeler gibi âdet yerini bulsun diye merhabalaşıyoruz. 29.11.1981”
Oysa özellikle üç büyük kentimizdeki neredeyse tüm apartmanlar o kitabın yazıldığı tarihten bu yana hızla aynı duruma geldi. Bir “apartman” değil adeta bir “otel” gibi artık binalarımız, kaç katlı olursa olsun… Yanınızdaki, altınızdaki, üstünüzdeki ve karşınızdaki odada (dairede) kimin kaldığını bilmediğiniz, hiç ilgilenmediğiniz, dahası bazen kuşkuyla baktığınız ve sadece merdivenlerde ya da asansörde karşılaştığınızda belki selamlaştığınız konuklar (komşular)…
Bu yabancılaşma ve mutlak bireyselleşmeye koşut olarak ve insanlığın ortak dağarcığındaki tüm sanat yapıtlarının doğrudan ve dolaylı iletilerine karşın, toplumdaki kötülük ve kabalık da niteliksel ve niceliksel ölçekte arttı. Öyle ki, Yapay Zekâ (YZ) temelli oluşumlar (ör. robotlar ?) olasılıkla pek de uzak olmayan bir gelecekte dünyada ve -tıp dahil- yaşamda kaçınılmaz ve dominant yerlerini almadan, insanların büyük çoğunluğu çoktan bir tür metamorfoza uğradı sanki; en azından okulumun kapısından çıkıp meslek yaşamıma ilk adımlarımı attığım anla kıyasladığımda… O zamanlarda da insan, insan ilişkileri ve topluma dair türlü olumsuzluklar ve sorunlar elbette vardı; ama -tıbbi terimlerle tanımlarsam eğer- günümüzdeki gibi bir “izolasyon”, “desensitizasyon”, “intolerans” ve “agresiflik” yoktu.
Diğer taraftan olumlu gelişmeler de dünyayı ve yaşamımızı hızla değiştirmekte, kolaylaştırmakta ve güzelleştirmektedir kuşkusuz… Dijital devrim ve internet sayesinde ulaşabildiğimiz uçsuz bucaksız bilgi ve sahip olduğumuz bilgi çeşitliliği, bilgiye/habere kolayca ve çok hızlı ulaşabilme, insanlığın tarih boyunca ürettiği hayranlık verici tüm resim tablolarını evimizde bulundurabilme, tüm sinema filmlerini salonumuzda izleyebilme ya da tüm müzik eserlerini odamızda dinleyebilme olanağı, vb.
Yine mezun olduğum yıllarla bir karşılaştırma yaparsam eğer, tıp da böylesi olumlu ve hayranlık verici değişimlerin bilim-teknoloji alanındaki en bilinen temsilcisidir diyebilirim. Başta tanı yöntemleri, cerrahi uygulamalar ve ilaçlar olmak üzere, bizlere öğrenciliğimizde aktarılan evrensel tıbbi bilgiler/yöntemler büyük oranda değişti, yenilendi ve böylesi gelişimsel dönüşümler tıbbın her dalında sürüyor. En önemlisi de, YZ karmaşık ve özellikle uzun zaman alıcı bazı işlevleri tıpta da üstlenmeye başladı... Öyle ki, sadece kısa/orta vadedeki değişim olasılıkları ve öngörüler bile çok heyecan vericidir. Uzun vadede olabilecekler ise daha çok bilim-kurgunun alanına girmektedir. Eski günlerde yaygın biçimde uygulanan birçok yöntem ve yaklaşım artık sadece, yoğun emeklerle yazılmış bilimsel makalelerde, özenle ciltlenmiş eski kitaplarda, tıp tarihinin saygın sayfalarında ve kıdemli hekimlerin belleklerinde kaldı...
Niceliği az da olsa, elbette yaşamda değişmeyen şeyler de var… Örneğin, sosyal ilişki ve görünümlerin zamansal seyrinde hiç değişmeyen ya da az değişen olgulardan biri de; bitmekte olan yılın yığınla olumsuzluğuna ve elemine karşın, her yeni yıldan umutlu/naif beklentilerin sürmesi geleneğidir belki de… Öyle ki, simli yılbaşı kartpostalları PTT şubelerinde uzun kuyruklarda bekleyerek ya da sokaklarımızda bulunan sarı posta kutularından gönderilmese de; onların arkasına özenle yazılan iyi dilekler artık dijital teknolojinin olanaklarıyla iletilmektedir, üstelik “zaman” kadar hızlıca: “İyi yıllar…”
SAMİ EREN
25 Aralık 2024, Ankara
Yazıda anılan eser:
Taner, H. Berlin Mektupları. Yapı Kredi Yayınları - İstanbul. 1. Basım, Şubat 2017.