Karmaşık bir çağda yaşıyoruz. Öngörü ve planlama, ister birey hayatlarımızda ister devlet politikalarında, her geçen gün daha zorlaşan etkinlikler. Oysa sanayi toplumunun modern kültürü tam tersini vaat etmişti. Ancak yeni kapitalizmin işleyiş mantığı olan finans ekonomisi, katı üretim süreçlerini ve onlara bağlı kesinlik üzerine kurulu ilişki, değer, norm, yapı gibi kavramları da hızla dönüştürdü. Öngörmek, modernliğin en büyük iddiasıydı; ancak yeni kapitalizm, kesinlik yerine akışkanlık etrafında yeniden örgütlendiği için, artık katı ilkelere, uzun vadeli planlara, sistemli ve bütünlüklü süreçlere bu dünyada yer yok. O nedenle, sosyal bilimlerde alışkanlıkla hâlâ kullanmaya devam ettiğimiz 'toplum' kavramının yerini, hızla 'toplumsallıklar' olgusu alıyor. Artık toplumsal ilişki, sürekli yapılıp bozulabilir, akışkan mahiyette, ağ şeklinde küresel ölçekte örgütlenen karmaşık bir doku halinde tezahür ediyor. Bir yandan teknolojinin sıradan bireyin kullanımına açıldığı, böylece küresel enformasyon düzeninin sürekli yapılıp bozulan bir etkileşim düzlemine dönüştüğü, diğer yandan büyük siyasi, tarihsel, kavramsal kategorilerin bütünlüklerini ve sürekliliklerini kaybettiği yeni bir toplum tasavvuru ortaya çıkmıştır. Çağımızın en önemli toplumbilimcilerinden Zygmunt Bauman, yaşadığımız bu toplumsal-kültürel hali 'sıvı modernlik' olarak adlandırmıştı. Bu genel akışkanlığın estetik izdüşümü olmaması elbette mümkün değildi; başta müzik olmak üzere, tüm sanatların akışkan bir estetik içinde yeniden tanımlanmalarına tanık olduk. Yirminci yüzyıl boyunca yaşanan sanat tartışmaları, bu büyük dönüşümün yansıması olarak çalkantılı bir süreç oluşturdular.
Müzikteki dönüşüm daha on dokuzuncu yüzyıl sonlarında kendini belli etmişti. İzlenimcilik akımının doğuşu ve yaygınlaşması, özenle yüzyıllar boyunca oluşturulmuş tonal armoni kurallarını ucundan kıyısından bozarak ortaya çıkan yeni bir kompozisyon anlayışını biçimlendirmekteydi. Debussy, ardından Ravel gibi izlenimciler (aynı dönemde resim sanatındaki gerçeklikten kaçış eğilimini hatırlayalım; yeşil gökyüzü, flu görüntüler, vb.) mükemmel uyum ve ilerleme düsturları üzerine kurulu bir müzik anlayışını usulca dönüştürmekteydiler. Ancak asıl vurucu darbe, yirminci yüzyılın öncü akımlarından geldi: Birinci Dünya Savaşı’na doğru yokuş aşağı frensiz inilen bir dönemde, mevcut burjuva rasyonalitesinin baskıcı karakterine itiraz eden akımlar (Dadaizm, Gerçeküstücülük, Fütürizm, vb.) ardı sıra ortaya çıkmaya başladılar. Bunların en devrimci nitelikte olanı kuşkusuz on iki ton müziğiydi. Tonal armoninin simgelediği katı hiyerarşilere dayalı kapitalist düzen, bir yandan kendi iç çelişkileri ve buhranları, diğer yandan hızla yaygınlaşan Marksist düşüncenin eleştirisi nedeniyle ciddi anlamda tökezlemekteydi. Daha demokratik, daha katılımcı, daha eşitlikçi bir dünya ideali, köhnemiş sömürü düzenin yerine büyük bir coşkuyla, en azından belli entelektüel çevrelerde savunulmaktaydı. On iki ton müziği, eşit tamperamana dayalı Batı Avrupa ses sisteminin içindeki mevcut nota basamaklarından yalnızca yedi tanesini değil, tamamını (12) devreye sokuyor, hepsine eşit muamele yapıyor, temel, merkez, esas, geri dönülen nokta (merkezi iktidar) anlamındaki tonik kavramını reddediyordu. Aydınlanmacı aklın eleştiricilerinden düşünür Theodor W. Adorno, on iki ton müziğindeki bu devrimci gücü coşkuyla karşılıyordu.
Tonal sistemin böyle ölümcül bir yara alması, kuşkusuz burjuva ideolojisine köktenci bir itiraz anlamına geliyordu. Ancak diğer yandan, özellikle Avrupa muhafazakârlığının zihinlere nakşettiği romantik anlatımın şekillendirdiği beğeniler aynı hızda değişmiyorlardı. Tonal ilişkiler içinde makbul görülen aralıklar üzerinden oluşturulan ezgi kalıpları, sıradan dinleyicinin beğeni şeması haline gelmişti. Yirminci yüzyıl siyasi anlamda olduğu kadar toplumsal ve kültürel anlamda da büyük çalkantılarla geçmiştir. Bu süreçte ezgisellik, önce farklı bir estetik içinde yeniden tanımlanmış, günümüze doğru yaklaştıkça, müziğin kurucu unsuru olmaktan uzaklaşmıştır. Bugün döneme damgasını vuran bir müzik akımı ya da üslûbundan bahsedemeyiz. Tam tersine, küresel akışkanlığın biçimlendirdiği dinamik kültür anlayışı, her tür müzik anlayışının aynı zaman diliminde bir arada yaşamasını mümkün kılmıştır. Diğer yandan, iletişim olanaklarının yaygınlaşması, beraberinde bir kitle zevkini de getirmiştir. Böylece, kökleri daha önceki yüzyıllarda mevcut olan, ancak bu ölçüde kitlesel bir olgu haline gelmemiş olan popüler kültür olgusu genel beğeni matrisini oluşturmuştur. Popüler kültürün modern öncesi çağlardaki halk kültüründen farkı, sınai bir süreçte büyük ölçeklerde ve standartlaşmış olarak üretilmesidir. Ticari bir metâ olduğu için, popüler müzik, hiç riske girmeden bildik kalıpları yinelemeye dayalı, eğlence-odaklı, katharsis amaçlı bir üretim mantığını izlemiştir. Popüler müziğin en çok başvurduğu yineleme kalıbı da romantik ezgi anlayışı olmuştur.
1980’lere gelindiğinde, Dünya, kapitalizmin bir ileri aşamasına geçmiş, neo-liberal iktisat, insanı insana düşman eden, büyük eşitsizlikler ve dışlamalar yaratan, yaygınlaşmış adaletsizlik hissinin doğuşuna neden olan genel bir toplumsal durumunu tetiklemiştir. Adaletsizliğin kapı ardında daima şiddet bekler. Bugün sıradanlaşmış, kanıksanmış, alıştığımız bir düzeyinin, sürekli daha dehşetli bir diğeri tarafından hemen aşıldığı şiddet, popüler müziğe ezginin tükenmesi ve yerini öfkeli bir çığlığa bırakmasıyla yansımıştır. Rap, hip-hop ve bunların yerel (örneğin Arabesk’le buluşan) ya da küresel bileşimleri, müziği konuşmadan ayıran çizgiyi bulanıklaştırıyorsa, bu, böyle bir derin şiddetin ifadesi için artık ezginin yeterli olmadığını gösterir. Diğer yandan, akışkanlık üzerine kurulu yeni kapitalizm, aynı zamanda somut metâ üretimi yerine soyut temsillerinin dolaşımına dayalı olduğundan (borsa, menkul kıymetler, finans hareketleri, vb.), emekçinin üretimiyle olan ilişkisini de önemli ölçüde buharlaştırmıştır. Böylece emek kavramı değerini kaybedecek, yerine muğlak bir iş kavramı yerleşecek, acımasız rekabete dayalı piyasada, insan kendinden başka değer vereceği bir kerterizi olmadan, üretimden ziyade tüketimle kimliğini inşa edecektir. Bu tüketim fetişizmi, sınai formüllerle yapılan müzik üretimini de önemli ölçüde etkilemiştir. Sürekli daha iyisini düşleyen ama ona asla sahip olamamanın hazin dramını yaşayan sıradan insan, kendi sesi olmasını arzu ettiği popüler müzikteki ezgi kalıplarının da sonuna gelindiği hissine varmış görünüyor. Popüler müzik örneklerinde, şarkının ezgiselliği yerine, artık kuvvetli bir bas ve vurmalı eşliğinde, basit ritim kalıbını bile zorlayan bir konuşma müziği hâkim oluyor. Bol mesaj-kaygılı, laf geçirmeli, söz cambazlığına dayalı yeni bir ezgisel olmayan müzikal söyleyiş anlayışının yaygınlaştığını görüyoruz. Bu aynı zamanda anlamın yitim kertesidir. Zira bunca söz-yoğun ve neredeyse düz bir hat olarak ilerleyen müzik, poetikasını yitirmiş, bir yere gitmeyen, yalnızca kendi retoriğiyle var olan bir konuşma haline gelmektedir. Zira üretimin kimlik belirleyicisi olmaktan çıktığı bu çağda, anlam alış-verişi de yalnızca içi boş (kendinden başka bir şeyi göstermeyen) göstergeler üzerinden sağlanmaktadır. Bu, insandan insana bir simge aktarımı değil, ben-merkezci bir varlığın, trajik bir şekilde, kendini teyid işaretleri arama çabasından ibarettir.
Ezginin yitimi, çok ve boş konuşan bir sözün (logos) egemenliğini doğal olarak çağırmıştır. O nedenle artık şarkılar bir öykü anlatmaktan ziyade söz oyunlarının, yalnızca ses benzerliklerinin işaret ettiği çağrışımların aktarıldığı geçici, hızlı tüketilen (kullan-at) mecraları haline gelmiş durumdalar.
Anlamın yitip gittiği bu toplumsal ortamda, ezginin bir öte-gerçekliği işaret eden anlam taşıyıcı olma niteliği de doğal olarak azalmış görünüyor. Sanal gerçeklikte yeniden ve münhasıran kendine–atıflı göstergeler üzerinden kurulan öznelik, diğer insanın varlık sorumluluğunu almaktan imtina ederek fazla şişkin egosunu dev aynasına yansıtmaktan haz alıyor. Halbbildung cengâveri özne, kendini beğenmişliğin batağına her adımda daha fazla çekilirken, nesneleştirdiği ötekine kendi narsisik saplantılarını yansıtıyor. Söze boğulmuş, laf cambazlığını marifet bilen, anlam üretmekten âciz bu acıklı ruh halini, ezgisellikten sıyrılıp ilkel bir vuru grafiğine dönüşen popüler müzik şarkıları taşıyor.
İster istemez hatırlıyoruz Melih Cevdet Anday'ı:
Konuşuluyor, konuşuluyor, konuşuluyor
Belki ölüm az gene
ALİ ERGUR
1 Aralık 2017