Gündelik hayatta, müzik adını verdiğimiz özel ses düzeninin temel özelliğinin güzellik olduğunu düşünmeye eğilimliyiz. Bu nedenle güzel olarak algılanan bir sesli ifade, kolaylıkla müzik olarak nitelenebilmektedir. Aynı şekilde bir sesli ifadenin güzel olarak kabul edilmesi onun müzik olduğuna kanıt oluşturabilir. Böylece güzel sesli olduğunu düşündüğümüz bir kuşun ötüşü, çeşitli doğa olaylarının sesleri, hele belli bir ezgisellik içeriyorlarsa, genellikle müzik olarak tanımlanabilmektedir. Müzik, doğada sonsuz frekansta, karmaşık ve tesadüfiliğe bağlı şekilde yayılan titreşimlerden farklı bir olgudur. Oysa müziğin ayırıcı özelliği yalnızca güzel olmak değildir. hâttâ güzel olmak, epeyce göreli bir mevhum olduğu için, zamana, mekâna, toplumsal bağlama ve başka etkenlere bağlı olarak farklı şekillerde tanımlanabilir. Yirminci Yüzyıl boyunca ise, güzel ve müzik kavramlarının yan yana gelişi de epeyce köktenci karşı çıkışlarla sorgulandı; estetik önkabuller yerle bir edildi.
Müzik, doğada sonsuz frekansta, karmaşık ve tesadüfiliğe bağlı şekilde yayılan titreşimlerden farklı bir olgudur. Müziği herhangi bir sesten (güzel veya güzel olmayan sesten) ayırt eden temel özellik, düzenlenmiş, belli bir tutarlılığa kavuşturulmuş bir düzen anlayışının ürünü olmasıdır. Diğer bir deyişle müzik, iradi eylemi (bestecinin, icracının, dinleyicinin farklı düzeylerdeki iradeleri) içeren, amacı birçok zaman 'güzellik' yaratmak olan, ama her zaman bu koşulu içermesi gerekmeyen bir ses düzenlemesidir. Bütün canlılar, hâttâ cansız nesneler hareket ederler; ancak yalnızca insanın hareketi 'eylem' olabilir. Herhangi bir hareketi eylem kılan özellik, irade içermesidir. Bu açıdan bakıldığında, müzik de bir eylemdir; hareket olmasından, bir doğa değişmesi olduğundan değil, irade içerdiğinden böyledir.
Müziğin irade ürünü olması, bizatihi sözcüğün kökenbiliminde yatar: Yunan mitolojisinde her bir sanat, bir esin perisiyle (musa, μούσα) özdeşleştirilmiştir. Sanatın yalnızca teknik bilgi ve beceri meselesi olmadığını, bir coşku boyutu içermesi gerektiğini eskiler çoktan idrak etmişlerdi. O nedenle, sorgulayıcı ve yenilik yaratıcı bir arayıştan başka bir şey olmayan coşku ya da şevk, onu insanların zihninde cisimleştiren bir esin perisinde simgelenmiştir. Müzik sanatının esinleyici özel perisi Melpomene'ydi (Μελπομένη); 'melodi' sözcüğünün kökeninde de bu perinin ismi yatar. Melpomene'nin imgesinde, müziğin toplumsal değeri özetlenmekteydi. Bu da onun toplum hayatında kapladığı ayrıcalıklı yeri vurgular. Bazen kutsalla da kesişen bu konum, müziği, bir anlam taşıyıcı, toplumsallaştırıcı ve ritüelleştirici haline getirir. hâttâ müziğin, bu özelliğiyle, toplumsalı inşa eden bir katalizör olarak işlev gördüğünü iddia edebiliriz. Böylece müzik, toplumsal eylemlerin merkezine yerleşir; yön gösterici, yapılandırıcı ve bazen dönüştürücü haline gelir. Geleneksel tarım toplumlarda olduğu kadar sanayi toplumlarında da bu merkezi konumu süregitmiştir; kuşkusuz farklı biçim ve işlevlerle. Ancak günümüzün sanayi-sonrası toplumunda müzik hızla, kendisi olmaktan ziyade bir belirsiz toplum hayatının neredeyse yegâne fon unsuru haline gelmiştir.
Sanayi-sonrası toplum ya da daha yeni bir adlandırmayla enformasyon toplumu, önceki çağların kesinlik ve öngörülebilirlik (ya geleneğin yapılandırıcılığı ya modern aklın rasyonelliği sayesinde) özelliklerinin parçalandığı, akışkan bir gerçeklik getirdi. Artık çağımızda hiçbir olgu tam olarak sürekli, kalıcı, bütünlüklü, tutarlı değildir; ilişkiler, yapılar, kurumlar genel bir sıvılaşma eğilimi içindedir. Tarım toplumunun zaman anlayışı döngüseldi (tekrar eden doğa döngüleri); sanayi toplumununki doğrusal ve kesintisizdi (ilerleme düsturu). Oysa enformasyon toplumunda zaman süreksiz ve parçalı hale gelmiştir. Bütün toplumsal olgularda olduğu gibi, belirsizlik ve güven kerterizlerinin önemli ölçüde yok olması söz konusudur. Oysa zaman, yalnızca mekanik bir akış değildir; insanın var oluşunu anlamlandırması için gerekli bir güven sistemidir. Çağdaş dünyada en çok sıvılaşan ve belirsizleşen unsurun zaman olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Zamanın düzenli bir toplumsal ritim olarak örgütlenmesi, onun binlerce yıldır yüklendiği merkezi anlam kurucu özelliğini de besler. Müzik dinlemek, bu nedenle belli anlamları kurmak ya da keşfetmek için temel bir eylem olmuştur. Ancak günümüzde müzik, önemli ölçüde kendi erekselliğinden kopmuş, sıvılaşmış zamanda kaybolmamak için tutunduğumuz yegâne kılavuz hattı haline gelmiştir. İşte müziğin, artık özgür tercihlerimizin hilafına, bir tahakküm aracı gibi bütün gündelik hayatı işgal ediyor olmasının önemli bir nedeni bu tutunma gereksinimi olarak düşünülebilir. Artık müziğin ne anlattığı, ne anlam taşıdığı, ne tür toplumsallaşmalar ürettiği önemli değildir; hâttâ müzik, bu haliyle bir dinleme etkinliği olmaktan çıkmaktadır. Hep başka işler yaparken fonda tuttuğumuz bir dolgu malzemesine dönüşmektedir. Ev işi yaparken, ders çalışırken, sokakta yürürken, toplu taşıma aracında giderken, atölyede çalışırken, vb. sayısız gündelik hayat eyleminde, müzik artık kendisi olarak değil, zamanın göstergesi olan ritmik bir akış olarak vardır. hâttâ münhasıran dinleme eyleminin amaç olduğu varsayılan sanat müziği konserlerinde bile (icraya odaklanmak, sessiz ve disiplinli bir şekilde dinlemek, belli bir müzik bilgisiyle donanarak dinlemek, vb.) artık tahammül edilebilir değildir: Sürekli cep telefonu yoklamak, fotoğraf çekmek, fısıldaşmak, plastik su şişesini hışırdatmak gibi (kese kağıdında kabuklu fıstık yiyene de rastladık!) yoğunlaşma bozucu eylemlerin yaygınlaşması, müziğin, kendisi için değil, işaret ettiği zamansallık için var olduğunu (zaman geçirmek de buna dâhildir) kanıtlamaktadır. Bu açıdan bakıldığına, müzik, insan iradesinin ürünü olan ses düzenleme eylemi olmaktan uzaklaşıp plastik bir olguya dönüşmektedir. Müzik günümüzde sese dair değil, daha ziyade mimariyle ilişkili bir olgu haline gelmektedir. Zira müziği dinlemekten çok onunla bir mekân inşa etmekteyiz.
Müziğin inşa ettiği mekân, makro kamusal nitelikte olabileceği gibi (tek ya da çok kaynaktan gelen sokakta mâruz kaldığımız müziğin inşa ettiği kamusal alan) mikro bireysel nitelikte de olabilir (kulaklıkla kendimizi diğer insanlardan yalıtarak inşa ettiğimiz iç mekânımız). Her durumda müzik (her tür müzik) mekânın bir unsuru konuma gelmiştir. Böylece, bir zamanlar kutsallık kuran, toplumsalın katalizörü müzik, artık önemli ölçüde, sıvılaşmış, algılanması ve deneyimlenmesi parçalı hale gelmiş zamanın bir işaretleyicisine dönüşmektedir. Sürekli her yerden taşan, ancak irademizin dışında, orada bir sabit unsur gibi var olan müzik, kendisini işaret etmekten çoktan uzaklaşmış gibi görünüyor. Sonuçta elimizden kaçan sıvılaşmış zamanın göstergesi olma işlevini yüklenmiştir. Görünmeyen ya da saydam bir nesneyi işaretlemek için üzerine boya püskürtülmesi gibi, müzik, doğrusal ve sürekli olmayan, eğer onu işaret eden bir araç olmazsa hissedilemeyecek olan bir zamanın hâlâ var olduğunu bize kanıtlaması için kesintisiz bir şekilde seferber ettiğimiz mekânsal bir yapıtaşına dönüşmüştür. O yüzden artık ne tam bir zamandan ne somut anlamda bir mekândan söz edilebilir. Belki o nedenle bunca akışkan gerçekliğin en (deyişin mecazi değil doğrudan anlamıyla) elle tutulabilir unsuru müzik olmaktadır. Günümüzün bütün gerçeklik deneyimlerinin müziğin eşliğine emanet edilmiş olması, onu bir müzik-mekân haline getirmiştir.
Bunca müzik-severliğimiz, onsuz yapamaz oluşumuz, kamusal ve özel alanlarımızın en ve tek vazgeçilmez unsurunun o oluşu, belki de onun artık kendisi, diğer bir deyişle ses olarak var olmayışındandır. Müzik, bunca sıvılaşmış ve anlamdan ziyade biçimin (tüketim, retorik, söylem, tasarım, vb.) öne çıktığı bu parçalı dünyada, müzik-mekân olarak salt biçim olmaya doğru dönüşmektedir. Müziğin esin kaynağından kopması, "'musa'ya dair" (μουσική; musique; müzik) olma niteliğinin yitip gitmesi, esasında ondaki iradiliğin, diğer bir deyişle insaniliğin yok olması demektir.
İşte bu nedenden ötürü müziği yeniden insani kılmamız gerekiyor. Onu dinlemekle işe başlayabiliriz!
ALİ ERGUR
1 Mart 2018