Dünyadaki ilk müze oluşumu MÖ. 5 yüzyılda Mezopotamya’da arkeolojik ‘’Ennigaldi-Nanna's Museum’’ olarak geçer. Ancak bugünkü müzecilik anlayışı paralelinde Batı toplumlarında ilk müzecilik ve müze envanteri disiplini, Roma kentinin yedi tepesinden biri üzerine 1471’de Pope Sixtus IV. tarafından kurulmaya başlanan Capitoline Müzesi ve bir üniversite müzesi olarak 1678’de kurulan ‘’Ashmolean Museum’’ ile başlatılır.
Bu başlangıç günümüze kadar kurulan binlerce-on binlerce müzenin sağlam kurgulanmış, hazırlanmış mayası durumundadır. Bugün Lovre, Hermtage gibi müzelerin 3’er milyon eser sahibi olduğu düşünülürse tarih içinde alınan yol daha iyi anlaşılır.
Her alanda olduğu gibi kültür ve sanat alanında da sağlam temeller üzerine inşa edilerek, gelenek haline gelmiş kurum ve kuruluşlar belli kuralların, disiplinlerin, etik değerlerin oluşmasına, yerleşmesine zemin hazırlar.
Bizde müzecilik ve müze envanteri geleneği, özellikle tarihi eserleri kapsayacak şekilde ancak 19.yüzyılın ortalarında başlar. Sultan Abdülmecid’in emri ile Ahmet Fethi Paşa tarafından Aya İrini’de küçük çaplı bir silah koleksiyonu oluşturulur. Bu başlangıçtan sonra 1876 ve 1881 tarihlerinde Asar-ı Atike Nizamnamesi ve Osman Hamdi Bey’in çabalarıyla Batı anlamında özellikle arkeolojik eserleri kapsayan İstanbul Arkeoloji Müzesi ile önemli adımlar atılır.
Anadolu’da, Ankara’da ilk müze hareketi Anadolu Medeniyetleri Müzesidir. 1921 yılında Ankara Kalesi’nin Akkale Burcunda Kültür Müdürü Mübarek Galip Bey tarafından, kuşkusuz Atatürk’ün bilgisi ile başlatılır. Batı tarzında resim ve heykel için müze çabası çok daha geç olarak 1937’de İstanbul Resim-Heykel Müzesi ile başlar.
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi 1927’de Atatürk’ün neredeyse her gün kontrolleri ile Arif Hikmet Koyunoğlu tarafından inşa edilen tarihi binada 1980 yılında açılır. Bu müzenin eser sayısı 4000 civarındadır. 1832’de kurulan Yale Üniversitesi Sanat Müzesi’nin eser sayısı 130 bin olduğu düşünülürse kısır çekişmeleri bir yana bırakarak daha çok mesafe kat etmemiz gerektiği ortaya çıkar.
Görüldüğü gibi çok yeni tarihler ve bir müze için vazgeçilmezler olan envanter sistemleri, depolama, güvenlik, restorasyon ve konservasyon bilinci yeterince oluşmamış bir müzecilik anlayışı söz konusu. Bu eksikliklerin, çeşitli aksaklıkları ve sorunları beraberinde taşıması kaçınılmazdır. Bu durum yıllarca İstanbul Resim ve Heykel Müzesi için de geçerli olmuş, müze çeşitli olumsuzluklar nedeniyle basında sık sık konu edinilmiştir.
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi neredeyse kurulduğu günden bu yana çeşitli nedenlerle-çeşitli olumsuzluklarla basında işlenmiş; burada görev alan herkes, her komisyon potansiyel suçlu olarak görülmeye çalışılmıştır. Elbette aksayan, suiistimal edilen, eleştiriye muhtaç olumsuzluklar da görülmüş ve gerekli önlemler için yeterli-yetersiz çabalar da harcanmıştır. Bu nedenle herkesi suçlu, herkesi bilgisiz olarak damgalamak, gerek kurum içinden, gerek kurum dışından, çoğu politik amaçlı yıpratma çabalarıyla eleştiri bombardımanına tutmak alışkanlık haline gelmiştir.
Bu müzenin sorunları toplumdaki, siyasal ve sosyal politikalardan; yönetim kademelerindeki genel sanata bakış açısından soyutlanamaz. 1940’lı yılların sonunda bu alanda Anadolu’daki tek eğitim kurumu olan Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Resim-Müzik ve Beden Eğitimi Bölümlerinin ‘’ıvır, zıvır, kıvır bölümleri’’ diye Milli Eğitim Bakanlığı’nca kapatıldığı bilinir. Bugün de sanatın ‘’zurnanın son deliği’’ olarak ifade edildiği; sanata karşı politik aymazlık örneklerinin de yaşandığı bir toplumda belli disiplinlerin yerleşmesi çok çok zaman alacaktır.
Sanatın herhangi bir dalından zırnık beslenmemiş insanların devlet adamlığına soyunduğu ülkelerde sanatın gittikçe yozlaşması, güdükleşmesi ve toplumsal yapının duyarsızlaştırılması; takır-tukur bir insan modeli yaratılması kaçınılmazdır. Böylesi zihniyetlerden, sanata, sanatçıya saygı ve sanatı toplumların yüz akı sayacak bir yaklaşım beklemek hayal olmak zorundadır.
Burada bir örneği anımsamakta yarar olacaktır.
1960’lı yıllarda Fransa’da Charles de Gaulle iktidardadır. Amansız muhaliflerinden biri ünlü yazar Sartre’dir. Öğrenci olaylarına liderlik yapar, Sorbon’un işgal edilmesinde öğrencilerle birlik olur. İktidara karşı sanat çevrelerini kışkırtır.
Bu durum iktidar partisinin hoşuna gitmez ve Sartre’nin susturulması, cezalandırılması için de Gaule sürekli baskılar yapılır. de Gaule bir gün parlamentoda kürsüye çıkar ve kızgın milletvekillerine dönerek ‘’Sartre Fransa’dır’’ der. Bütün tartışmalar kesilir. Sanata, sanatçıya değer veren toplumların kültür ve sanat toplumu sıfatı kazanması boşuna değildir.
Bu durum elbette o ülkede sanata da devlet sanat müzeciliğine de yansıyacaktır. Sadece Louvre Müzesi’nin yıllık ziyaretçi sayısı 8 milyondur.
*
Tersi durumda politik kadrolaşmalar, kültür ve sanat politikalarındaki tutarsızlıklar sanata, kültüre ve bir anlamda da müzeciliğe yansıyacaktır.
Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nde, envanter disiplini eksikliği, maddi değer kazanan sanat eserlerine ilgi, kopyalama sistemlerinin gelişmesi gibi nedenlerle eser kayıpları ve benzeri sorunlar elbette yaşanmış; ancak ilgililer ve komisyonlar gerekli çabaları göstermiştir. Bu durum genel sanat piyasası için de geçerlidir. Koleksiyonlarda ve müzayedelerde zaman zaman sahte eserler, kopyalamalar, yargıya intikal eden olaylar görülmektedir.
Müze ile ilgili olarak ‘’orijinal eserlere sahte denilerek’’, ‘’çocukların bile anlayacağı’’ gibi raporlardan alınan parça bölük cümlelerle her yönü ile abartılı, magazin malzemesi olarak servis edilen haberlerin, yayınların belli bir etik değer ve eleştiri sınırları dışında olduğu görülmektedir. Bu durum da yanlışların, noksanların, suiistimallerin meydana çıkarılmasından ve giderilmesinden çok, genel bir karalama kampanyası niteliğindedir. Herkes eleştirmekte ama kimse çözüm önerileri getirmemektedir.
Oysa ki temel sorun olan eksikler vardır ve bunlar göz ardı edilmiştir. Batı’da sanat eserlerinin laboratuvar ortamında, kimyasal ve ışın sistemleri ile analizinin yapıldığı bir çağda, bizde bugüne kadar sanat eserlerinin sahte ya da orijinalliğinin tespitinde Nuh-Nebi’den kalma bilirkişi sistemi uygulanmış ve bilirkişilerin gözle değerlendirmeleri esas alınmıştır. Bu sübjektif değerlendirmeler de çok yanlış sonuçlar yaratmıştır. Günümüzde bu alandaki ihtiyaç net olarak ortaya çıktığı için özel müzelerin çabalarıyla çağdaş sistemler yeni yeni devreye girmeye başlamıştır. Objektif, fiziki ve kimyasal analizlere dayanan bir belgeleme sistemi pek çok yanlışı düzeltecektir.
Müzede çok disiplinli restorasyon ve konservasyon laboratuvarlarının kurulması gerekmektedir.
Bunlara rağmen başarılı işler yapmak için çırpınan insanları da vefa örneği olarak anmak bir zorunluluktur. Bu kaos içinde yapılan pek çok olumlu çaba da bilinçli olarak görmezden gelinmekte, konunun hep negatif tarafı kullanılmaktadır.
Şunu hemen belirteyim ki görevde olsaydı şu satırları yazmazdım, görevde olmadığı için rahatlıkla yazıyorum: Eski Kültür Bakanı Sayın Ertuğrul Günay Müze konusunu ar-namus meselesi olarak görenlerdendir. Hemen her gün müzenin bütün sorunları ile ilgilenerek çeşitli komisyonlar aracılığı ile sorunların giderilmesi için uğraş vermiştir. Bugün mimari aksaklıkları giderilmiş, güvenlik sistemleri kurulmuş, depoların ıslahı, müzenin çağdaş anlamda ışıklandırılması sağlanmış, eksik ve kayıplarla ilgili yasal ve idari işlemler yapılmış bir müze bulunmaktadır. Daha önceleri müzede 250 eser sergilenebilirken, bugün 850 eser sunulabilen; beş on yıl öncesine göre çok gezilebilen bir müze haline gelmiş, müze tarihinde görülmeyecek şekilde gezilme oranları artmıştır. Bugünkü durumuyla Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi küçük de olsa Batı müzeleri hüviyetindedir.
Buradan tüm sanatseverlere ve özellikle Ankara halkına seslenmek istiyorum, lütfen zaman ayırınız. Ankara’nın ortasında, park sorunu olmayan bir yerde Türk sanatının önemli bir mimari yapısı içinde değerli eserlerinin sunulduğu Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi’ni ziyaret ediniz. 850 eserlik bir sanat eseri koleksiyonu ücretsiz gezilmek üzere sizleri bekliyor. Sadece bu müzeyi değil, Çankaya’daki Şefik Bursalı Müzesi’ni, Balgat girişindeki Mustafa Ayaz Müzesi’ni de gezmek, bu müzeleri çevremize anlatmak bir kültürel dayanışma ilkesi olmalıdır.
Müzeyi gezerken bir yandan da gruplar halinde gezen öğrenciler ve gençler izlenmelidir. Umarız gelecekte sanatımız ve müzeciliğimiz böylesi müze bilinci gelişmiş gençlerimizin sorumluluğunda çok üst düzeylere çıkarılır.