Neredeyse her yazımda, her konuşmamda değinmeye çalıştığım bir konudur, yazmak, çizmek, betimlemek. Bu tavır bellek zafiyeti içindeki bir toplumda yangınlardan, tsunamilerden maddi-manevi değerlerimizi ve hazinemizi ne kadar kurtarabildiğimizin hesabıdır.
Yaşı, görevi, statüsü, eğitimi ne olursa olsun; her insan yazabilir, çizebilir. ‘’Ben onu yapamam, bunu beceremem, elimden gelmez’’ savunmaları bu bilincin eksikliğidir, kaçamaklıktır.
Çankaya Köşkü’nde Atatürk’ü ziyaret eden bir öğrenci, hatıra defterine not düşmesi için uzatır. Atatürk, “Hatıra defterin hayat defterin olsun. Bütün anılarını burada yaz ki geleceğe armağan kalsın…”der. (Yahya Aksoy. 1 )
Onun mücadele içinde geçen yoğun günlerinde yazdığı ‘’Nutuk’’ bu bilincin somut kanıtıdır. Hem de âfaki, yıllar sonra yazılmış, birilerine yazdırılmış değil.
Devletler, uluslar yazarak, yaparak, kayalara oyarak geride bıraktıklarıyla yaşadıklarını, var olduklarını kanıtlar. Osmanlı devletinde ‘’Vakanüvislerin görevidir’’ bu yazma eylemi. Yaşanan devrin olaylarını yazarak kayda geçirmek. Bugün o tarih dilimi üzerine yapılan-yapılacak araştırmaların dayanağı bu belgelerdir. Bu bilinç içinde olduğu için yazılarında konuşmalarında hep sadece günü değil, geleceği de önemle ele alır ve vurgular Mustafa Kemal. Yılmaz Özdil’in yazdığı gibi biz, devleti yönetenler ya da talip olanlar ‘’Nutuk kitabını gereğince ve anlamak isteyerek okusaydık; ülkenin değerlerini yok pahasına yabancılara satamazdık, satmazdık’’, tarihi miras stratejik Hatay kentini Suriyelilerle doldurmazdık.
Tarihten ders almak, tarihi adam gibi bilmekten*anlamaktan geçer, laf salatasından değil.
***
1965 yılında devletin eğitim ordusuna bir eğitimci sıfatıyla dahil olan ve eğitim sisteminin her kademesinde görev alan biri olarak uzun yıllardır bu düşünceyi savunuyorum: Günlük tutulması; yaşamın birkaç cümle ile de olsa yazılması. Elbette her insandan her gün yazması beklenemez ama ilgilenen ve yazan oranı mutlaka yükselir. Her aileden birkaç kişi çıksa aile belleği ve ona bağlı daha dar ya da daha geniş çevre ve toplumsal bellek oluşur.
Bunun yanında her insan sanat dallarından birinde ya da fazlasında kendini anlatma olanağı bulabilir. Hâtta bulmak zorundadır. Bu her şeyden önce insani değerler açısından önemli kazanım sayılır. Asıl ilgi alanı ne olursa olsun. Burada önereceğimiz uygulamayı herkesin denemesini dileyerek.
*100-200-300 sayfalık bir çizgisiz defter alın, aslında ne bulabildiyseniz. Sayfası, kâğıt kalitesi, boyutu önemli değil.
*Yanına sıradan bir kurşun kalem, tükenmez kalem ya da siyah yağlı pastel boya. Yine kalite de söz konusu olmadan.
*Her gün sadece birkaç dakika ayırın bu çizgi oyununa.
*İlk sayfaya herhangi bir konuda şartlanmadan, etkilenmeden, acaba sorgusu yaşamadan; bir nesneyi, örneğin bir ağacı, çiçeği, kuşu amaçlamadan çizin; sadece içinizden geldiğince çizebileceğiniz gibi şarkı söylediğinizi, şiir yazdığınızı, spor yaptığınızı da hayal edebilirsiniz, hayal edin ama kuralsızca karalayın. Bunları içten içe yaşarken, hissederken gözlerinizi kapatarak çizdiğimizde daha özgür olacaksınız. Gözlerinizi kapatıp bir dağa tırmandığınızı, bir ormanda yürüdüğünüzü, dostlarınızla bir sohbete daldığınız, havada kuşlar gibi uçtuğunuzu hayal edin. Neden olmasın; kızdığınız insanların yüzlerini, gözlerini, suratını boyadığınızı ya da sevdiğiniz insanları hayal edebilirsiniz. Kâğıt üzerinde kalemin verdiği çizgilerle, parmak ve kol hareketinizle, iç dünyanızın, anlık da olsa hayal aleminizin ifadesiyle önünüzdeki yüzeyde keyfinizce bir çocuk gibi oynayın.
*Altına ‘’Bugün de yaşıyorum’’ yazın; bu ‘’her şeye rağmen yaşıyorum’’ demektir. İmzanızı atın ve tarihini unutmayın.
*Ertesi gün tekrar yeni bir sayfaya dilediğinizce çizgilerle yeni bir oyun. Altına ‘’Bugün de yaşıyorum’’ Günün tarihi ve imzanızla.
*Beş gün, on gün, bir ay ara vermeden, her gün.
*Arada bir, ilk günlerden son çizdiğinize ya da sondan ilk günlere doğru bakın. Hiçbir sayfanın, hiçbir çizgi oyununun birbirinin aynı olmadığını göreceksiniz. Hiçbir sayfa birbirinin tekrarı da değildir. Dahası tekrar aynı çizimi yaşamanız da yeniden aynı şekilde çizmeni de mümkün değildir. Çünkü her gün insan vücudu farklı kimyada, farklı bir yaşam dilimindedir. Yaşanan gün hiçbir zaman bir önceki gün değildir. Karaladığınız her sayfa yaşanan günlerinizin, çizmek için ayırdığınız zamanın izidir, izdüşümüdür.‘’ben bunu yaşadım’’ duygusunun belgesidir.
Yaptığımız nedir; bir kâğıt yüzeyde kurşun kalem, tükenmez kalem veya siyah yağlı pastel boya gibi basit bir gereçle oynamak, çizmek, karalamak.
Ne demektir bu:
*Elim kalem tutabiliyor,
*Gözlerim görebiliyor.
*Belleğim, bilincim çalışıyor; Çizeyim mi çizmeyim mi; gözlerim açık mı, kapalı mı çizeyim diye kararı verebiliyorum, hayal kurabiliyorum
*Karalayabiliyor, çizebiliyorum.
*Yarına bir iz bırakabiliyorum.
*Ben olmadığımda, olmayacağımda çocuklarım, torunlarım, dostlarım onlara bakıp kendilerince değerlendirme yapabilecek. En azından, babamın, annemin, ablamın, ağabeyimin çizimleri diyebilecek.’’
*Yaşıyorum. İşte bunlar belgesi, iç güvenim’’.
Sabırla, devamlılıkla; diyelim ki benim gibi birkaç defterde 300 gün çizdiniz. Önünüzde defterler dolusu çiziminiz ve 300 günlük iç dökümünüz var demektir. Her sayfa tekrarı olmayan, benzeri de kesinlikle olmayan bir deneyimdir. Parmak izi gibi.
Şimdi şeytanın temsilcisi olarak soralım. ‘’Ne olacak, çizdim-karaladım, oynadım diyelim. Ressam mı olacağım”?
Ressam olmak için çizilmez, ressam olmak için boyanmaz; şair desinler diye şiir yazılmayacağı, ‘’Aman ne başarılı heykeltıraş’’ desinler diye heykel yapılmayacağı gibi. Bunları yaparken ve yaşarken iç dünyamızdan neler eklediğimiz, farkında olmadan gizil dünyamızı nasıl deşifre ettiğimiz, edebildiğimizdir önemli olan. Başkasının bize ne sıfat vereceği değil. Bilinçaltının böylesi alanlarla deşifresidir ki insanın iç dünya-dış dünya dengesine katkı sağlar. Victor Frankl’ın 3. Viyana Ekolü sayılan Logoterapi savı bu insani denge üzerine kurulu. Onun ‘’İnsanın Anlam Arayışı’’ adlı kitabı bu yüzden otuz-kırk milyon satılıyor, dünyanın her yerinde ki mutlaka okunmalı. Travmatik bir dünyada yaşıyoruz. Yönetenler her ne kadar tozpembe tablolar gösterseler de gerçekler toplumu yakar. Her travmatik birikim vücudumuz için birer zehirli salgıdır. Bunları defetmenin yollarına her an ihtiyacımız var. Bu arızalarını insanlara-topluma nasıl kötülük yapabilirim düşüncesiyle deşifre edenlerden olmamanın yolu, insanın kendi kimliğini keşfetmesi ve ona saygısını insani değerlere dönüştürmesiyle mümkün. Bu da Logoterapi denen alanın yaşama dahil edilmesiyle olası. Yazmak, çizmek, sözcüklerle, renklerle betimlemek, boyayla, kille, seramikle, mermerle oynamak, biçimlendirmek; dansla, seslerle, şarkılarla, türkülerle, enstrümanlarla kendimizi ifade etmeye çalışmak; işimiz, mesleğimiz ne olursa olsun, çok önemli logoterapik çaba demektir. Bunun okulu, sınavı, diploması yoktur. (Bu konuda Sanattan Yansımalar’da Sevgi Evleri makalesi.2.)
Sanat alanı sayılan çizim, resim, heykel, seramik, müzik, edebiyat, şiir, tiyatro, bale, spor gibi anlatım yolları hiçbir okulun, eğitimin, eğitim kurumunun, siyasal sosyal eğilimin, statüsü ne olursa olsun; kimsenin tekelinde değildir. ‘’Eğer isterse bir insan bunlardan birinde ya da çoğunda başarılı olabilir’’. Tarih böylesi örneklerle dolu. Bütün mesele insanın kendinin bir değeri olduğunu bilmesi ve ona göre benliğine, aklına, yetilerine saygısıdır. Unutulmamalı ki uygarlık mağara duvarlarındaki el izleriyle ve mimarlık iki taşın üst üste konmasıyla başlamış sayılır.
‘’Bugün de yaşadım-yaşıyorum’’ Çizim defteri.
Mağara duvarlarına resimleri, el izlerini çizenler sanat okullarından yetişmedi. ‘’Dünyanın bilinen ilk halısı ‘Pazırık Halısını; Dünya tarihinde bulunan ilk kilimi, dokuyanları düşünün. 3
Pazırık Halısının bütünü ve kenar detayı. MÖ.4.5 Yüzyıl
Dünyanın bilinen ilk Halısı: Pazırık Kurganı, 1949 yılında Sovyet arkeolog Sergei Ivanovich Rudenko ve yardımcıları tarafından Altay Dağları’nın eteklerinde yapılan kazılar sonucu bulunmuştur. İlk kilimin 6500, ilk Pazırık halının da 2500 yıllık olduğu tahmin edilmektedir.
Bu çalışma ve böylesi bir öneri batıda, doğuda, güneyde, kuzeyde her toplumda sanat insanlarının karalama defterleri, sketcbooks denen görsel günlükleri bağlamında ve Victor Frankl’ın Logoterapik önermeleri ile gelişen bir düşüncedir.
Bu gibi örnekler içinden bizim için en önemlisi sanatçı-eğitimci Cengiz Çekil’in (1945-2015) bir öğrenci günlük defteri ile ‘’Bu gün de yaşıyorum’’ kaşesiyle tuttuğu günlük örneği. Onun ölümünden sonra 2023 yılında düzenlenen ve onun kavramsal sanat adına yaptığı çalışmaları bu başlıkla sunan kapsamlı bir sergisinin de adı. Bizim bu tasarımımız bir anlamda 1958 yılında İvriz’den başlayarak Ankara’da Gazi Eğitim’de devam eden sınıf arkadaşım Cengiz Çekil’i ve bizi yetiştiren Adnan Turani’yi sevgi ve saygıyla anmanın yanında; uluslararası sanatçılar olarak dünyanın sayılı müzelerinde yer alabilen değerimize vefa sayılır.
Çekil'in, 1976'da her gece yatmadan önce 'Bugün de yaşıyorum' mührü bastığı 'Günce' adlı defterin 2011'de New York'taki modern sanat müzesi MoMa'nın daimi koleksiyonuna dahil edildiğini de belirtelim..
‘’Bizim uygulamak istediğimiz ‘’Bugün de yaşadım ‘’başlıklı projenin amacı :
Sanat alanından olsun-olmasın; ilgilenen insanlarımızı devamlılığı olan ‘’günlük çizim’’ deneyimi ile karşılaştırmak. Bu yolla iç dünyalarını anlık izdüşümlerle ifade edebilmelerine olanak sağlamak,
Bu yolla sanatsal ilgi alanı oluşturmak,
Çizim defterlerini kapsamlı bir sergi ile topluma sunarak yaygın bir ilgi yaratmak,
Çizim defteri alışkanlığı için özellikle sanat alanı öğrencilerinin ilgisini çekmek,
Bu ülkede yazan, çizen, boyayan, yontan, şarkı söyleyen, sanatın her alanından beslenen, sanata, sanatçıya ve anat kurumlarına sahip çıkan herkese minnetle.
Hasan Pekmezci
13 Nisan 2025, Ankara
1.http://www.cankayagazetesi.com/2025/01/hayat-kilim-gibidir/
2.https://www.sanattanyansimalar.com/yazarlar/hasan-pekmezci/sevgi-evleri-anlatamam-gormen-lazim/1571/